Ölçümüz Nedir?
Bir şey tutacaksınız, ölçünüz nedir?
Bir şey söyleyeceksiniz, ölçünüz nedir?
Bir şeye bakacaksınız, neyi ölçü alırsınız?
Düşüneceksiniz bir şeyi, nedir ölçünüz?
Ve bir adım atacaksınız, ölçünüz nedir?
* * *
Evet, hayat zaten bunlardan ibaret. O halde hayatımızı yaşarken nedir kıstasımız? Neye ya da nelere dayanarak bakıyoruz, konuşuyoruz, düşünüyoruz, tutuyoruz? Hangi adımları neye göre atıyoruz? Hangi birimde olursak olalım, bize yön veren ve bizi sorgulayan şey nedir?
Sorulara boğdum galiba sizleri. Ama bugün insanımız öylesine mesnetsiz şeyleri ölçü ediniyor ki, gerçekten üzülüyor, acı ve ızdırap duyuyoruz. Bu, bir boşluğu, boşvermişliği, düşüncesizliği ve en önemlisi de âhiret hayatının unutuluşunu öne çıkarıyor. Yazık değil mi böylesine bir hayata! İnsan, kendisi için en önemli hayat olan âhiret yurdunu, dünya hayatından başka nerede kazanabilir ki? Buradan göçtükten sonra mı? Var mıdır böyle bir imkân?
İnsanı asıl şaşırtan şey, dînî bütünlüğüne güvendiğiniz bir kardeşinizin hali. Bakıyor ve şaşkınlık içerisinde kalıyorsunuz. “Aman ya Rabbî! Benim tanıdığım insan bu mudur? Gözlerime inanamıyorum. Nasıl olur, nasıl yapar böyle bir şeyi? Nereye sığdırıyor bunu?”
“Eyvah!” diyor ve gözyaşlarınızı bastırıyorsunuz bağrınıza.
Belki nice figanlar ediyorsunuz kendi kendinize.
Allah için seviyor ve güveniyordunuz ona. Ama bakıyorsunuz, yavrusunun dünya istikbali için gösterdiği gayretin yarısını, âhiret istikbaline harcamıyor.
Aile fertlerinin mü’mince yaşaması için gereken gayreti göstermiyor.
Ticaret yapıyorsa, İslâmî anlamda yapma gibi bir derdi yok.
İşçiyse, memursa ya da amirse İslâmî ölçüleri görmezlikten geliyor.
Çiftçiyse, kredilere nasıl da dalıyor?
İnsanların yetki verdiği bir kimse ise; yine onlardan gelen paraları Allah’ın ölçülerine uygun mudur diye sorgulamadan harcıyor. İnsanları rahatlatmak, neş’elendirmek, onları memnun etmek adına eğlenceler, programlar düzenliyor.
Pekâlâ! Allah’ı memnun etmek nerede?
Evet, hiç düşündük mü Allah (c.c.)’i memnun etmeyi? O’nun bizden razı olmasını?
Bütün bunlar sonucunda acaba yarın, O’nun sorularına nasıl cevap vereceğiz?
Bakışın, görüşün, tutuşun, yürüyüşün ve söyleyişin hesaba çekileceği bir gün gelecek, hatta onların birisi yaptıklarını söylerken, diğeri şahitlik edecek. Yalan söylemek ne mümkün:
“O gün onların ağızlarını mühürleriz. Kazandıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.” (36 Yasin 65)
Yoksa o günü çok mu uzak görüyoruz?
Dünya hayatını peşin, ebedî hayatı ise veresiye mi sayıyoruz?
Bir gün yaptıklarımızdan tevbe eder ve kendimizi affettiririz mi sanıyoruz?
Unutmayalım ki böylesine düşünceler, şeytanın vesvesesinden başka bir şey değildir.
Aslında o gün, o kadar yakındır ki bizlere! Sadece son nefesin verilmesiyle hemen oracıkta bulacak insan kendisini.
Ah, nelerini vermek istemeyecek ki o gün. Onlar olsa da verse. Sonra onların bir kıymeti olsa ya…
O halde şimdi yeniden soralım kendimize ve sorgulayalım nefsimiz:
Şimdi ölçün nedir? Zîra:
“Şüphesiz Rabbin, daima gözetleme makamındadır.” (89 Fecr 14)
Yine bilelim ki;
“Öyle bir günden korkun ki, o günde hiçbir kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz. Hiç kimseden şefaat kabul olunmaz ve fidye de alınmaz, onlara asla yardım edilmez.” (2 Bakara 48)
İşte kulaklarımızda hep çınlaması gereken gerçekler…
Ölçüsü Allah’ın Kitabı ve Rasûlü’nün Sünneti olanlara ne mutlu!..
Bir şey söyleyeceksiniz, ölçünüz nedir?
Bir şeye bakacaksınız, neyi ölçü alırsınız?
Düşüneceksiniz bir şeyi, nedir ölçünüz?
Ve bir adım atacaksınız, ölçünüz nedir?
* * *
Evet, hayat zaten bunlardan ibaret. O halde hayatımızı yaşarken nedir kıstasımız? Neye ya da nelere dayanarak bakıyoruz, konuşuyoruz, düşünüyoruz, tutuyoruz? Hangi adımları neye göre atıyoruz? Hangi birimde olursak olalım, bize yön veren ve bizi sorgulayan şey nedir?
Sorulara boğdum galiba sizleri. Ama bugün insanımız öylesine mesnetsiz şeyleri ölçü ediniyor ki, gerçekten üzülüyor, acı ve ızdırap duyuyoruz. Bu, bir boşluğu, boşvermişliği, düşüncesizliği ve en önemlisi de âhiret hayatının unutuluşunu öne çıkarıyor. Yazık değil mi böylesine bir hayata! İnsan, kendisi için en önemli hayat olan âhiret yurdunu, dünya hayatından başka nerede kazanabilir ki? Buradan göçtükten sonra mı? Var mıdır böyle bir imkân?
İnsanı asıl şaşırtan şey, dînî bütünlüğüne güvendiğiniz bir kardeşinizin hali. Bakıyor ve şaşkınlık içerisinde kalıyorsunuz. “Aman ya Rabbî! Benim tanıdığım insan bu mudur? Gözlerime inanamıyorum. Nasıl olur, nasıl yapar böyle bir şeyi? Nereye sığdırıyor bunu?”
“Eyvah!” diyor ve gözyaşlarınızı bastırıyorsunuz bağrınıza.
Belki nice figanlar ediyorsunuz kendi kendinize.
Allah için seviyor ve güveniyordunuz ona. Ama bakıyorsunuz, yavrusunun dünya istikbali için gösterdiği gayretin yarısını, âhiret istikbaline harcamıyor.
Aile fertlerinin mü’mince yaşaması için gereken gayreti göstermiyor.
Ticaret yapıyorsa, İslâmî anlamda yapma gibi bir derdi yok.
İşçiyse, memursa ya da amirse İslâmî ölçüleri görmezlikten geliyor.
Çiftçiyse, kredilere nasıl da dalıyor?
İnsanların yetki verdiği bir kimse ise; yine onlardan gelen paraları Allah’ın ölçülerine uygun mudur diye sorgulamadan harcıyor. İnsanları rahatlatmak, neş’elendirmek, onları memnun etmek adına eğlenceler, programlar düzenliyor.
Pekâlâ! Allah’ı memnun etmek nerede?
Evet, hiç düşündük mü Allah (c.c.)’i memnun etmeyi? O’nun bizden razı olmasını?
Bütün bunlar sonucunda acaba yarın, O’nun sorularına nasıl cevap vereceğiz?
Bakışın, görüşün, tutuşun, yürüyüşün ve söyleyişin hesaba çekileceği bir gün gelecek, hatta onların birisi yaptıklarını söylerken, diğeri şahitlik edecek. Yalan söylemek ne mümkün:
“O gün onların ağızlarını mühürleriz. Kazandıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.” (36 Yasin 65)
Yoksa o günü çok mu uzak görüyoruz?
Dünya hayatını peşin, ebedî hayatı ise veresiye mi sayıyoruz?
Bir gün yaptıklarımızdan tevbe eder ve kendimizi affettiririz mi sanıyoruz?
Unutmayalım ki böylesine düşünceler, şeytanın vesvesesinden başka bir şey değildir.
Aslında o gün, o kadar yakındır ki bizlere! Sadece son nefesin verilmesiyle hemen oracıkta bulacak insan kendisini.
Ah, nelerini vermek istemeyecek ki o gün. Onlar olsa da verse. Sonra onların bir kıymeti olsa ya…
O halde şimdi yeniden soralım kendimize ve sorgulayalım nefsimiz:
Şimdi ölçün nedir? Zîra:
“Şüphesiz Rabbin, daima gözetleme makamındadır.” (89 Fecr 14)
Yine bilelim ki;
“Öyle bir günden korkun ki, o günde hiçbir kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz. Hiç kimseden şefaat kabul olunmaz ve fidye de alınmaz, onlara asla yardım edilmez.” (2 Bakara 48)
İşte kulaklarımızda hep çınlaması gereken gerçekler…
Ölçüsü Allah’ın Kitabı ve Rasûlü’nün Sünneti olanlara ne mutlu!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.