Kul Hakkı
“Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.” (Zilzâl Suresi 7- 8)
İnsanların birbirleri üzerinde hakları vardır. “Hak”, “Hukuk” ve “Adalet” kavramları aslında birbirini kapsayan geniş kavramlardır. Kişiye verilen “Yetki” nin “Cüz-i irade” ile şekil bulması sonucu, karşı taraftan istenen, talep edilen “şey” in hakka uygun olup olmadığı konusudur aslında “Hak” kavramı. Peki, “Kul Hakkı” dediğimiz zaman ne anlamalıyız?
Kul hakkı kavramını irdelediğimiz zaman karşımıza iki önemli husus çıkmaktadır. Bunlar : “Allah’ın hakları” (hukūkullah) ve “kulların hakları” (hukūk-ı ibâd) dır. Allah’a karşı tam anlamıyla kulluk görevini ifa etmek, emir ve yasaklarına uymak ile Allah’ın haklarını yerine getirmek mümkündür. Kul hakkı ise birbirimize karşı olan ödev ve sorumluluklarımızdır aslında. Ne şekilde olursa olsun insan kendisinin olmayan şeyi hakka ve hukuka aykırı elde ediyorsa kul hakkını ihlal ediyordur. Hırsızlık da kul hakkıdır ama günümüzde şekil değiştiren hırsızlık çeşitleri olan sosyal medya veya yazılımsal hırsızlık da kul hakkıdır. Haksız yoldan para kazanmak, hile yapmak, market raflarındaki gram hırsızlığı ve göz yanılmasına neden olmak da kul hakkıdır. Trafik de aslında her gün her daim kul hakkı imtihanından geçiyoruz, ama ne yazık ki farkında bile değiliz. İnsanların birbirlerine sözle hakaretleri, iftira atmaları, gayri meşru yollarla birbirlerinin mallarını yemeleri, kusur aramaları, gıybet etmeleri yani arkadan çekiştirmeleri de kul hakkıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) kul hakkı ile ilgili şu nasihatlerde bulunmuştur: “Bir kimsenin diye bir kimsenin haysiyetine yahut malına tecavüzden dolayı üzerinde bir hak bulunursa, altın ve gümüşün geçmediği hesap günü gelmeden helalleşsin. Aksi takdirde, yaptığı haksızlık ölçüsünde, iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden kimseye yüklenir.” (Buhari, “Mezalim”,10)
“Kibri, hıyaneti ve kul borcu olmayan mü’min, Cennet’e girer.” (Tirmizi, “Siyer”,21)
Peygamber Efendimiz (s.a.v) in bu uyarıları bizler için çok önemlidir. Kul hakkı sadece tövbe ile bağışlanmaz. Yine Peygamber Efendimiz vefatından hemen önce “Benim üzerimde kimin hakkı varsa gelsin, hakkını benden alsın ve helalleşsin” demiştir. Resûlullah (s.a.s.) veda hutbesinde; “Ey insanlar! Sizin canlarınız, mallarınız ırz ve namuslarınız, Rabbinize kavuşuncaya kadar dokunulmazdır.” (Buharî, Hac, 132 [1739, 1741]) buyurmuş; kul haklarını ihlal eden kişinin ahirette hüsrana uğrayacağını haber vermiştir (Müslim, Birr, 59 [2581]). Peki, üzerinde kul hakkı olan bir kimse ne yapmalıdır? Bu konuda Din İşleri Yüksek Kurulumuzun fetvasını sizlere arz ederek konumuza son vermek istiyorum.
“Mallarla ilgili kul hakkı ihlali durumunda; mevcutsa söz konusu malın kendisi, yoksa bedeli hak sahibine verilmelidir. Hak sahibinin hayatta olmaması hâlinde ise mirasçılarına teslim edilmelidir. Malın sahibi bilinmiyor veya kendisine ulaşmak mümkün olmuyorsa söz konusu mal veya bedeli hak sahibi adına fakirlere ya da hayır kurumlarına verilmelidir. Ayrıca yapılan bu hatadan dolayı samimi bir şekilde tövbe edip Allah’tan af ve mağfiret dilenmelidir. Hak ihlali; hakaret etme, küfür, yalan, gıybet, iftira, alay, istihza, rencide etme gibi insanın onur ve haysiyetine yönelikse bu durumda yapılması gereken, ortaya çıkan zarar ve mağduriyeti gidermek ve hak sahibiyle helalleşmektir. Buna imkân bulunmadığı durumlarda ise samimi bir tövbeden sonra hak sahibine hayır dua edilmeli, onun namına hayır hasenat yapılarak bu vebalden kurtulmaya çalışılmalıdır. Bu şekilde bir yol izlemenin manevî içerikli kul haklarına keffaret olabileceği bazı âlimler tarafından dile getirilmiştir (İbn Teymiyye, el-Fetâvâ’l-kübrâ, 1/113).
Selam, dua ve muhabbetlerimle.