Nevzat Laleli

Nevzat Laleli

Dertlerden kurtulmak

Dertlerden kurtulmak

Hepimizin çeşit çeşit derdi vardır. Bu dertler ya maddidir, gözle görünür, müşahede edilir veya gözle görünmez, manevidirler.

Bu yazımda dert kelimesini sadece hastalık manasına almadım. Tiryakisi olduğumuz ve bırakmak istediğimiz halde bir türlü bırakamadığımız sigara, içki, uyuşturucu, kumar gibi şeyler için de kullandım.

Maddi yani gözle görülebilen dertlerimizi ortadan kaldırmak için tebabet (tıp) büyük bir çaba sarf etmekte, yeni yeni ilaçlar, yeni yeni tedavi usulleri denenmektedir. Bu çalışmalar hep maddi dertlerimizin çözümü için hazırlanmaktadır.

Bu çalışmalar, ne kadar “sadre şifa oluyor…” o da bir ayrı meseledir. Zamanımızda kullanılan bütün ilaçların bir yan tesiri vardır ki, bir başka ilaçla düzeltilmeye çalışılmaktadır.

Cennet mekân Hocamızın yanında çok uzun zaman birlikte oldum. Bir gün Hocamız kullanılan ilaçlar hakkında; “Batı menşeli ilaçlardan sakınmak lazımdır. Çünkü bu adamlar hazırladıkları ilaçlarla, hastaların tedavi olmalarını değil şikâyetlerinin dinmesi isterler. Zira onlar için menfaat (çıkar) esastır. Onlar bir hastanın derdinden kurtulmasının Allah’ın rızasını kazanmaya değer olduğunu düşünemezler bile. Hastalarını bir müşteri gibi görürler ve bu ilaç pazarının devamlı olması isterler. Böylece zengin olmayı yeğlerler” dedi ve arkasından da;

“Müslüman tıp âlimleri, bütün hastalıklar için yeni ilaçlar bulmalıdır” demişti.

MANEVİ DERTLERDEN KURTULMAK

Zamanımızda gittikçe artan bir hastalık türü daha vardır, bu manevi hastalıklardır.

İnsanların manevi yapılarının bozulması, maddi sıkıntılar, bu sıkıntıların insanlarda oluşturduğu stres ve bu dertlerin üstesinden gelememek, manevi hastalıkların sebeplerini teşkil etmektedir.

İnsan, inanmaya ve inandığı gibi yaşamaya mecbur bir varlıktır” Yaratıcı insanı yatırken bu esasa göre yaratmıştır. İnancın doğrusunu, hak olanını bularak ona inanan ve ibadetlerini ona göre yapanlar her zaman mut’main (tatmin olmuş) bir kalbe ve bedene sahip olurken, yanlış, bozuk ve batıl inançlar içerisinde bocalayan insanlar her ne kadar bir şeye inansalar da bu inançları yanlış olduğundan bir türlü huzur ve saadet bulamazlar.

29.-abur-cubur-yemek.jpg

Kur’an-ı Kerim’de; “Ben insan ve cinleri ancak bana ibadet etsiler diye yarattım. Onlardan bir rızık beklemiyor, onların rızkını da ben veriyorum” buyurmaktadır.

İslam’a inanan bir insan, hayatını İslami ölçülere göre kuracaktır. “Ben Müslüman’ım” diyen bir insan içki, sigara, uyuşturucu gibi şeyler içemez. Kumar, zina, gibi insanı hastalıklara götüren hiçbir kötülüğe dalamaz.

Topluma tesir eden ekonomik yapı içerisinde israf (savurganlık) yapamaz, faiz alıp vermez, başkalarının hakkını hortumlayamaz, soyma, kap kaç, hırsızlık, emanete hıyanet yapamaz, rüşvet alamaz ve veremez, iltimas, haksızlık yapamaz…

Müslüman, her an Allah’ın kendini gördüğünü ve ne yaptığını, ne söylediğini ve hatta ne düşündüğünü bildiğine inanır ve kul hakkı olarak tarif edilen hiçbir cürmü (suçu) işleyemez. Bunların Allah(c.c) tarafından yasaklanmış ve haram kılınmış olduğunu bilir.

Ferdi ve toplumsal hastalıklar daha kaynağında İslam tarafından kapatılmış, buna mukabil başkalarına iyilik yapmak, hayırlarda bulunmak, ölünceye kadar çalışmak ve üretmek için “İnsanın hayırlısı, insanlara faydası olanıdır” gerçeği öne çıkartılmış, “Müslüman’ın emeklisi olmaz, rahmetlisi olur” ifadesi bu gerçeği vurgulamaktadır.

İDARELER, HALKI İSLAMA YÖNLENDİRMELİ

Vuran, kıran, yakan, yıkan, döven, öldüren bir gençlik varsa (ki vardır) bunun gerçek sebebi yıllarca İslam’ı eğitimden gençlerimizin mahrum bırakanlardır. Bu hale gelen bir gençliği başkalarının hakkına saldırmaktan men etmek hem zor, hem de daha pahalıya mal olmaktadır. Akıllı ve milletini seven idareciler, milletin çocuklarını evliya gibi yetirmeye çalışır. Aksi halde gençlerin birer eşkıya olacaklarını bilirler.

İslami kurallara uygun yaşayan bir insan ve onların oluşturduğu toplum, bütün dertlerinde kurtularak, mutlu insanlar olarak yaşamak demektir.

Peygamberimiz döneminde, Fars (İran) Hükümdarı hasta olanlara baksın diye bir tabip (doktor) gönderir. Doktor, uzunca bir zaman Medine’de kaldığı halde kendisine “ben hastayım” diye kimse müracaat etmez. Bunun üzerine o Doktor Peygamberimize başvurarak; “Ben uzun zamandır, yanınızdayım. Ancak bana şu ana kadar kimse başvurmadı. Eğer izniniz olursa memleketime dönmek istiyorum” der. Ve arkasından da merakla sorar;

“Ülkenizde kimse hasta olmaz mı?” Peygamberimiz (s.a.v);

Benim ümmetim, acıkmayınca sofraya oturmaz ve doymadan kalkar” buyurur.

Bu altın söz, bu gün tıp da ki değerini muhafaza etmektedir.

Bir ayette; “Müslümanlar için bir şifa (maddi ve manevi dertler için)kaynağıdır” buyrulmaktadır. Her gün namazda en az 40 kere okuduğumuz Fatiha suresinin bir adı da “Şifa-ı Şeriftir.” Ağzı düzgün bir insanın okuduğu Fatiha suresi, sadece manevi hastalıkları değil maddi hastalıklara da şifa olmaktadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nevzat Laleli Arşivi