Solgun mutluluklar
İçimi titreten bir sestir her gün.
Saat her çalışında tekrar eder:
Ne yaptın tarlanı, nerede hasadın?
Elin boş mu gireceksin geceye?
Bir düşünsen yarıyı buldu ömrün.
Gençlik böyledir işte, gelir gider;
Ve kırılır sonra kolun kanadın;
Koşarsın pencereden pencereye.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın yukardaki ‘Gençlik Böyledir’ dizelerini okurken çocukluk yıllarıma gittim. Başka bir şairin deyimiyle ‘avarelik günleri’ne. Psikolojimle yüzleşirken kalemimle dertleştim. Yazıya dönüştü kâğıda döküldü sözcükler.
Çocukken yaşanmış ‘an’lar vardır. Kaygılı olmadığımız, sorumluluklarımızın farkında değilken yaşadığımız, o anın tadını çıkarmaya can attığımız oyunlar, arkadaşlıklar, gezmeler, okul hayatı, ev hayatı…
Bizlere büyükler/baba, anne, amca, dede, dayı, hala, teyze, abiler, ablalar destekler, yardımcı olur, rehberlik eder, yönlendirirler (di). Ya şimdiler?
Şimdilerde kantarın topuzu kaçtı. Herşey aşırılıklara ya da yok saymalara dönüştü. Çocukların, gençlerin yerine tasalanan, kaygılanan büyükler. Onlara yardımdan daha çok gençleri telaşa düşüren, onları strese sokan ‘ilgi’ler. ‘İlgi zehirlemesi’ diyebileceğimiz kadar hayallerini, geleceklerini ipotek altına alan ‘büyüklerin kaygıları’.
Çocukluğumuzdaki hayallerinden uyanan biz gençler, artık gelecek hülyaları kurmaktansa gerçekçi hayatı önemsemiştik. Çünkü önümüzdeki model kişilikler bizim kendi hedeflerimize birer yol gösterici idi. Tedirginlik uyandırıcı bir intiba uyandırmaktansa yaratıcıya olan güven ve bağlılıkla destekçi olmaya azmederlerdi. ‘Allah var keder yok!’ anlayışıyla tabiri caizse Osmanlı‘daki düstur edinilen beş esas onların destek ve yönlendirmelerinde hakimdi: ‘Er-rızku al'Allah’; Rızkı veren Allah'tır. Başkasının önünde eğilme, ‘Tevekkeltü al'Allah’; Allah'a dayan, ‘Ya Nasip’; Eğer nasipse olur, ‘Ya Sabır’; Vaktinden önce bahar gelmez, ‘Bu Da Geçer Ya Hû’; Hersey geçicidir Bakî Allah'tır. Ya şimdiler?
Şimdilerde şu içi boş sözcüklerle güven vermekteyiz! ‘An’ı yaşamalısın, Senin hayatına kimse karışamaz, Gününü gün etmelisin, Kendi ayakların üzerinde durmalısın, Sen her şeyi başarırsın, başarısızlık sana uğramaz! Böylece beyhudeliğe iten anlayışlar sardı gençliği. Şimdilerde bütün gençliklerini bir kara bulut gibi kaplayan gelecek kaygıları var liseli ve üniversitelilerde. Askerlik sonrası iş, eş arayan okumuş-okumamış gençlikte. Yazık ediyoruz onların yaşamlarını ‘dalda çürütmek’le. Askıda kalan hayatlarını onlara giydirmeyi başaramıyoruz. Sevgimiz aşırı, nefretimiz maalesef durdurulamaz. Kendi kararsızlıklarımızı onlara ‘güven bunalımı’ olarak yansıtıyor ve aşılıyoruz. Onlarda böylece güvensiz kişilik sergiliyor. Hemen her şey çarçabuk olsun bitsin istiyoruz. Onlarda bizim sabırsızlığımız karşısında güvensiz ve panik içinde kalıyorlar. Sonra bütün düşünceleri geçim yükü, hayat gailesi oluyor. Tek odaklandığı şey omuzlara binen yük ve gelecek kaygısı. Ama neden? Neden çocuklarımızı, gençlerimizi kendi tutarsızlıklarımızla bocalatıyoruz? Neden onların bütün iyi düşüncelerini, mutluluk hayallerini karartıyoruz?
Ne ektik de ne biçtik? Her kuşağın da kendi farklılıkları vardır. Bu farklılıklar içerisinde bir anlam bulurlar. Ama insan ve insana ait ‘öz’ değişmez. Değişmemeliydi. Siz özgürsünüz! diye dayatılan yaşantılar, filmler, oyunlar onları tutsak yapmadı mı? Bağımlı kişilikler türemedi mi? Bizler bu duruma seyirci kalmadık mı?
Yarını kurtarmak adına gençlere koyduğumuz bütün kurallar, vaatler, umutlar geleceklerini kurtarmak için! Ne var ki soyut ve yüzeysel. Dijital çağın çocukluklarına sanal tecrübeler yansıttık. Gerçek hayatla sanal kurgularımız şimdilerle uyuşmadı. Çatışmalar, hayal kırıklıkları bir yana yaşama adapte olamayan ‘dalında çürümüş kalmış’ -bırakın meyveyi- toprağa düşemeyen yaprak olarak kalmalarına seyirci kaldık. Toprağa/geleceğe/insanlığa kavuşma özlemleri özgürlüğe kopamadan, için için çürüdü.
Ne gençlik yıllarından ne delikanlılık zamanlarından mutlular. Özlemleri büyük, hayalleri kırık gençler. Şimdilerde endişe dolu bir kâbus gibi çökmüş gençlerin hayatına. Onları yönlendirseydik; gençlere ‘naylon gelecek’ inşa etmese idik. Doğrularına prim verip, yanlışlarında –başka suçlular aramadan- hedef saptırmadan ellerinden tutsaydık. Yanlışlarını, hatalarını tövbe ile düzeltilmiş doğrulara yönlendirebilseydik. Gencin, hayatın parçası olduğu sürece birçok değişimin öznesi olabileceğini vurgulasaydık. Değişirse, dünyanın çehresinin değişeceğini, hatta yaşantılarındaki ‘solgun mutluluk’ların son bulacağını. Dönüşürse sıradanlaşacağını… Herşeyin ‘imani bir değişim’le başlayabileceğini, içimizdeki heveslere başkaldırıyla, o şeylerin anlamlı ‘hedef’ler olabileceğini. Kendisi değişmezse bunu göremeyeceğini söyleseydik onlara. Onlar yakınıyor yaşayamadıklarından. Biz büyükler dizimizi dövüyoruz onları dalda çürüttüğümüzden.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.