İsmail Okutan

İsmail Okutan

Penceresiz evlerde yalnız kalmış hüzünler

Penceresiz evlerde yalnız kalmış hüzünler

Ankara'nın Altındağ ilçesinin merkez semtlerinden biri olan Yenidoğan’da, gecekondudan bozma bir evdeyim. Gecekonduyu anladık ama gecekondudan bozma da ne demektir dediğinizi duyar gibiyim. Evet, gecekondudan bozma demek şu demektir; evde pencere yok, cam yok, soba yok, kapı kırık, mutfak yok, banyo yok, tuvaletle banyo aynı yerde. Ama buna rağmen kira verilerek oturuluyor. İlk sahibi terk edip gitmiş, savaştan kaçıp ülkemize sığınan Suriyeli, Afganlı ailelerin boş bulup sığındığı evler. Ankara kalesinin karşısındaki dağın diğer eteklerinde, Hacı Bayram Veli Camiine yürüyerek 20 dakikalık mesafede, bir zamanlar huzur semti olan bu bölgede şimdi geri kalmışlık, sefalet kol geziyor. Buraya her geldiğimde başka bir zamandan, ya da çağdışı bir zamandan kalma bir anı yaşadığımı hissediyorum adeta. Ankara’nın en merkezi, en değerli semtlerinden bir yer olan burası savaş bölgelerinden kalma yıkık bir şehri andırıyor.

**
Bu evlerden bir eve ziyaret gerçekleştiriyorum. Önce gecekonduların boşalmasıyla birlikte sahipsiz kalmış köpek sürüsünün ortasından geçerek eve ulaşıyorum. Eve kırık tahta merdivenlerden düşmemek için itina ile basamaklara basarak çıkıyorum.  İlk girdiğim odanın duvarı çatlamış, yıkılmak üzere, bu yüzden burası kullanılmıyor. Evin antresine giriyorum. Kapı eşiğinde yer tahtaları kırılıp çökmüş. Bu kırık yere basıp düşmemek için etrafından dolanıp yeni bir odaya giriliyor. Fakat bu odanın da penceresinde ne cam var ne çerçeve. Oradan başka bir odaya giriliyor. Bu odanın da aynı şekilde penceresinde cam ve çerçevesi yok. Soğuktan korunmak amacıyla battaniye ile kapatıldığı için odanın içi gündüz bile karanlık. 8 çocuğu ile birlikte bir aile burada oturup kalkıyor. Odada sadece yerde duran eski birkaç kilim var. Bir köşede yatmak için birkaç sünger ve battaniyeden başka bir ev eşyası yok. Yerde yatıyorlar, yerde yemek yiyorlar. Evde yemek hazırlamak için bir mutfak yok.
**
Evde bulunduğum süre içinde çocukları görüyorum orada. Zaten geliş amacım onlar. Beni buraya getiren şey bu çocukların varlığından haberdar almaktı. Onları alıp okula götürmek, okullu yapmak istiyorum. İsimlerini soruyorum. Gülümseyerek bakıyorum gözlerine. Fakat onlar gözlerini kaçırıyorlar benim gözlerimden. Çünkü onlar gülümsemeyi unutmuş gibiler. Savaş ortamından kaçıp gelmişler ama savaş ortamından daha kötü bir ortamda yaşamaya razı olmuşlar. En azından burada tepelerinden savaş uçakları geçmiyor. Hiç değilse bomba düşmüyor evlerin içine. Yüzlerinde durgun, üzgün, endişeli ve ürkek bir bakış var.  Bakınca bu çocukların ilgiye, sevgiye, merhamete ve eğitime muhtaç olduklarını anlıyorum.
**
Ve sonra elbette bu çocukların gözlerine bakmak ne güzel bir duygu. Yüreklerine dokunmak, hayatlarına dokunmak, hayata tutunmalarını sağlamak ne güzel bir eylem. O sonsuz güzel gözlerin içine bakıp güven vermek, yaklaşmak ve kucaklaşmak ne güzel bir eylem. Kaderleri keder dolu bu gözlerin gülümsemesini sağlamak ne güzel bir merhamet.  Çocuklar hep susup bakıyorlar. Belki geleceklerine bakıyorlar. Belki de geçmişlerine bakıyorlar. Aslında bu derin suskunluğun içinde ne travmalar, ne hüzünler, ne acılar var ki biz bilemiyoruz. Biz duyamayız çığlıklarını ve acılarını.  Ve sonra elbette bu savaş çocuklarının yüzlerine bakmak ne güzel bir duygu. Sonsuz güzel yüzlerine bakıyorum. Baktığım her bir çocuğun yüzünde ülkemden, köyümden, okulumdan bir çocuğun yüzünü görüyorum. Ülkemden bir insanın bir parçasını buluyorum. Onlar da bakıyorlar yüzüme. Öyle hasret kalmışlar ki ilgiye, sevgiye, merhamete ki saçlarını okşayıp baktığımda gülümseyerek kelime kullanmadan sessiz konuşuyorlar. Sizin şu güzel yüzünüzü gülümsetebilsem yeter bana.  
Ve elbette bizim şu kirli, yaralı, parçalanmış bilinçlerimizi kurtarmak, sizin hayatlarınızı kurtarmak kadar önemli bir meseledir.  Ne yapmam gerekir bu çocuklar için? Sizi dilenci, yalancı, korkak ve kötü insan zanneden şu önyargılı, bilinçsiz insanlara doğruyu göstermek için ne yapmak gerekir diye soruyorum kendime.
Güzel yüzlerinize, mavi, siyah, kahverengi güzel gözlerinize baktıkça kendi insanlığıma geri dönüyorum. Ben arık sizin yüzünüze bakmaktan korkmuyorum. Çünkü yüzünüze baktıkça büyük insanlık idealimi yeniden kuşanıyorum. Merhamet ve sevgiyi yeniden dolduruyorum yüreğime. Yüzünüze baktıkça barışın, adaletin ve sevginin peşinden ayrılmamaya ant içiyorum.
Ben çocuklara bakıyorum, onlar bana. Ellerinden tutup okula doğru yürüyorum. Sahipsiz bırakılmış, hayatın kenarına itilmiş, Ankara’nın varoşlarında, gecekondu evlerinde kaybolmaya yüz tutmuş bu savaş çocuklarının ellerinden tutup hayata katmanın, hayata tutunmalarını sağlamanın mutluluğunu yaşıyorum.  
Penceresiz evlerde yalnız kalmış hüzünlere esir olan bu hayatları kurtarmanın mutluluğunu yaşıyorum.


    

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsmail Okutan Arşivi