Sevgi toplumuna doğru Mutluluğun Özü Sevgidir
Sevgi toplumu, fertlerin birbirlerine sevgi ve hürmetle yaklaştığı bir toplumdur. Bu toplumda her şey müspet (olumlu) düşünülmeye çalışılır, her şey müspet ölçüler ile ölçülür. Bu sistemde her zaman, “İçi yarısına kadar dolu bir bardağın dolu tarafını görmek esastır. Boş tarafına da makul bir gerekçe bulmak ve bu boşluğu doldurabilmek için çalışmak şarttır” Böyle bir düşünce tarzı insanı huzur içerisine sokar, aksi durum ise insanı huzursuz kılar. Huzursuzluk başarısızlığı getirirken, huzurlu bir ortama sahip olan insan çalışmasının bir gayesi olduğu görülür.
Bardağın yarısının boş olduğunu görmek, üzülmek, dertlenmek, ağlamak veya sızlamak insana bir şey kazandırmaz. Bilakis insanın ümidini kırar, çalışma azminin kaybolmasına sebep olur. Elbette boş tarafının da dolmasına çalışmak, bunun için çareler aramak esastır. Fakat dolmayınca veya dolduramayınca ümitsizliğe kapılmak yoktur.
Her toplumda olduğu gibi sevgi toplumunda da var olan kötüler ve kötülükler, insan vicdanında iyilik ve güzelliklere dönüştürülmeye çalışılır. Eğer bu konudaki eğitim, öğretim ve terbiye o insanın kötülük yapmasını önleyememişse, bu kere yapılan her kötülüğe uygun ama şiddetli ceza verileceğini bilinir ve bu kere de cezadan korkularak hiç kimse o kötülüğü yapmaz, yapamaz.
KÖTÜLÜĞÜ OLMADAN ÖNLEMEK
Dikkat edilecek önemli bir husus, “sevgi toplumu” bir kötülük yapıldıktan sonra ona önlem almak veya ceza vermek değil, o kötülüğü baştan önlemeye çalışır.
Bu toplumda cezanın şiddetli olması, “işlenecek suçun caydırıcılığını sağlamak” içindir. Böylece toplumda ki kötü kişiler ile kötülükler mümkün olabilen en az seviyeye indirilmiş olur. Bu da ferdin ve toplumun güven duygusu içinde yaşamasını sağlar.
Yoksa birinin “anası ağladıktan…” sonra kalmış, bu suçu yapanın anasını ağlatmışsan, bu toplumdaki gerginliği gideremez ve sevgiyi pekiştiremez. Zira anası ağlayanın anası bir başkasının anasının ağlamasıyla mutlu olamaz, yüzü gülemez.
Kin ve nefretin olduğu toplumlarda işlenen kötülüklere verilen cezalar (güya insancıl olması adına) daha hafif olduğu için suçun işlenmesini önleyememektedir. Adam cezasını çekerken kinlenmekte ve hatta bilenmektedir. Aynı adam ve daha sonra aynı suçu tekrar işleyebilmektedir. Bu durum kötülükleri önlenemediği için toplumda güvensizlik duygusu gelişir ve mutluluk yok olur.
Sevgi toplumunda aslolan insanların birbirlerine iyilik yapması olduğundan, “Kötü örnek, örnek olamazlar” kuralınca topluma yön veren medya (gazete, dergi, TV ve Internet gibi) organlarınca, yapılan kötülükler gündeme getirilmezler. Onun yerine iyilik yapanların tanıtılması, alkışlanması ve ödüllendirilmesi yoluna gidilir. Böylece toplumda iyilik yapma teşvik edilmiş ve insanların iyiliğe yönlendirilmesi sağlanmış olur.
Örneğin; Altın portakal film festivallerinde, kocasını aldatarak iyi rol yapan bir film yıldızına, “altın portakal ödülü” verileceğine, bir mübarek Ramazan günü evine yiyecek götüremeyen bir dul veya yetim insana iyilik yapan bir insana bu “altın portakal ödülü” verilir ve o TV kameralarının önüne çıkarılırsa, toplum yardımlaşma ve dayanışmaya yönlendirilmiş olur.
DAYANIŞMA SEVGİYİ ARTIRIR
Düşüncelerimizi bir an için; “Fertleri birbirlerine yardımcı olan, diğerkâm…” insanların yaşadığı bir toplum” ile “fertleri sadece kendi nefislerini tatmin için uğraşan, materyalist…” bir toplum modellerine toplayınız. Sizce bu iki toplumdan hangisinde insanlar daha mesut ve daha mutludurlar?
Bu toplumları şöyle de irdeleyebiliriz. “Toplumda ben varım ama diğer insanlarda kardeşlerimdir. Benim sahibi olduğum her şeyde onlarında hakkı vardır” mı demeliyiz? Yoksa “Ben kazandım, bunlar bana aittir. Kimselere kaptırmam” mı demeliyiz. Eline geçen her şeyi toplumda özellikle yoksun ve fakirlerle paylaşabilen insanların yer aldığı bir toplum mu mutluluğu yakalayabilir, yoksa “Rabbena, hep bana…” diyen insanların yer aldığı bir topluluk mu?
Yardımlaşma ve dayanışmanın önemini vurgulayan bir temsili hikâyeyi size anlatmak istiyorum. “Cennet ve Cehennem birbirlerine benzeyen iki ayrı yerlermiş. Oralara gidenlerin önlerine yemeleri için büyük kazanlarda yemekler koymuşlar ve insanların kollarına da çok uzun saplı kaşıklar bağlamışlar.
Cennetteki insanlar gayet şen şakrak, birbirlerine şakalar yaparak yemeklerini büyük bir neşe içerisinde yerler ve karınları tok yaşarlarken, Cehennemdekiler, birbirlerini itham etmekte (suçlamakta), küfürler etmekte ve açlıktan “bir deri bir kemik…” kalan halleriyle kıvran maktalarmış.
Her iki yerde de şartlar aynı olduğu halde, Cennette yaşayanların mutluluğu ve neşeleri ile Cehennemde yaşayan insanların arasındaki geçimsizlik ve mutsuzluğu sağlayan neymiş biliyor musunuz?
Cennettekiler, uzun saplı kaşıklarla önlerinde ki büyük kazanlardan aldıkları yemekleri karşılarındaki kardeşlerine yedirirler, onlara ikram ederlerken, Cehennemdekiler, uzun saplı kaşıkları kendi ağızlarına götürmeye çalışılar ama kaşıkların sapı uzun olduğundan yemeği yiyemez, beslenemezler ve yere dökerlermiş”
SEVGİ TOPLUMUNU
İNŞA EDENLER
Ne dersiniz, “Akıl için yol bir değil midir?” Toplumun mutluluğu, fertlerinin mutluluğundan, toplumun ızdırabı ise fertlerinin bencilliğinden kaynaklanmıyor mu? Siz olsanız bu topluluklardan hangisinde yaşamak isterdiniz?
Anlattığım şeylerin, ütopik (hayali) şeyler olduğunu zannetmeyiniz. Tarihte bu toplumlar oluşturulmuş ve bütün insanlık ta mutlu olmuştur.
Size Peygamberlerle, Firavunlar arasındaki farkı anlatmaya çalıştığımı ifade etmeliyim. Elbette ki sevgi toplumunda model (örnek) insan Peygamberlerdir, ve asrımızda Peygamberimizdir.
Öyle bir zaman gelmiştir ki; “Hadramut’tan Yemen’e (araları çok uzak iki bölge) giden bir kervan kurt korkusundan başka korku yaşamamıştır”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.