Nevzat Laleli

Nevzat Laleli

Türkiye AB kazanında erimesin

Türkiye AB kazanında erimesin

Nereye gidiyoruz yazı serisi

Doğal ve tabii kaynakların hiç bir zaman özelleştirilmemesi gerekir. Bunlar o ülkenin, o vatanın insanlarının malıdırlar. Bu kaynakları yabancı birine sattığınızda bunu nasıl kullanacağını kontrol altına alamayabilirsiniz Bu da ülkenizin ekonomik açıdan güç kaybetmesine, yıpranmasına neden olabilir.

Burada Rusya örneğini vermek istiyorum. Rusya hiç bir kurumunu özelleştirmeye yanaşmıyor. Bunları uluslararası platformda bir silah olarak kullanıyor. Mesela Moskova geçtiğimiz günlerde doğalgaz vanasını kapatınca Avrupa ile kriz yaşandı. Neden? Çünkü güç Rusya'nın elindeydi. Rusya kendi kuralını koymuştu. Ve biliyorlardı ki doğalgazı özelleştirdiklerinde Rusya'nın gücü de elinden alınmış olacaktı.

Diğer bir tehlikede şudur ki; böyle bir stratejik önem taşıyan kurum özelleştirildiğinde bunu satın alan şirket istediği fiyatı koyar. Ve devlete şantaj yapabilir. 'Ben bunu işlettiğim için istediğim fiyatı koyarım' diyebilir. Bu da bir yabancı şirketin boyunduruğu altına girmekten başka bir şey değildir. Bu stratejik kurumların üzerinde bir yetkiniz ve gücünüz kalmadığında, pek bir şeyiniz de kalmamış demektir.

Özelleştirme ancak %20 civarında olmalıdır. Arjantin gibi aynı durum yaşanır.

TÜRKİYENİN DIŞ BORCU

Ancak şu anda Türkiye'nin 700 Milyar dolar borcu bulunmaktadır. Türkiye'nin bu durumda geleceği ne olur?

Bir devlet ne kadar borçlanırsa o kadar çok şantaj hedefi haline gelir. Devlete söz geçirebilmek için bazı özel kanunlar çıkartılır ve bazı kişilere tavizler verilir. Borcunuza karşılık doğal kaynaklarınızın satılması istenir. Çünkü burada önemli olan zaten bu doğal kaynaklardır. Suyunuz ve petrolünüz ön plana çıkar.

Bir devleti zaten ayakta tutan bunlardır. Türkiye'nin AB'ye değil, AB’nin Türkiye'ye ihtiyacı var. Türkiye'ye AB yolunda sürekli bir takım dayatmalar yapılmaktadır. Ancak son zamanlarda AB'nin de kendi arasında sorunlar yaşadığını görüyoruz.

TÜRKİYE AB PEŞİNDE KOŞMALI MI?

Bütün Avrupa ülkelerini bir kenara bırakarak Türkiye'nin İsviçre'yi örnek alması gerekir. Çünkü İsviçre AB'ye girmedi; ancak ikili anlaşmalar yaptı. Yapılan bu anlaşmaları da kendi lehine çevirdi ve aslında İsviçre işin içinden kârlı çıktı. Türkiye'nin de aynı şeyi yapması gerekir. Türkiye, AB'nin peşinden koşup onun birliğine girmektense -istiyorsa- karşılıklı ikili anlaşmalarla ekonomik bir çıkar sağlamalı ve boyunduruk altına girmemelidir.

Benim anlamadığım şu, aslında AB'nin Türkiye'ye ihtiyacı var, Türkiye'nin AB'ye değil.

Ben Türk siyasetçilerini anlayamıyorum. Çünkü Türkiye her şeyiyle kendi kendine yeten bir ülkedir.

“ÜLKE EKONOMİSİ İYİYE Mİ GİDİYOR?”

Ancak başta Başbakan olmak üzere diğer Bakanlar da Türkiye'de ekonominin iyiye doğru gittiğini söylemektedirler...

Her şey özelleştirildiğinde, bütün kamu kurumları satıldığında devletin kasasına belli bir miktar para girdiğinde sevinebilirsiniz. Ancak bu size sadece belli bir dönem rahatlama getirebilir. Sıcak para bir sirkülasyon sağlayabilir. Ancak özelleştirmeden gelen para zaten IMF ve Dünya Bankası'na aktarılıyor, bu gerçek de halktan gizleniyor.

Gidişatın iyi olduğunu gösteren bugünkü rakamların etkisi geçici olacaktır.

Bugün yapılan istatistikler ekonomik durumu iyi gösteriyor olabilir ama önemli olan kırsal kesimlerle şehirlerarasında yapılan istatistiklerin ortaya koyduğu verilerdir. Belli şehirlerde yapılan istatistikler asla gerçeği yansıtmaz. Bir ulusal araştırma yapıldığında gerçekler zaten ortaya çıkar.

Özelleştirmeler yapıldığında gelen paralar nerelere yatırılıyor? Bu paralar acaba bazı çevrelere mi, tarıma mı, iş çevrelerine mi, sanayiye mi yatırılıyor? Rakamlar başka ancak gerçekler başkadır.

Uzun vadede de olsa AB Türkiye'yi kabul eder mi? Türkiye'nin AB'ye girme çabaları boşuna. Çünkü AB'nin kendi değerleri var.

Gelenekleri, Hıristiyan bir kimliği var... AB'de laik bir kesim de vardır, aynı Türkiye'de, laikliği savunanlarla Müslüman değerleri savunanlar olduğu gibi.

Ama AB'de esas olan, baskın olan ideolojik yapı Hıristiyanlık üzerine kuruludur.
Bundan dolayı zaten Türkiye'nin AB'ye girmesi mümkün değildir. Türkiye bir Müslüman ülke olduğundan aralarına almazlar.

Bugün AB üyesi ülkelerin zaten kendi aralarında iç sorunları vardır. Bugün AB bir iç çatışma yaşayan bir sözde birliktir. Birbirlerini zaten sevmemektedirler. Bir Katolik-Ortodoks çatışması yaşanıyor. Bir de buna Müslüman unsurun eklendiğini düşünürsek sonucun ne olacağı zaten ortaya çıkar. Bir tarafta aşırı dinci kesimin yanında laik kesim de var. Bir problem yaşanmaktadır. Problemler içinde olan bir AB, yeni bir problem olarak Türkiye'yi aralarına almayı elbette ki istemez.

NESLİMİZE NE BIRAKIYORUZ?

Şu garipliklere bir bakın Allah aşkına… 1963 yılında Süleyman Demirel’in Başbakanlığı zamanında AB ile Ankara Anlaşması yapılıyor, “Biz AB’ye gireceğiz. Bunları tespit ederek çalışmaları başlatalım” deniliyor.

Tansu Çiller’in Başbakanlığında daha AB’ye girmeden “Gümrük protokolü” imzalanıyor ve AB olan gümrüklerimizi sıfırlıyoruz. Çin malları bu protokolden sonra ülkemize girmeye başlıyor. Tabii yerli sanayi ve üretimimiz erimeye başlıyor.

AKP iktidarı zamanında Sayın Erdoğan ve Sayın Gül birlikte papaz heykeli önünde AB Anayasası kabul ediliyor. “Uyum yasalarının yürürlüğe girmesini” sağlamaya söz veriyorlar. Daha o akşam onlar Bürüksel’den dönmeden Ankara’nın Kızılay meydanından davullar zurnalar ile büyük bir bayram yapılıyor.

Ve bu tehlikeleri gören ve bizleri ikaz edenlerin sözleri, neden ülke yöneticilerine tesir etmiyor? Neden milletimiz böyle büyük bir tehlikede “uyanıklık ve şuur” gösteremiyor? Vatandaşlarımız, niçin oy verdiği partileri bunlar “AB’ci mi? Yoksa AB karşıtı” mıdır, diye değerlendirip oyunu ona göre kullanmıyor?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nevzat Laleli Arşivi