Birlikten Kuvvet Doğar
İnsan, toplumun bir ferdi olarak yaşayabilen ve hayatiyetini sürdürebilen bir varlık olarak yaratılmıştır. Hayatını devam ettirebilmesi için birçok ihtiyacının karşılanması gerekir. Toplumdaki insanların değişik iş ve uğraş sahibi olmaları, ürettikleri ürün ve hizmetleri topluma arz etmeleri nedeniyle diğer insanların ihtiyaçlarını karşılamış olurlar. Toplum olarak yaşamanın önemli bir sebebi de insanların birlikte hareket etmeleri sebebiyle bir güç oluşturmaları, bunun da düşmanlarından korunmaya yardımcı olmasıdır. Milli şairimiz, istiklal marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy; “Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez” derken bu hakikate temas etmektedir.
MESNEVİDEN BİR HİKÂYE
Mevlana hazretleri Mesnevi isimli eserinde bizleri ikaz ve irşat eden (aydınlatan) birçok kıssa ve örnekler göstermiştir. Bunlardan birinde de şöyle bir hikâye anlatılmaktadır.
“Bir kış günü, sabah güneş doğmadan yuvalarından çıkan ve rızıklarını (yiyeceklerini) arayan sürüler halindeki kuşlar, havada çeşitli daireler yapmalarına rağmen karların yerleri kapatmış olmasından dolayı yiyecek bir şey bulamazlar.
Durumu baştan bilen bir avcı, bu kuşları yakalayabilmek için karların üzerine biraz yem serper ve hemen yanına da ağını (tuzağını) hazırlayarak, oradan uzaklaşır.
Bir müddet sonra karların üzerindeki yemleri fark eden kuşlar, midelerini doyurmak üzere yemlerin bulunduğu yere inerler ve yemleri gagalamaya başlarlar. Fakat bu esnada ayakları, bacakları avcını gerdiği ağa tutulmaya başlar. Kuşlar, ağdan kurtulma çabası ile başlarlar kanat çırpmaya… Kanat çırpındıkça da kendilerini tutan ağ onları daha fazla sarar. Bu çırpınış, onlara yorgunluktan başka bir şey vermez. İçlerinden bilgin bir kuş, bu beyhude (nafile) çırpışlarını görerek arkadaşlarına seslenir.
— Arkadaşlar (!) durun, kendinizi boşuna yormayın. Bizi bir avcı bu tuzağa düşürmüş ve yakalamış bulunuyor. Şimdi hepiniz kanat çırpmayı bırakın ve bir müddet dinlenin. Eski gücümüze kavuşalım. Sonra ben komut vereyim, kanatlarımızı hep birlikte çırpalım. Umulur ki, birlikten kuvvet doğar ve biz bu ağı yerden kaldırırız.
Nitekim kuşlar bu tavsiyeyi uyarlar ve bir müddet sonra yüzlerce kuşun hep birlikte çırptığı kanatlarla kendilerini saran ağı yerden kaldırarak, avcının ulaşamayacağı bir yere götürürler. Sonra da gagaları ile ağın iplerini kemirerek kendilerini saran ağdan kurtulurlar.”
ANLATILMAK İSTENEN NEDİR
Bir insanın güçlü olabilir. Ama öyle felaketler vardır ki bunun fert ve toplum üzerindeki tesirlerini kaldırmak için bir insanın gücü yetmeyebilir. O zaman bu zorluklara karşı insanların güçlerini birleştirmeleri gerekir. Bir başka önemli husus ise güçlü olan toplumlar, düşmanlarının tecavüzlerine karşı caydırıcı bir durumda olurlar. İşte yukarıda anlatılan hikâyede birey gücünün nasıl birleştirilerek, toplumun gücünü oluşturmakta olduklarına ve kurtuluşlarına ait ipuçları verilmektedir.
Toplum gücünün toplanabilmesi ve bir yöne tevcih edilebilmesi (yönlendirilmesi) için her şeyden önce bir Baş’a (komut verene) ihtiyaç vardır. O komuta (sevk ve idare) merkezi oluşmadıkça insanlar belki kalabalık olabilirler ama toplum olamazlar. Atalarımız bu gerçeği; “Kırk işçi, bir başçı” atasözüyle özetlemişlerdir. Kırk işçi bir araya gelse bir şey yapamaz ama bunlara hedef verecek, birlikte çalışmalarını sağlayacak bir başçı (reis, başkan, lider, emir) bulunduğunda ise bu topluluk her istenilen şeyi yapabilecek duruma gelir.
Dinimiz Müslümanların darmadağın olmalarını yasaklamış ve derli toplu olmalarını emretmiştir. Alî İmran suresi 103. ayette;“Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılıp tefrikaya düşmeyin…” buyrulmuş, topluluktan ayrılmayı, söz dinlememeyi, isyan ederek tefrikaya düşülmesini yasaklanmıştır.
Sevgili Peygamberimiz de hadis-i şeriflerinde; “Topluluk rahmet, ayrılık azaptır” buyurarak işin önemini vurgulamaktadır.
Bir araya gelmenin ve bir toplumsal güç olabilmenin temel şartı, topluluktaki insanların bir başa bağlanması (biat etmesi) ve onun vereceği emirleri yerine getirmesidir. Yine atalarımız; “Baş başa bağlı, baş şeriata bağlı veya baş başa bağlı, baş Halifeye bağlı” atasözleriyle bu gerçeğe işaret etmişlerdir.
BEDİÜZZAMAN NE DİYOR
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri, eserlerinde bu konuyu; “Allah için iki Müslüman’ın bir araya gelmesi, onları iki insan gücüne değil, iki tane bir’in yan yana yazılması yani onbir insan gücüne eriştirir. Üç Müslüman’ın bir araya gelmesiyle de bu güç yüzonbir gücüne erişir” diyerek anlatmaktadır.
Bu olayı her zaman ve her yerde test etmek mümkündür. Tarih-i gerçekler hep bu örneklerle doludur. Ne zaman bir baş etrafında toplanmış ve ona itaat etmişsek, büyük zaferlere imza atmışızdır. Ne zaman kendi benliğimizin ve nefsimizin istekleri doğrultusunda hareket etmiş, başa itaatten vazgeçmişsek, o zaman mağlup olmuş, zelil duruma düşmüşüzdür.
İşte, Uhud harbi. Harbi Müslümanlar kazanmışken, okçuların yerlerini emirsiz terk etmeleri ile zafer tersine dönmüştür. İstiklal harplerinde, Çanakkale harplerinde de durum aynıdır. Bizim topumuz, tüfeğimiz, cephanemiz düşmandan çok olduğu için bu zaferleri kazanmadık, ancak bizleri sevk ve idare edenlere hep birlikte itaat ettiğimiz için bir Çanakkale harbinde 250 bin evladımızı şehit vermiş olmamıza rağmen zaferi bizler kazandık.
Topluma güç veren bu sisteme, başka inancın sahiplerinin uyması halinde, onlar da aynı güce erişmektedirler. Anarşinin ülkemizi kasıp kavurduğu 1970’li yıllarda, 300-500 kişinin yiyecek ihtiyacını almaya çalıştığı bir Pazar yerine, üç tane anarşist gelince, o kalabalık çil yavrusu gibi dağılmaktadır. Bu üç kişi 300 kişiyi dağıtacak gücü nereden bulmakta, bu üç yüz kişi üç kişinin karşısında neden dağılıp kaçmaktadır? İşte bunu gerçek sebebi, o üç kişi birbirlerine ve kendilerini sevk ve idare edene bağlı olmalarından üçyüz kişi dağıtacak güce sahip olmuşlar, o üç yüz kişi “nefsî, nefsî dediği için” ve sadece kendi filesini doldurmaya çalıştığı için bu üç kişi karşısında kaçmış, dağılmışlardır.
Mevlana hazretleri Mesnevi isimli eserinde bizleri ikaz ve irşat eden (aydınlatan) birçok kıssa ve örnekler göstermiştir. Bunlardan birinde de şöyle bir hikâye anlatılmaktadır.
“Bir kış günü, sabah güneş doğmadan yuvalarından çıkan ve rızıklarını (yiyeceklerini) arayan sürüler halindeki kuşlar, havada çeşitli daireler yapmalarına rağmen karların yerleri kapatmış olmasından dolayı yiyecek bir şey bulamazlar.
Durumu baştan bilen bir avcı, bu kuşları yakalayabilmek için karların üzerine biraz yem serper ve hemen yanına da ağını (tuzağını) hazırlayarak, oradan uzaklaşır.
Bir müddet sonra karların üzerindeki yemleri fark eden kuşlar, midelerini doyurmak üzere yemlerin bulunduğu yere inerler ve yemleri gagalamaya başlarlar. Fakat bu esnada ayakları, bacakları avcını gerdiği ağa tutulmaya başlar. Kuşlar, ağdan kurtulma çabası ile başlarlar kanat çırpmaya… Kanat çırpındıkça da kendilerini tutan ağ onları daha fazla sarar. Bu çırpınış, onlara yorgunluktan başka bir şey vermez. İçlerinden bilgin bir kuş, bu beyhude (nafile) çırpışlarını görerek arkadaşlarına seslenir.
— Arkadaşlar (!) durun, kendinizi boşuna yormayın. Bizi bir avcı bu tuzağa düşürmüş ve yakalamış bulunuyor. Şimdi hepiniz kanat çırpmayı bırakın ve bir müddet dinlenin. Eski gücümüze kavuşalım. Sonra ben komut vereyim, kanatlarımızı hep birlikte çırpalım. Umulur ki, birlikten kuvvet doğar ve biz bu ağı yerden kaldırırız.
Nitekim kuşlar bu tavsiyeyi uyarlar ve bir müddet sonra yüzlerce kuşun hep birlikte çırptığı kanatlarla kendilerini saran ağı yerden kaldırarak, avcının ulaşamayacağı bir yere götürürler. Sonra da gagaları ile ağın iplerini kemirerek kendilerini saran ağdan kurtulurlar.”
ANLATILMAK İSTENEN NEDİR
Bir insanın güçlü olabilir. Ama öyle felaketler vardır ki bunun fert ve toplum üzerindeki tesirlerini kaldırmak için bir insanın gücü yetmeyebilir. O zaman bu zorluklara karşı insanların güçlerini birleştirmeleri gerekir. Bir başka önemli husus ise güçlü olan toplumlar, düşmanlarının tecavüzlerine karşı caydırıcı bir durumda olurlar. İşte yukarıda anlatılan hikâyede birey gücünün nasıl birleştirilerek, toplumun gücünü oluşturmakta olduklarına ve kurtuluşlarına ait ipuçları verilmektedir.
Toplum gücünün toplanabilmesi ve bir yöne tevcih edilebilmesi (yönlendirilmesi) için her şeyden önce bir Baş’a (komut verene) ihtiyaç vardır. O komuta (sevk ve idare) merkezi oluşmadıkça insanlar belki kalabalık olabilirler ama toplum olamazlar. Atalarımız bu gerçeği; “Kırk işçi, bir başçı” atasözüyle özetlemişlerdir. Kırk işçi bir araya gelse bir şey yapamaz ama bunlara hedef verecek, birlikte çalışmalarını sağlayacak bir başçı (reis, başkan, lider, emir) bulunduğunda ise bu topluluk her istenilen şeyi yapabilecek duruma gelir.
Dinimiz Müslümanların darmadağın olmalarını yasaklamış ve derli toplu olmalarını emretmiştir. Alî İmran suresi 103. ayette;“Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılıp tefrikaya düşmeyin…” buyrulmuş, topluluktan ayrılmayı, söz dinlememeyi, isyan ederek tefrikaya düşülmesini yasaklanmıştır.
Sevgili Peygamberimiz de hadis-i şeriflerinde; “Topluluk rahmet, ayrılık azaptır” buyurarak işin önemini vurgulamaktadır.
Bir araya gelmenin ve bir toplumsal güç olabilmenin temel şartı, topluluktaki insanların bir başa bağlanması (biat etmesi) ve onun vereceği emirleri yerine getirmesidir. Yine atalarımız; “Baş başa bağlı, baş şeriata bağlı veya baş başa bağlı, baş Halifeye bağlı” atasözleriyle bu gerçeğe işaret etmişlerdir.
BEDİÜZZAMAN NE DİYOR
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri, eserlerinde bu konuyu; “Allah için iki Müslüman’ın bir araya gelmesi, onları iki insan gücüne değil, iki tane bir’in yan yana yazılması yani onbir insan gücüne eriştirir. Üç Müslüman’ın bir araya gelmesiyle de bu güç yüzonbir gücüne erişir” diyerek anlatmaktadır.
Bu olayı her zaman ve her yerde test etmek mümkündür. Tarih-i gerçekler hep bu örneklerle doludur. Ne zaman bir baş etrafında toplanmış ve ona itaat etmişsek, büyük zaferlere imza atmışızdır. Ne zaman kendi benliğimizin ve nefsimizin istekleri doğrultusunda hareket etmiş, başa itaatten vazgeçmişsek, o zaman mağlup olmuş, zelil duruma düşmüşüzdür.
İşte, Uhud harbi. Harbi Müslümanlar kazanmışken, okçuların yerlerini emirsiz terk etmeleri ile zafer tersine dönmüştür. İstiklal harplerinde, Çanakkale harplerinde de durum aynıdır. Bizim topumuz, tüfeğimiz, cephanemiz düşmandan çok olduğu için bu zaferleri kazanmadık, ancak bizleri sevk ve idare edenlere hep birlikte itaat ettiğimiz için bir Çanakkale harbinde 250 bin evladımızı şehit vermiş olmamıza rağmen zaferi bizler kazandık.
Topluma güç veren bu sisteme, başka inancın sahiplerinin uyması halinde, onlar da aynı güce erişmektedirler. Anarşinin ülkemizi kasıp kavurduğu 1970’li yıllarda, 300-500 kişinin yiyecek ihtiyacını almaya çalıştığı bir Pazar yerine, üç tane anarşist gelince, o kalabalık çil yavrusu gibi dağılmaktadır. Bu üç kişi 300 kişiyi dağıtacak gücü nereden bulmakta, bu üç yüz kişi üç kişinin karşısında neden dağılıp kaçmaktadır? İşte bunu gerçek sebebi, o üç kişi birbirlerine ve kendilerini sevk ve idare edene bağlı olmalarından üçyüz kişi dağıtacak güce sahip olmuşlar, o üç yüz kişi “nefsî, nefsî dediği için” ve sadece kendi filesini doldurmaya çalıştığı için bu üç kişi karşısında kaçmış, dağılmışlardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.