Zamane Müslümanlığı
Nereye gidiyoruz yazı serisi
Geçenlerde elime bir kitap geçti. Kitabın adı “Sohbet ve kuralları” şeklindeydi. Kitabı bir Şeyh Efendi yazmış. Gerçekten güzel hazırlanmış bir kitap. Bir hamlede 44. sayfaya kadar geliverdim.
Kitapta sohbetin mana ve önemi, sohbet ve sahabe, sohbet kuralları gibi önemli başlıklar altında ayet, hadis ve Asr-ı saadet olaylarından konu ilgili olanları anlatılmış. Kitabın kalan kısmını da bir an evvel okumak için kendi kendime karar verdim.
Ancak kitabı incelerken kafama bir soru takıldı. Bu soruya cevap aradım bulmadım. Benim bu soruma cevabı halk (avam) değil de herhalde ilimle uğraşan (havas) insanlar, ilahiyat profesörleri, âlimler ve şeyh efendiler cevap bulabilirler.
Onun için konuyu makale bazında ele almaya karar verdim.
Bu soruma sadece cevap bulmak da pek bir şey ifade etmez. Bu sorunun cevabının, toplum katmanlarında uygulamasını temin etmek de lazımdır, inancındayım.
Soruma geçmeden önce zamanımız Müslümanlarının bazı amellerini (işlerini) ele almak ve özelliklerine temas etmek istiyorum.
Özellikle tarikat ehli Müslümanlarımız, haftalık mutat sohbetlerine devam ederler. Bilirler ki Peygamberimizin arkadaşlarını yetiştirdiği en önemli çalışma sohbettir. Onun için Peygamberimizin sohbetine katılanlara “Sahabe” denmiştir, derler.
Allah kabul etsin, zikirlerini ve evratlarını her gün aksatmadan götürürler. İhvan diye tanımladıkları tarikat kardeşleri başta olmak üzere komşuları, dostları ve arkadaşlarını içine alan diğer Müslümanlara yakın ilgi gösterirler. Yardıma muhtaç olanlar olursa (ki bu gün cemiyetimizde böyleleri çoktur) ellerinden geldiği yetişebildikleri kadar yardımcı olmaya çalışırlar. Ramazan ayı başta olmak üzere zengin menülü sofralar hazırlarlar ve bunu sıkça yerine getiriler.
Hac ve Umreye çok sık giderler. Öyle ki bazıları hemen her yıl umreye giderken bazıları yılda bir iki sefer bu ziyaretleri tekrarlar. Hele şeyh efendinin Umre ziyaret programı açıklanınca, mürid’an (tarikat bağlısı) elleri kanda bile olsa 40 bin kişilik kafilelerle bu programa katılırlar.
Bütün bu ameller, bazıları ifrat (normalden fazla) bile olsa güzel işlerdedir, yapana sevap kazandırdığından şüphemiz yoktur.
ASR-I SAADET MÜSLÜMANI
Evet, bütün bu ibadetler ve ameller yapılır da niçin Asr-ı Saadette olduğu gibi, bir Ebu Bekir, bir Ömer, bir Osman ve bir Ali (r.a) tekrar yetişmez?
Peygamberin sohbetinden feyz alan ve düşman ordusu saflarında kumandanken Müslümanların ordusuna yine kumandan olarak katılan, hayatı boyunca mağlubiyet yüzü görmemiş bir Hamza (r.a) hazretleri niçin bir daha karşımıza çıkmaz.
Niçin cihada çağrıldığını duyunca, ihtiyacı olan gusül abdestini bile alamadan “ordunun arkasına yetişmem lazım, gusülle uğraşırsam geç kalırım” diyen bir Hanzala (r.a) yetişmez?
Niçin, 90 yaşına geldiği halde altı evladı ve torunu ile birlikte Medine’den kalkarak at sırtında deve sırtında, iki sefer İstanbul’un fethine katılan orada şehit düşen bir Eba Eyyup El Ensari (r.a) yetişmez.
Tebük harbine katılmayan (katılamayan) sahabeden üç kişiden biri olan, kırk gün tecrit edilen, son on gününde de hanımı bile ayrı olan bu zatların affedildikleri ayetle sabit olunca diğer Müslümanların kendilerini tebrik ettiği Abdullah bin Kaab (r.a) hazretleri gibi bir insan yetişmez.
Niçin ilimle uğraşan ve sahip olduğu hazineyi zamanımıza kadar ulaştıran bir Ebu Hureyre (r.a) tekrar karşımıza çıkmaz.
Zamanımızda uygulanan metotlarla niçin yeni yeni Usame bin Zeyd’lerle (r.a) bir daha karşılaşmayız? Niçin Kaab Bin Malik’lerle (r.a) bir daha müşerref olmayız?
Niçin, niçin, niçin?
Müslümanlık, aynı Müslümanlık değil mi?
Aynı kaynakları yani Kur’an-ı Kerim’i ve Hadis-i Şerifleri kullanmıyor muyuz?
Sohbetler diyorsak, aynı sohbetleri yapmıyor muyuz? Zikirse, zikirlerimiz aynı değil mi? Yardımlaşma ve dayanışmalarız ile gerçekten güzel bir muavenet göstermiyor muyuz?
NEREDE HATA YAPIYORUZ
O halde niçin, hala yeryüzünde Müslüman coğrafyası kan revan içinde… Irak niye hala kan ağlıyor? Filistin niçin insanlığı yüz karası bir asimilasyona tabi tutuluyor? Doğu Türkistan sesini dünyaya niçin duyuramıyor? Patanı ve diğer ülkeler… Oluk oluk Müslüman kanı akıtılıyor… Milyonlarca mallara ve ırzlara tecavüzler ediliyor…
Asr-ı Saadet Müslümanları bu gün sağ olsalardı, bu zulümler böyle pervasız bir şekilde devam edebilir miydi? Bizim zamane Müslümanlığımızda bunlar niçin hala devam edip gidiyor?
Neyimiz eksik bizim?
Nerede hata yapıyoruz, biz?
Yukarıda sıraladığım amellerimizle; “Eh… Artık cenneti garantiledik” diye düşünürken, karşımıza zulme uğran Müslümanların kanları, canları, ırzları ve malları konursa bunlara nasıl cevap vereceğiz?
Bu ve benzeri soruların cevaplarını aydınlarımız bulmalı ve bunun uygulama metotlarını da geliştirmelidirler. Bu önemli konu öncelikle onların boynun borcudur. Onlar bu sorulara cevap buldukları seviyede başarılıdırlar.
Tabiat sevgisi… Ağaç sevgisi, çiçek sevgisi… Bunlar çok güzel şeyler ama… Ya akan kanlar, çıkan canlar, pamal edilen ırzlar… Yok edilen mallar…
Olmaz beyler… Bu böyle gidemez… Gitmemelidir…
Bulun artık, hatalı metotlarımızın neler olduklarını ve onları değiştirin…
Değiştirin ki, yarın mahşerde “Müflis (iflas eden) adamın hali…” gibi olmasın halimiz. Cennet beklerken Cehennem azabına duçar olan bir Müslüman gibi olmayalım.
Eğitim ve terbiye metodumuzu yeniden gözden geçirmemiz gerektiğine inanıyorum.
Geçenlerde elime bir kitap geçti. Kitabın adı “Sohbet ve kuralları” şeklindeydi. Kitabı bir Şeyh Efendi yazmış. Gerçekten güzel hazırlanmış bir kitap. Bir hamlede 44. sayfaya kadar geliverdim.
Kitapta sohbetin mana ve önemi, sohbet ve sahabe, sohbet kuralları gibi önemli başlıklar altında ayet, hadis ve Asr-ı saadet olaylarından konu ilgili olanları anlatılmış. Kitabın kalan kısmını da bir an evvel okumak için kendi kendime karar verdim.
Ancak kitabı incelerken kafama bir soru takıldı. Bu soruya cevap aradım bulmadım. Benim bu soruma cevabı halk (avam) değil de herhalde ilimle uğraşan (havas) insanlar, ilahiyat profesörleri, âlimler ve şeyh efendiler cevap bulabilirler.
Onun için konuyu makale bazında ele almaya karar verdim.
Bu soruma sadece cevap bulmak da pek bir şey ifade etmez. Bu sorunun cevabının, toplum katmanlarında uygulamasını temin etmek de lazımdır, inancındayım.
Soruma geçmeden önce zamanımız Müslümanlarının bazı amellerini (işlerini) ele almak ve özelliklerine temas etmek istiyorum.
Özellikle tarikat ehli Müslümanlarımız, haftalık mutat sohbetlerine devam ederler. Bilirler ki Peygamberimizin arkadaşlarını yetiştirdiği en önemli çalışma sohbettir. Onun için Peygamberimizin sohbetine katılanlara “Sahabe” denmiştir, derler.
Allah kabul etsin, zikirlerini ve evratlarını her gün aksatmadan götürürler. İhvan diye tanımladıkları tarikat kardeşleri başta olmak üzere komşuları, dostları ve arkadaşlarını içine alan diğer Müslümanlara yakın ilgi gösterirler. Yardıma muhtaç olanlar olursa (ki bu gün cemiyetimizde böyleleri çoktur) ellerinden geldiği yetişebildikleri kadar yardımcı olmaya çalışırlar. Ramazan ayı başta olmak üzere zengin menülü sofralar hazırlarlar ve bunu sıkça yerine getiriler.
Hac ve Umreye çok sık giderler. Öyle ki bazıları hemen her yıl umreye giderken bazıları yılda bir iki sefer bu ziyaretleri tekrarlar. Hele şeyh efendinin Umre ziyaret programı açıklanınca, mürid’an (tarikat bağlısı) elleri kanda bile olsa 40 bin kişilik kafilelerle bu programa katılırlar.
Bütün bu ameller, bazıları ifrat (normalden fazla) bile olsa güzel işlerdedir, yapana sevap kazandırdığından şüphemiz yoktur.
ASR-I SAADET MÜSLÜMANI
Evet, bütün bu ibadetler ve ameller yapılır da niçin Asr-ı Saadette olduğu gibi, bir Ebu Bekir, bir Ömer, bir Osman ve bir Ali (r.a) tekrar yetişmez?
Peygamberin sohbetinden feyz alan ve düşman ordusu saflarında kumandanken Müslümanların ordusuna yine kumandan olarak katılan, hayatı boyunca mağlubiyet yüzü görmemiş bir Hamza (r.a) hazretleri niçin bir daha karşımıza çıkmaz.
Niçin cihada çağrıldığını duyunca, ihtiyacı olan gusül abdestini bile alamadan “ordunun arkasına yetişmem lazım, gusülle uğraşırsam geç kalırım” diyen bir Hanzala (r.a) yetişmez?
Niçin, 90 yaşına geldiği halde altı evladı ve torunu ile birlikte Medine’den kalkarak at sırtında deve sırtında, iki sefer İstanbul’un fethine katılan orada şehit düşen bir Eba Eyyup El Ensari (r.a) yetişmez.
Tebük harbine katılmayan (katılamayan) sahabeden üç kişiden biri olan, kırk gün tecrit edilen, son on gününde de hanımı bile ayrı olan bu zatların affedildikleri ayetle sabit olunca diğer Müslümanların kendilerini tebrik ettiği Abdullah bin Kaab (r.a) hazretleri gibi bir insan yetişmez.
Niçin ilimle uğraşan ve sahip olduğu hazineyi zamanımıza kadar ulaştıran bir Ebu Hureyre (r.a) tekrar karşımıza çıkmaz.
Zamanımızda uygulanan metotlarla niçin yeni yeni Usame bin Zeyd’lerle (r.a) bir daha karşılaşmayız? Niçin Kaab Bin Malik’lerle (r.a) bir daha müşerref olmayız?
Niçin, niçin, niçin?
Müslümanlık, aynı Müslümanlık değil mi?
Aynı kaynakları yani Kur’an-ı Kerim’i ve Hadis-i Şerifleri kullanmıyor muyuz?
Sohbetler diyorsak, aynı sohbetleri yapmıyor muyuz? Zikirse, zikirlerimiz aynı değil mi? Yardımlaşma ve dayanışmalarız ile gerçekten güzel bir muavenet göstermiyor muyuz?
NEREDE HATA YAPIYORUZ
O halde niçin, hala yeryüzünde Müslüman coğrafyası kan revan içinde… Irak niye hala kan ağlıyor? Filistin niçin insanlığı yüz karası bir asimilasyona tabi tutuluyor? Doğu Türkistan sesini dünyaya niçin duyuramıyor? Patanı ve diğer ülkeler… Oluk oluk Müslüman kanı akıtılıyor… Milyonlarca mallara ve ırzlara tecavüzler ediliyor…
Asr-ı Saadet Müslümanları bu gün sağ olsalardı, bu zulümler böyle pervasız bir şekilde devam edebilir miydi? Bizim zamane Müslümanlığımızda bunlar niçin hala devam edip gidiyor?
Neyimiz eksik bizim?
Nerede hata yapıyoruz, biz?
Yukarıda sıraladığım amellerimizle; “Eh… Artık cenneti garantiledik” diye düşünürken, karşımıza zulme uğran Müslümanların kanları, canları, ırzları ve malları konursa bunlara nasıl cevap vereceğiz?
Bu ve benzeri soruların cevaplarını aydınlarımız bulmalı ve bunun uygulama metotlarını da geliştirmelidirler. Bu önemli konu öncelikle onların boynun borcudur. Onlar bu sorulara cevap buldukları seviyede başarılıdırlar.
Tabiat sevgisi… Ağaç sevgisi, çiçek sevgisi… Bunlar çok güzel şeyler ama… Ya akan kanlar, çıkan canlar, pamal edilen ırzlar… Yok edilen mallar…
Olmaz beyler… Bu böyle gidemez… Gitmemelidir…
Bulun artık, hatalı metotlarımızın neler olduklarını ve onları değiştirin…
Değiştirin ki, yarın mahşerde “Müflis (iflas eden) adamın hali…” gibi olmasın halimiz. Cennet beklerken Cehennem azabına duçar olan bir Müslüman gibi olmayalım.
Eğitim ve terbiye metodumuzu yeniden gözden geçirmemiz gerektiğine inanıyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.