Kerem İşkan

Kerem İşkan

Bir bardak soğuk su…!

Bir bardak soğuk su…!

Hava çok sıcaktı…

***

Oruçluyken hiç bu kadar susadığımı hatırlamıyorum… Suriye’nin içlerinde, güneşin altında, Halep banliyölerinde gezerken aklımda hep buz gibi su vardı…

***

Savaş, güneşin ciğerlerimizi yaktığı gibi gezdiğimiz coğrafyayı yakıp kül etmişti…Elektrik olmadığı için buz ve soğuk su bulmak neredeyse imkansız gibiydi…

***

Cephe-i İslam’ın savaştığı ateş hattının biraz gerisinde bulunan kamp noktasına geldiğimde susuzluğum iyiden iyiye artmıştı… İftar için hazırlanan sofra kalabalıktı, kulağım ezanda, aklımda ise bir tek su vardı…

***

Gündüz gezdiğim yerlerdeki savaşın vahşetinin izleri bile neredeyse susuzluktan zihnimde silinip gitmişti…

***

Geleneksel Arap kıyafetleri içinde bir genç yaklaştı… Hava kararmak üzereydi… Eline aldığı megafona akşam ezanını okumaya başladı…

***

Gözlerimi kapattım…

***

Susuzluğum aklımdan uçup gitti… Bu nasıl bir ezan okumaydı… Önümde bulunan dolu bardağı bile gözüm görmedi, o gencin ağzından çıkan hüzünlü nağmelerle inleyen ezan “Savaşta ezan da işte böyle olur” diyordu sanki…

***

Kendimi biranda Mekke’de hissettim… Beytullahı seyrederken hanım ile birlikte dinlediğimiz ezan geldi aklıma… Akşam ezanını ağlayarak okuyan genç Suudluymuş… Cihat için Suriye’ye gelmiş…

***

Ezanın tesirinden kurtulup orucu açmaya hazırlanırken yanı başımızda bir karmaşa yaşandı…

***

Tepeden tırnağa silahlı bir grup genç, iftar için hazırlanmış dar meydana girdiler… Ortalarında da kısa boylu ama gayet yakışıklı, iç ısıtan bir tebessüme sahip, bembeyaz dişleri olan bizden yaşça biraz daha küçük bir komutan vardı…

***

Selam verip gelip yanı başıma oturdu…Bulunduğumuz yere çok yakın bir cepheden geliyordu… Barut ve ateş kokuyor gibiydi…Ter içindeydi…

***

Kibarca tebessüm etti… Samimiyetle elimizi sıktı, kimseyle paylaşmaya niyetim olmayan, misafir kontenjanından önüme konan buz gibi küçük su şişesine uzandım… Komutanın bardağını doldurdum…

***

Öyle güzel baktık ki, sanırsın Halep’in anahtarlarını sundum ona…

***

Üzerinde avcı yeleği vardı… Yaka ceplerine yakın yerlerde de dört tane el bombası göze çarpıyordu…

***

Çorba içerken eğildikçe el bombaları da sallanıp duruyordu… El bombalarını işaret ederek, “Dikkat et çorbaya düşürme” dedim…

***

Öyle bir güldü ki, inanıyorum bir an da olsa savaşı, içinde bulunduğu durumu her şeyi unutuverdi… Güzel bir kahvede şakalaşan iki arkadaş gibiydik… Akşam namazını kurulan çadır içinde omuz-omuza kıldık…

***

Dua istedik “Ecmain” dedi… Sonra geldiği gibi yanındaki aslan parçalarıyla cepheye koştu gitti…

***

Dün İhsan Erdim Abi denk geldi… Suriye’yi konuştuk… Tam kalkıp gideceğimizde arkamızdan seslendi; “Senin komutan ve timi şehid oldu”

***

Ayakta donup kaldık… Kalbimize bir yumruk gibi değdi şahadet haberleri… Bu kadar kısa süreli bir tanışıklığın bu denli acı vereceğini bilseydim belki de o soğuk suyu onla paylaşmaz yanıma oturduğunda da görmezden gelirdim…

***

Bilmediğin birine zor ağlarsın…

***

Aklımda kalan tebessümü, avcı yeleğinde sallanan el bombaları ve onu cepheye uğurlarken kırk yıllık dost gibi kucaklaşmamız…

***

İnşallah şehitliğin kabul olur, o hararetli günde inşallah buz gibi bir bardak da sen bize uzatırsın kim bilir…

***

İnna Lillâhi Ve İnnâ İleyhi Raciûn

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem İşkan Arşivi