Kudüs, Araplar ve Osmanlı (1)
Kudüs’ün İbranicedeki adı Yeruşalayim’dir. Batı dillerindeki adı da Jerusalem’dir. Müslümanlar “bereket, mübarek” gibi manalara gelen Kudüs demişlerdir. Kur’an-ı Kerimde Mescid-i Aksâ diye geçen ayetten Kudüs ve havalisi kastedilir.
Tarihi MÖ 5’inci asra kadar gider. Birçok yıkımlara, istilâlara ve el değiştirmelere maruz kalmıştır. Birçok peygamberin doğduğu ve ikamet ettiği bir şehirdir. Yahudilerce Tanrı Yahova’nın ikamet ettiği ve kıyamete kadar İsrail oğullarına başkent olarak verildiğine inanılır.
Yahudiler ibadet ve dualarında Kudüs’e dönmek mecburiyetindedirler. Hz. İsa bu şehirde doğup, dünyevi hayatı bu şehirde son bulduğu için, Hıristiyanlarca da kutsal şehir kabul edilir ve hac için buraya gelirler. Müslümanlar da ilk zamanlar Kudüs’e dönerek ibadet etmişlerdir. Daha sonra Kâbe’ye dönmeleri emredilmiştir.
Kur’an’da Mescid-i Aksâ ve havalisinin (Kudüs’ün) mübarek ve mükerrem bir yer olduğu, Hz. Peygamberin Mirac’a giderken burada namaz kıldığı bildirilir.1 Dolayısıyla üç büyük din tarafından da Kutsal bir şehir olduğu kabul edilir. Müslümanlar tarafından Mekke ve Medine’den sonra üçüncü mübarek ve mümtaz şehirdir.
Hz. Ömer’in hilafeti döneminde Ebu Ubeyde b. Cerrah komutasındaki İslâm orduları Filistin’i fethetmiş, Kudüs’ü de muhasara etmiştir. Şehrin patrik ve din adamları, şehri Halife Ömer’e teslim edeceklerini bildirmişler, M. 638 yılında Hz. Ömer’in gelmesiyle şehrin anahtarı teslim edilmiş, hiçbir zulüm ve katliam yapılmamış, kimsenin malına, canına bir zarar gelmemiştir.
Emeviler, Abbasiler, Fatımiler, Büyük Selçuklular döneminde Kudüs bir ilim ve irfan şehri olmuştur. Gayri Müslimler rahat ve huzur içinde yaşamışlardır.
Haçlı orduları 15 Temmuz 1099 da Kudüs’ü kuşatıp, 461 yıl İslam idaresinden sonra, Fatımî’lerin elinden almışlar, Hz. Ömer dönemindekinin aksine bütün Müslümanları, Müslümanlara yardım ettikleri gerekçesi ile bütün Yahudileri katletmişlerdir. Öldürülen bu insanların 70 bin civarında olduğu tarihi rivayetler arasındadır.
2 Ekim 1187 de Salahaddin Eyyubî tekrar alıncaya kadar 88 yıl Kudüs Haçlıların elinde kalmıştır. Salahaddin Eyyubî fethinde de yine kıyım ve katliam olmamış, isteyen gayri Müslimler her şeylerini alıp şehri terk etmişler, dileyenler de kalmışlardır.
1516 yılına kadar Eyyubiler, Fatımiler, Memlükler… Elinde kalan Kudüs, bu tarihte, Yavuz Sultan Selim’in Mercidabık Meydan Muharebesinde Memlükleri yenmesiyle Osmanlının eline geçmiştir.
1917 yılına kadar 401 sene Osmanlı idaresinde kalan ve birçok imar faaliyetleri gören, sosyal imkânlara kavuşan Kudüs, mezkür tarihte Osmanlı Ordusunun İngilizlere Kanal Savaşlarında yenilmesiyle elden çıkmıştır.
1948 yılına kadar İngilizlerin idaresinde kalan Filistin bölgesine birçok Yahudi iskân edilmiştir. Bu esnada Araplarla Yahudiler arasında birçok huzursuzluklar, isyanlar, arbedeler olmuş, 1948 yılında da Arap İsrail Savaşı vuku bulmuştur. Bu savaşta Kudüs ikiye bölünmüş, Batı Kudüs İsrail’in başşehri ilân edilmiştir. Doğu Kudüs Ürdün’de kalmıştır. İsrail 1980 de BM’in kınamalarına-boyamalarına! rağmen İsrail’in ebedi başşehri ilân edilmiştir.
Kudüs’ten başlamak üzere satın alma, el koyma, devletleştirme, zorla, baskıyla Arapların elinden alma yöntemleriyle yarım asra varmadan İsrail Kudüs’ün tamamına sahip olmuştur. Bugün her türlü haklardan mahrum, korkutulmuş, sindirilmiş, hakları ve malları gasp edilmiş çok az bir Arap nüfus barınmaktadır.
Kudüs en huzurlu günlerini Osmanlı döneminde yaşamıştır. Kutsal mekânlar hatırına Osmanlı Kudüs’e çok daha farklı davranmış, her tarafını vakıflar ve sosyal tesislerle donatmıştır. İsrailli tarihçi Amy Singer bundan sitayişle bahseder ve Hürrem Sultanın yaptırdığı Vakıf ve müştemilâtıyla ilgili bilgi verir.2
Her üç dinin mensubu da, Batılı misyonerlerin insanları iğfal etmeye başladıklar, 1850 li yıllara kadar eşitlik ve müsavat içinde yaşamışlardır. Osmanlıyı erkekçe-mertçe savaş meydanlarında yenemeyen Haçlılar, işi kalleşliğe döküp, Osmanlı içindeki azınlıkları çeşitli şekillerde iğfal etmeye, kandırmaya, isyan ve ihtilallere teşvik etmeye başlayınca her yerde olduğu gibi, Filistin ve Kudüs’te de huzursuzluklar başlamıştır.
Birinci Dünya Savaşına gelindiği günlerde bu propaganda hat safhaya ulaşmış, Almanlarla aynı blokta savaştığı için; “Hıristiyan bir devletle ittifak eden, onun verdiği Demir Haç Madalyasını kalbinin üstünde taşıyan Halifenin cihad çağrısına aymak gerekmez, bilakis uymak küfrü gerektirir”3 gibi söylentilerle; “Halifelik Kureyş soyundan birinin hakkıdır.4 Başka soy ve milletlerden birinin Halife olması caiz ve meşru değildir.5 Osmanlı 400 senedir Hilâfet makamını gasp etmiştir ve Arap âlemini sömürmüştür…” gibi fetvalarla, onlara sağladığı basit menfaatlerle, idarecilerine yedirdikleri büyük rüşvetlerle cahil Arapların ekseriyetini Osmanlı aleyhine kıyam ettirmişler, hatta Osmanlının İslâmiyet’i terk ettiğine, kıpkızıl kâfir olduklarına inandırmışlardır.6
Hâlbuki Osmanlı hiçbir zaman Arap devletleri sömürmemiş, bilakis onlara topladığı vergilerden fazla yardım etmiştir. Osmanlının felsefesinde sömürme diye bir şey yoktur. Hatta bazı tarihçiler bu sebepten dolayı, “sömürme, kemirme” anlamına gelen İmparatorluk kelimesinin Osmanlı için kullanılmasını doğru bulmamaktadırlar. Eğer Osmanlı sömürgeci olsa, Batıdaki emperyalist devletler gibi zengin olur, çöküşe gitmez ve yıkılmazdı. Bu nasıl sömürgeci bir devlet ki! Kendi başkenti yani İstanbul’dan önce güya sömürdüğü devletlerin başkentine, yani Şam’a, Kahire’ye, Atina’ya, Sofya’ya… asfalt, elektrik, su ve kanalizasyon şebekesi gibi sosyal hizmetler gelmiştir. İstanbul halkı onlardan yıllar sonra bu hizmetlerle müşerref olmuştur. Bu mantığa ters değimli?
DEVAM EDECEK
--------------
1- İsra 17/1.
2- Mustafa Armağan, “Kır Zincirlerini Osmanlı”, Da Yay. 2004, İst. s.137.
3- Cengiz Özakıncı, Türkiye’nin Siyasi İntiharı, Otopsi Yay.13. bas. İst. 2007, s. 235.
4- İsmail Hâmi Dânişmend, Türk Irkı Niçin Müslüman Oldu, Milli Ülkü Yay. Konya 1978, s.15.
5- Mehmet Niyazi, Yemen Ah Yemen, Türk Edebiyatı Dergisi, Aralık 2004, sayı 374, s. 6.
6- Selahattin Günay, Suriye ve Filistin Anıları, Bizi Kimlere Bırakıp Gidoyorsun Türk, İş Bankası Yay. İst. 2006, s. 51.
Yahudiler ibadet ve dualarında Kudüs’e dönmek mecburiyetindedirler. Hz. İsa bu şehirde doğup, dünyevi hayatı bu şehirde son bulduğu için, Hıristiyanlarca da kutsal şehir kabul edilir ve hac için buraya gelirler. Müslümanlar da ilk zamanlar Kudüs’e dönerek ibadet etmişlerdir. Daha sonra Kâbe’ye dönmeleri emredilmiştir.
Kur’an’da Mescid-i Aksâ ve havalisinin (Kudüs’ün) mübarek ve mükerrem bir yer olduğu, Hz. Peygamberin Mirac’a giderken burada namaz kıldığı bildirilir.1 Dolayısıyla üç büyük din tarafından da Kutsal bir şehir olduğu kabul edilir. Müslümanlar tarafından Mekke ve Medine’den sonra üçüncü mübarek ve mümtaz şehirdir.
Hz. Ömer’in hilafeti döneminde Ebu Ubeyde b. Cerrah komutasındaki İslâm orduları Filistin’i fethetmiş, Kudüs’ü de muhasara etmiştir. Şehrin patrik ve din adamları, şehri Halife Ömer’e teslim edeceklerini bildirmişler, M. 638 yılında Hz. Ömer’in gelmesiyle şehrin anahtarı teslim edilmiş, hiçbir zulüm ve katliam yapılmamış, kimsenin malına, canına bir zarar gelmemiştir.
Emeviler, Abbasiler, Fatımiler, Büyük Selçuklular döneminde Kudüs bir ilim ve irfan şehri olmuştur. Gayri Müslimler rahat ve huzur içinde yaşamışlardır.
Haçlı orduları 15 Temmuz 1099 da Kudüs’ü kuşatıp, 461 yıl İslam idaresinden sonra, Fatımî’lerin elinden almışlar, Hz. Ömer dönemindekinin aksine bütün Müslümanları, Müslümanlara yardım ettikleri gerekçesi ile bütün Yahudileri katletmişlerdir. Öldürülen bu insanların 70 bin civarında olduğu tarihi rivayetler arasındadır.
2 Ekim 1187 de Salahaddin Eyyubî tekrar alıncaya kadar 88 yıl Kudüs Haçlıların elinde kalmıştır. Salahaddin Eyyubî fethinde de yine kıyım ve katliam olmamış, isteyen gayri Müslimler her şeylerini alıp şehri terk etmişler, dileyenler de kalmışlardır.
1516 yılına kadar Eyyubiler, Fatımiler, Memlükler… Elinde kalan Kudüs, bu tarihte, Yavuz Sultan Selim’in Mercidabık Meydan Muharebesinde Memlükleri yenmesiyle Osmanlının eline geçmiştir.
1917 yılına kadar 401 sene Osmanlı idaresinde kalan ve birçok imar faaliyetleri gören, sosyal imkânlara kavuşan Kudüs, mezkür tarihte Osmanlı Ordusunun İngilizlere Kanal Savaşlarında yenilmesiyle elden çıkmıştır.
1948 yılına kadar İngilizlerin idaresinde kalan Filistin bölgesine birçok Yahudi iskân edilmiştir. Bu esnada Araplarla Yahudiler arasında birçok huzursuzluklar, isyanlar, arbedeler olmuş, 1948 yılında da Arap İsrail Savaşı vuku bulmuştur. Bu savaşta Kudüs ikiye bölünmüş, Batı Kudüs İsrail’in başşehri ilân edilmiştir. Doğu Kudüs Ürdün’de kalmıştır. İsrail 1980 de BM’in kınamalarına-boyamalarına! rağmen İsrail’in ebedi başşehri ilân edilmiştir.
Kudüs’ten başlamak üzere satın alma, el koyma, devletleştirme, zorla, baskıyla Arapların elinden alma yöntemleriyle yarım asra varmadan İsrail Kudüs’ün tamamına sahip olmuştur. Bugün her türlü haklardan mahrum, korkutulmuş, sindirilmiş, hakları ve malları gasp edilmiş çok az bir Arap nüfus barınmaktadır.
Kudüs en huzurlu günlerini Osmanlı döneminde yaşamıştır. Kutsal mekânlar hatırına Osmanlı Kudüs’e çok daha farklı davranmış, her tarafını vakıflar ve sosyal tesislerle donatmıştır. İsrailli tarihçi Amy Singer bundan sitayişle bahseder ve Hürrem Sultanın yaptırdığı Vakıf ve müştemilâtıyla ilgili bilgi verir.2
Her üç dinin mensubu da, Batılı misyonerlerin insanları iğfal etmeye başladıklar, 1850 li yıllara kadar eşitlik ve müsavat içinde yaşamışlardır. Osmanlıyı erkekçe-mertçe savaş meydanlarında yenemeyen Haçlılar, işi kalleşliğe döküp, Osmanlı içindeki azınlıkları çeşitli şekillerde iğfal etmeye, kandırmaya, isyan ve ihtilallere teşvik etmeye başlayınca her yerde olduğu gibi, Filistin ve Kudüs’te de huzursuzluklar başlamıştır.
Birinci Dünya Savaşına gelindiği günlerde bu propaganda hat safhaya ulaşmış, Almanlarla aynı blokta savaştığı için; “Hıristiyan bir devletle ittifak eden, onun verdiği Demir Haç Madalyasını kalbinin üstünde taşıyan Halifenin cihad çağrısına aymak gerekmez, bilakis uymak küfrü gerektirir”3 gibi söylentilerle; “Halifelik Kureyş soyundan birinin hakkıdır.4 Başka soy ve milletlerden birinin Halife olması caiz ve meşru değildir.5 Osmanlı 400 senedir Hilâfet makamını gasp etmiştir ve Arap âlemini sömürmüştür…” gibi fetvalarla, onlara sağladığı basit menfaatlerle, idarecilerine yedirdikleri büyük rüşvetlerle cahil Arapların ekseriyetini Osmanlı aleyhine kıyam ettirmişler, hatta Osmanlının İslâmiyet’i terk ettiğine, kıpkızıl kâfir olduklarına inandırmışlardır.6
Hâlbuki Osmanlı hiçbir zaman Arap devletleri sömürmemiş, bilakis onlara topladığı vergilerden fazla yardım etmiştir. Osmanlının felsefesinde sömürme diye bir şey yoktur. Hatta bazı tarihçiler bu sebepten dolayı, “sömürme, kemirme” anlamına gelen İmparatorluk kelimesinin Osmanlı için kullanılmasını doğru bulmamaktadırlar. Eğer Osmanlı sömürgeci olsa, Batıdaki emperyalist devletler gibi zengin olur, çöküşe gitmez ve yıkılmazdı. Bu nasıl sömürgeci bir devlet ki! Kendi başkenti yani İstanbul’dan önce güya sömürdüğü devletlerin başkentine, yani Şam’a, Kahire’ye, Atina’ya, Sofya’ya… asfalt, elektrik, su ve kanalizasyon şebekesi gibi sosyal hizmetler gelmiştir. İstanbul halkı onlardan yıllar sonra bu hizmetlerle müşerref olmuştur. Bu mantığa ters değimli?
DEVAM EDECEK
--------------
1- İsra 17/1.
2- Mustafa Armağan, “Kır Zincirlerini Osmanlı”, Da Yay. 2004, İst. s.137.
3- Cengiz Özakıncı, Türkiye’nin Siyasi İntiharı, Otopsi Yay.13. bas. İst. 2007, s. 235.
4- İsmail Hâmi Dânişmend, Türk Irkı Niçin Müslüman Oldu, Milli Ülkü Yay. Konya 1978, s.15.
5- Mehmet Niyazi, Yemen Ah Yemen, Türk Edebiyatı Dergisi, Aralık 2004, sayı 374, s. 6.
6- Selahattin Günay, Suriye ve Filistin Anıları, Bizi Kimlere Bırakıp Gidoyorsun Türk, İş Bankası Yay. İst. 2006, s. 51.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.