Küresel ekonomik kriz (4) Önce Ülkemiz Çarpıldı
Ticaret de para kazanma esasına göre kurulmuştur ama “kar ve zarar” gibi iki faktörü vardır. Yani bu işi yapan insan bir riziko taşımaktadır. Yaptığı işten kar da edebilir zarar da. Ticaretin bir önemli yönü de “başkalarının ihtiyaçlarını gidermeyi hedeflemiş” olmasıdır.
Faizle iç içe olan ülkelerde ekonomik şartlar öyle hazırlanmaktadır ki her yıl ne kadar borç ve bunun faizini ödersen öde, borcun ve faizin azalmamakta bilakis bir “çığ gibi katlanarak büyümektedir”
FAİZ ÖDEMESİNİN BOYUTLARI
Ankara Ticaret Odası’nın (ATO) Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı verilerinden yararlanarak yaptığı araştırmaya göre, bütçe açığının büyütülüp, hem dış hem de iç borçlanmaya ağırlık verilmeye başlanan 1983 yılını izleyen son 25 yıllık dönemde faiz ödemeleri adım adım bütçe harcamalarının en büyük bölümünü oluşturduğunu belirlenmiştir.
1983-2007 yılları arasında devlet, halktan topladığı her 100 dolarlık verginin 51 dolarını faiz ödemeleri için kullanmıştır. Yıllarca süren hatalı politikalar sebebiyle Türkiye 25 yılda bütçeden 433 milyar dolarlık faiz ödemesinde bulundu.
200 MİLYAR DOLARA ULAŞTI
Araştırmaya göre, Türkiye’nin maliye politikasına “vergi alma borç al” politikasının egemen olmaya başladığı 1983 yılında 942 milyon dolar olan bütçeden yapılan faiz ödemeleri, faiz oranlarının ve borçlanma miktarlarının artmasına paralel olarak her geçen yıl hızla büyüyerek son yıllarda bütçeden ödenen faiz 40 milyar dolara ulaşmıştır.
1983-2007 yıllarını kapsayan 25 yıllık dönemde Türkiye’nin toplam bütçe harcamaları 1 trilyon 316 milyar dolara ulaşırken, bunun 373,9 milyar doları iç, 59,4 milyar doları da dış olmak üzere toplam 433,3 milyar doları faiz ödemelerine gitti. Aynı dönemde yatırımların tutarı 100 milyar dolarda kalırken, personele de 335,8 milyar dolar ayrılmıştır. Memura yüzde 2 maaş artışı verirken eli titreyen yöneticiler, sıra faiz ödemelerine gelince halkının boğazını sıkarak bu parayı toplamakta ve IMF kanalıyla ödeme yapmaktadırlar.
Ekim ayı ortasında TBMM’ye sunulması gereken ve 225,9 milyar TL’ye ulaşan 2008 yılı bütçesinde faiz ödemelerine 59,3 milyar TL’lik bir ödenek ayrılması bekleniyor.
1983-2007 yılları arasında Türkiye’nin toplam bütçe harcamaları 1 milyar 315 milyon dolar olarak gerçekleşti. Bu harcamanın yüzde 32,9’u faiz ödemelerinden oluşmaktadır.
Devlet garantisi altında, Belediyelerin, KİT’lerin ve özel sektörün borç faizleriyle birlikte yıllık ödenen faiz 200 milyar doları bulmaktadır.
“SICAK PARA”NE DEMEK
Ülkemize “sıcak para “adıyla giren, ancak üretime ve ekonomik faaliyetlere katılmayan bir para vardır ki bunun miktarı 90 milyar dolar civarındadır. Bu para yabancılar tarafından ülkemize getirilmekte, devlet tahvilinde ve borsa’da döndürülmektedir. Bu paranın sağladığı gelir için 2007 yılı başından itibaren hükümet vergi almamaktadır.
Sıcak paranın ülkemize gelmesini sağlayan en önemli husus, İthalat ve ihracat arasında aleyhimize bir “ticaret açığı” oluşturmakta, diğer açıklarla birlikte cari açığın kapatılması zorunluluğu ise sıcak paranın ülkemize girmesini sağlamaktadır.
Hükümet dilerse ithalatı kısabilir veya üretim ve ihracatın artmasını sağlayacak önlemler alabilir. Ancak bu yola gidilmemektedir. Merkez bankası (cari açığı ödeyebilmek için) faizleri yüksek tutmaktadır. Faizler; ABD’de % 5.24, Japonya’da % 0.45, Almanya’da % 2.28’lerdedir. Ülkemizde ise faizlerin % 20’dir civarında olması yaşanması zor bir ortamı doğurmaktadır.
Tamamen Rantiyenin kazancı olan sıcak para ayrıca ekonomik göstergelere sokularak vatandaşımız iki açıdan aldatılmaktadır. Birincisi, sıcak para; “milli gelire dâhil edilmekte” ve milli gelir rakamlarını şişirmektedir. İkincisi de sıcak para sebebiyle döviz fiyatları YTL karşısında düşmekte, bu da “ekonomik istikrar olarak” takdim edilmektedir.
IMF’SİZ EKONOMİ OLMAZ MI?
IMF’nin ekonomisi üzerinde olumsuzluklarını tespit eden ülkeler bir müddet sonra aldıkları bir kararla IMF boyunduruğuna son vermektedirler. Bunlardan bilebildiğim iki ülkeden birisi güney Amerika’da ki Venezuela diğeri ise Malezya’dır. Ülkemizde 1996–97 yılları arasında ki Erbakan hükümeti de IMF’ye pabuç bırakmamış, o yıllar faiz ödemelerinden kurtardığı 10 milyar dolar, açılan ekonomik paketlerden 10 milyar dolar ve KİT karlarından bir o kadar parayı ülkenin memuruna, işçisine, taban fiyatları olarak çiftçisine, emeklisine vererek onların insanca yaşamalarına ait ilk ve ciddi adımı atmıştı.
IMF’nin eliyle ödediğimiz yıllık 200 milyar dolarımızı 5 yıl ödemeyerek elde edilecek 1 Trilyon doları ülkemizin refah ve kalkınması için harcayabilseydik, bakın neler olurdu.
“Devletin bütün iç ve dış borçları ödenerek sıfırlanır, her kese yoksulluk sınırının çok üzerinde maaş verilebilirdi. Herkese sağlık sigortası yapılabilirdi.
Adalet sisteminin bütün ihtiyaçları karşılanabilirdi. Herkese eğitim sağlanabilirdi. Herkese üniversite okuma imkânı verilebilirdi.
Her köyümüze asfalt yol yapılabilirdi. Türkiye’nin önemli her yerine otoban yollar yapılabilirdi.
GAP projesi gibi 22 tane GAP, 35 TELEKOM, 40 TÜPRAŞ, 80 ERDEMİR kurulabilirdi.
Mükemmel bir savunma sanayi sistemi çalışır hale gelirdi. Her ev en az 2000 dolarlık ek kaynak sağlanabilirdi.
Ve en çok önemli olan işsizlik önlenir 6 milyon işsizimize iş sağlanabilirdi.
Peki, bunlar niçin sağlanamıyor? İşte ülke idaresinin IMF’ye bağımlı olmakla olmamak arasındaki büyük fark burada görünmektedir. Ve hükümetleri de bizler seçiyoruz, ama seçim havasına kapılarak, horoz dövüşüne kanarak verilen oylarla olmuyor işte bu işler.
Gelecek yazı: TEKER TAŞA DAYANDI MI?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.