Halil Han

Halil Han

TEHLİKELİ OYUNLAR – BULMAK

TEHLİKELİ OYUNLAR – BULMAK

 

Buldum, bulduumm, diye haykırdı Arşimet. Fırladı sokağa çıplak, yalın. Umurunda değildi dünya. Kuş yüreği ürkekliği, nahif hâli, bulmanın sevinciyle yerle yeksan olmuştu. Bütün hâllerden azade, bulma hâlinde kavi…

Merdivenin ilk basamağında durup dinelirken çok katlı bir Budist tapınağının yazgısına daldı. Yağmur bereket kıvamını aşmış, topyekûn bir temizlik işine girişmişti. Bir korunak aramak boşunaydı. Bütün kıvrımlarında bir yorgunluk ve bıkkınlık haliyle ilk merdivende, ilk adımda kalakaldı. Bir sığınak bulmalı. Yoldan çıkacak. Boşa gidecek ilk basamak, ilk adım. Önü açık, yürüse gidecek. Yolun açık olması her zaman yürüme fırsat sunmuyor insana. Açıklık, yetmiyor yol almak için.

Bulmaya, menzile odaklananlar, yolun gizemini çözemiyor çoğu zaman. Geriye, daha da geriye gitti. İşte bir elma ağacı. Ne kadar da büyümüş. Bir elma ağacının bu kadar büyüyebildiğine ilk defa şahit oluyordu. Gür yapraklarının altına sıkışıverdi. Hayret ki ne hayret. Yanından geçmiş ve fakat hiç fark etmemişti. Yalnız, kimseler yok etrafta. Bulanık sel suları, dereye nizam veriyor. Kuru yapraklar, dallar, kırmızı bir şemsiye -kim bilir kim düşürmüş- sele teslim olmuş, sürükleniyor. Sürüklüyor her şeyi sel suları. Yağmura hükmeden bir şey var. Bir sağa bir sola savruluyor iri ve sürekli damlalar. Rüzgâr… Güneş kaybolmuş. Kararmış benzi gökyüzünün, kapkara…

Dinecek gibi değil ama ne yapmalı? Sıkıştı bu ağacın altında. Oysa nasıl bir hevesle çıkmıştı yola. Hevesi sürükleniyor sel sularında, hayali… İyice sindi ağacın altına. Üşüyor besbelli. Dönse gidecek yeri yok. Gitse bir meçhul. Bulabilecek mi aradığını. Bir yokluktan, başka bir yokluğa bir yolculuk bu.

Kara paltosunu iyice kafasına çekti. Her yanı ıslanmış. Kırçıl sakallarına bile işlemiş. Yağmur damlalarını vücudunda hissediyor. Acıkmış ki hem de nasıl? Unutmuş ki açlığı hem de nasıl? Rüzgâra daha fazla direnemeyen bir elma düşüyor kafasına. Yerçekimi kanunu bulunmasaydı kesin ben bulurdum. İnsanlar bazı şeylerin tesadüfen bulunduğunu zannederler. Koca bir saçmalık. Hepsi koca bir planın parçası. Orada, o elma ağacının altında, kaç kişinin kafasına düştü de bu elmalar, niye kimse bulamadı? Kimse aramıyordu çünkü. Bulmak asla tesadüfi bir şey değildir. Belki yardımcı olur ama hiçbir bulmak, sonuç olarak bir tesadüfe bağlanamaz.

Sel kapacak elmayı. Yuvarlanıyor. Yakalasın, çıksın ağacın altından. Koştu, yetişti, ayağı kaydı, yere düştü ama yakaladı elmayı. Bir elma için bile sığınağından çıkması gerekiyor insanın. Bir elma için bile göze almak gerekiyor sel sularını. Dalından kopmuş, tazecik bir elma. Titreyen elleriyle götürdü ağzına elmayı. Bir ısırık, bir ısırık daha… Çok güzelmiş. Yağmur sularına aldırmıyordu artık. Bu küçük, yuvarlak, kırmızı topu lezzetli yapan; tadı mıdır yoksa duyulan ihtiyaç mıdır, bilinmez. Sunulan tatla, bulunan lezzet şartlara veya ortama göre değişir mi? Kaç defa yemişti oysaki bu küçük elmalardan, hiç bu kadar iştahla yediğini görmedim. Demek ki aynı şeye sahip olanlar, aynı şeyi bulanlar, her zaman aynı anlama ulaşamıyor. Aynı şeye sahip olanlar, her zaman aynı şeye sahip olmuyor, olamıyor.

Diniyor galiba yağmur, gidiyor başka yerlere. Sel suları azaldı. Çimenler görünür oldu. Koca koca kütükleri önüne katıp sürükleyen sel suları, çimenleri es geçmiş. Hayret! Yağmur taneleri de iyice küçüldü. Uzaklarda güneş izi var. Ha gayret. Dağılacak birazdan bulutlar. Güneş bulacak bizi. İşte göründü, görünecek. Her taraf hala ıslak. Patlattı işte bulutları, parladı birden güneş. Hiç bu kadar aramamıştı güneşi. Hiç bu kadar ihtiyaç duymamıştı. Şimdi bir elma daha yemeli keyifle. Bir ısırık, bir ısırık daha… Arayış merdivenlerinden uzaklaştığını bile unuttu. İlla gitmek mi gerekir bulmak için? Güneş iyice kendini göstermeye başladı. Etrafına bakındı. Her yer pırıl pırıl. Yağan yağmurun ıslattığı her şey… Ağaçlar, çimenler, dere, ileride belli belirsiz görülen bir ev, parıl parıl parlıyor. Bir huzur kapladı içini. Yağmur yağmasa bulamayacaktı bu parlaklığı, huzuru. Hayır, tesadüf yok! Aramasa bulamazdı. Çıkardı ıslak elbiselerini, astı ağacın dalına. Çırılçıplak kaldı. Buna bir isim vermeliydi. Bu huzurun bir adı olmalıydı. Çıplak haliyle gülümsedi. Arşimet geldi aklına. Buldum, dedi; bulduumm:

Suyun Kandırma Kuvveti…

Bulanlar, ancak arayanlardır!

Bakî selam ve muhabbetle…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Halil Han Arşivi