Muzaffer Dereli

Muzaffer Dereli

Ashab-ı Suffe’nin ruhunu arıyor gözlerimiz

Ashab-ı Suffe’nin ruhunu arıyor gözlerimiz

Dergâhları düşünüyorum bazen. İlim ve irfanın bir arada hamurlaştığı, sonra ekmeğe durduğu, sonra da ikram edildiği mekânlardı onlar.  Ta Ashab-ı Suffe’den itibaren İslâm’ın ilk mektepleri idi onlar.

  Onlardı insanı insan eden terbiye mekânları. Kâinatın serveri biricik Efendimiz (s.a.v.), orada yetiştirmişlerdi onlarca talebesini. İlimle irfanın olgunlaştırdığı insan-ı kâmiller orada ulaşmışlardı bu eşsiz sevgiye.

Allah Rasûlü (s.a.v.) Efendimizden bu terbiyeyi alan güzel insanlar da, başka mekânlarda kurmuşlardı Ashab-ı Suffe dergâhlarını. Birer meş’ale olmuştu her biri bulunduğu mekânda. Semerkand’da, Buhara’da, Taşkent’te, Anadolu’da ve daha nice yerlerde.

Bu çerçevede yetiştirmişti Ahmed Yesevî erenlerini. Anadolu’ya gönderdiği bu alperenler, gönüllerde taht kurmuşlar, İslâm’ın özverisini, vefasını ve fedakârlığını bizzat göstererek, gönül köprüleri kurmuşlardı insanlar arasında.

Ne zamanki irfansız bir ilim kaldı İslâm diyarlarında; ne zaman ki medreseler, tekke ve dergâhlar ilmin yanında bir irfan mektebi olmayı terk ettiler; işte o zaman felâketler yağmaya başladı bu ümmete. Zira kuru bir lakırdı kalmıştı dillerde. Gönüller berraklıktan bulanıklığa dönmüş, sözler fiiliyata geçirilmez olmuştu. Hâle yansımayan hiçbir ilmin asla faydası olmayacaktı. Artık dünyevî istek ve arzular uhrevî gayretlerin önüne geçmiş, dünya süsü insanı aldatır olmuştu.

   O halde yaşadığımız şu çağda, Ashab-ı Suffe misâli nice dergâhlara ihtiyacımızın olduğu asla unutulmamalıdır. Zira bunlar, kâl ile hâl’in birbirine uyum sağladığı, ilmin tatbîkat sahasına geçirilerek âlimliğin yanında ârifliğin de hissedildiği, özel mekânlardır. Zira ârif olmadan âlim olmanın bir kıymeti yoktur. Evet, Meleklerin gıptayla baktığı meclislerdir oralar.

Zira gurur yoktur, tevazu vardır.

Kibir yoktur, acziyyet vardır.

Sertlik yoktur, yumuşaklık vardır.

Cimrilik yoktur, cömertlik vardır.

Ve gönüllerde Hakk vardır, zıddı yoktur…

O gönüller ki; nefsin terbiye ve tasfiyesi ile meşgul olmuş, Allah Rasûlü  Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimizin sünnetleriyle bezenmiştir.

Onlar ki, ümmetin öncüsü olan nice Fatihler yetiştirmişler ve fetihlere vesile olmuşlardır. Onlar ki, Ebu Eyyub el-Ensari’yi keşfeden Akşemseddin’ler misâli, Allah’ın kendilerine bahşettiği ikramlarla Ümmet-i Muhammed’e hizmete koşmuşlardır.

Evet, onların her birisi bir gönül doktorudur. Gönüllerin manevî hastalıklarına reçeteler sunan, onlara Allah muhabbetini aşılayan hekimlerdir onlar.

 Şimdi ne kadar muhtacız o gönül doktorlarına…

Asrın getirdiği onca çeşit dert, tasa, stres ve gama neşter vuran gönül doktorları lâzım bu ümmete. Dünyalığın zirvesine varmış insanların bunalmış kalplerine, imanın aşk ve muhabbet aşısını vuracak gönül erlerine, Hakk erenlerine muhtacız. İşte onlar da bu dergâhlarda yetişiyorlardı. Alaaddin-i Attar, Abdülkadir-i Geylanî,  Şah-ı Nakşibendî, Maruf-u Kerhîler; Mevlanalar, Yunuslar, Hacı Bayram-ı Velîler, Aziz Mahmud Hüdâîler, Hacı Veyis Zâde’ler misâli…

Rabbimiz önce böylesi güzel insanları yetiştirecek mürşid-i kâmiller ihsan eylesin bu ümmete. Birer takvâ abidesi olan bu Hak dostlarına ne kadar da ihtiyacımız var.

Evet, Ashab-ı Suffe’nin ruhunu arıyoruz şimdi. Rabbim o ruhun yeniden canlanışını lütfetsin bu Ümmet’e.

Selâm ve dua ile…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Muzaffer Dereli Arşivi