Sokak Çocukları güçlüdür
Masrafın ve israfın gırla aktığı, aç gözlerin yine de hiç ama hiç doymadığı, her tarafa yönelip kusur ve açık arayan bakışların kol gezdiği, içinde “acaba verdiğimiz paranın hakkını/karşılığını alabiliyor muyuz?” yazılı soru baloncuklarının, nerdeyse görünür ve elle tutulur bir şekilde havada uçuştuğu, şu her şey dahil mi, ultra mıdır nedir, o otellerin birindeyim şu anda. Hayata açılan bir parantezin, gerçek dışı bir simülasyonun içindeyim ve el yordamıyla oluşturulmaya çalışılmış sahte bir atmosferi soluyor gibiyim. Beynim oksijensiz kalmasa bari…
Yılın 360 gününde ekmek peynirle doyabilen insan, kalan 3 5 gün içinde, bambaşka büyüklükteki ve yapıdaki bir mideye sahip oluyor, sanki. İçi, arzu ve ihtirasla kaynayan bir mideye… Envai çeşit soğuk, ılık ve sıcak yemek de yetersiz, o caanım tatlılar da hep biraz ‘şekersiz’ gibi. Dedim ya zaten, gerçek yaşamın dışına akıp taşmış, kalınan bir gece için önceden kenara parası ayrılmış, sadece burada giymelik birkaç parça giysinin edinildiği ve bu kıyafetlerin akıbetinin seneye “Allah Kerim!” olduğu, o 365 günün içinde ama kesinlikle ayrı bir parantezle, diğer günlerle arasına bir mesafe ve ayrıcalık koymuş günlerin zamanında ve mekanındayım. Bu toz pembe rüyanın içindeyken, tüm bunların bir yanılsama olduğunun da ayırdındayım ve biliyorum ki oksijenin kesinlikle böyle bir rengi yok. Beynim oksijensiz kalmasa bari, demiş miydim?
Buradaki yaşantıyı, alıp da gerçek hayatın dışına taşıran şey, tam olarak nedir diye düşünüyorum, geldiğimden beri. Her dakikanın ve noktanın içine kadar girip sinmiş bir basitlik ve kolaylık mı? Bunların bile mi fazlası zarar olabiliyormuş bünyeye, meğer? Kolaylık, gerçeğe aykırı ve zor bir şey mi? Ama öncelikle şunu da belirtmeliyim ki, takıldığım bir diğer şey de, işin bitiş ve dönüş kısmı. Uykudan aniden uyanır gibi olmaz mı insan, hiç? Kimin evinde her akşam öyle açık büfeler hazırlanır ki? Kimin evinin içindeki oksijen, toz pembe bir renktedir, ya da? Oksijenin rengi yoktu gerçi, değil mi? Peki her şey önceden düşünülüp hazırlanmış ve konfor da bir ihtiyaç; hayati bir olmazsa olmaz mıdır, herhangi birinin evinde ya da hayatında? Yok canım, daha neler!
O fazla basitlik ve kolaylık… İnsan son derece, bulunduğu kaba göre şekil alabilen, ortamına göre bir bukalemun gibi renk değiştirebilen, akışkan ve bükülebilir bir varlıktır. Attan inip eşeğe binmek şöyle dursun, upuzun yolları yalınayak, sonuna dek adımlayabilir bile. O hayatta kalma ve yaşama içgüdüsü var ya hani…
Yalnız, bir çocuğu/insanı yetiştirirken örneğin, ancak zor(layıcı) şartlar güçlendirebilir, onu. Kolunuzu hiç zorlamazsanız, o şişkin pazulara sahip olamazsınız, mesela. Hani biz önümüzü kış tutalım da, bırakalım yaz yine gelirse gelsin. Açık büfelerin içindeki yemeklerden yemek seçip beğenen kişinin midesi, hazırda, kuru ekmeğe de alışkın ve razı olmalıdır, yani. Aksi halde, zor şartlar için, önceden hiçbir eğitimi ve idmanı olmayan bünye, en basit şeyler için bile bocalayıp takılabilir; hiç olmadı, mutsuz ve tatminsiz olabilir. Halbuki bir sokak çocuğunu alıp da konfor dolu bir hayatın içine koysanız, fazlasıyla kıymet bilip mutlu olacaktır. Zaten, tatminsizlik ve hatta bunun getirisi olan psikosomatik hastalıklar bile, en çok, zengin ailelerin bir türlü yüzleri gülmeyen çocukları ve bireyleri arasında yaygındır. Ne demiştim, bükülebilir olanın, kırılması ihtimalinden söz edilemez, öyle değil mi?
Kısa bir otel tatilini, getirip böyle bir konuya bağladım. Aslında daha yazacak çok şey vardı ama, bana ayrılan bölümün sonuna geldim yine, bu haftalık. Ve şimdi otelden dönüş zamanı…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.