Muzaffer Dereli

Muzaffer Dereli

“Kişi Sevdiğiyle Beraberdir”

“Kişi Sevdiğiyle Beraberdir”

Bildiğiniz gibi, Mekke'den Medine'ye hicret eden mü'minlere, hicret eden manasına Muhacir; onlara her şeyiyle yardımcı ve dost olan Medineli mü'minlere ise, yardım eden anlamında Ensar denir. Hakikaten Allah ve Rasûlü uğruna bütün maddi servet ve inanmayan yakınlarını da Mekke'de bırakarak göç eden muhacirlere, Ensar da bütün güçleriyle destek olmuşlardı. Efendimiz (s.a.v.) bir muhacirle bir ensarı kardeş yapmışlardı. Ensar ise, bu kardeşlerine, akıl almaz şekilde fedakârlıklar yapmışlardı. Onların bu hali o kadar ileriydi ki, hakikaten insanı hayretler içerisinde bırakır.     

Ebu Hureyre (r.a) der ki: “Muhacirlerin fakirleri bir gün Rasûlullah'a (s.a.v.) geldiler ve; “Zenginler yüce dereceleri, sonsuz nimetleri kazandılar,” diye konuştular. Peygamberimiz "Nasıl olur bu?" deyince şöyle söylediler:

"Bizim gibi namaz kılıyorlar, tuttuğumuz orucu tutuyorlar, sadaka veriyorlar, biz sadaka veremiyoruz. Köle azad ediyorlar, biz onu yapamıyoruz". Rasûlullah da onlara şöyle sordu:

"Size bir şey öğreteyim mi ki, bu sayede sizden önde gidenlere yetişirsiniz, hatta ileri de geçersiniz. Sizden sonra sizin yaptıklarınız gibi yapmadıkça, kimse sizden efdal olamaz". Onlar da, "Evet, öğretiniz ya Rasûlallah!" dediler. Peygamberimiz şöyle buyurdu:

"Her namaz sonunda otuz üçer defa Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahüekber dersiniz".

Bir müddet sonra muhacirlerin fakirleri yine gelerek: "Ya Rasûlallah! Zengin kardeşlerimiz bizim yaptıklarımızı işitmişler, bizim gibi yapmaya başladılar," dediler. Rasûlullah da:

"Artık bu Allah'ın bir lûtfudur, onu dilediğine verir," buyurdu. (Müslim; Kitabu’l-Mesacid, 142 (595)

Onların Allah (c.c.) için sevgilerinin derecesi o kadar yüksekti ki, son nefeslerinde bile, birisi diğerini kendisine tercih ederek nefsini feda edebiliyordu.

Bakınız o dehşetli Yermuk Harbi'ndeki vak'a, bunu nasıl açıkça ortaya koyuyor. Huzeyfe (r.a.) şöyle anlatır:

"-Yermuk cenginde yaralılar arasında kalan amcazademi aramak üzere çıktım. Yanımda bir miktar suyum vardı. Onu buldum. Su isteyip istemediğini sordum. İsterim, dedi. Tam suyu vereceğim sırada öteden biri:

"-Ahh, su" diye inledi. Amcazadem ona gitmemi işaret etti. Gittim baktım ki, As'ın oğlu Hişam. Tam ona su vereceğim sırada öteden biri:

"-Ahh, su" diye inledi. Hişam da beni ona gönderdi. Ona gidinceye kadar vefat etmişti. Hişam'a döndüm, o da ölmüştü. Amcazademe geldiğimde, o da şehid olmuştu. Velhasıl su elimde kalmış idi. Allah hepsine rahmet etsin."

Onların bu eşsiz halleri ayet-i kerimede şöyle delillendirilir:

"-Muhacirler gelmezden önce Medine'yi yurt edinenler ve imanı kalplerine sindirmiş olanlar, kendilerine hicret edenleri severler. Onlara verilen şeylerden dolayı, içlerinde bir hasetlik hissetmezler. Kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları kendilerinden önce tutarlar. Kim nefsinin mal hırsından korunursa, işte asıl kurtuluşa erenler bunlardır." (59 Haşr 9.)

Şu muhabbete ve şu kardeşliğe bakın! Bu, cömertlikten öte olan ve adına İsar denilen mânâdır. Malı olan insan ondan dağıtabilir, yedirip içirebilir. O kişiye cömert denir. Ama zaten kendine yetecek bir yiyeceği ve içeceği olan kimsenin, nefsini bırakıp onu kardeşine ikram etmesine ise, gerçekten çok hayret edilerek hayran kalınır. Bu, İslâm'dan başka hangi inançta olabilir ki!.. Zira, Allah ve Rasûlü insanları buna teşvik buyurmuşlardı. İşte Rabbimiz bu güzel dereceyi ve yüksek mevkii elde eden Ensarı, ayet-i kerimelerinde böyle övmüşlerdir.

Ah kardeşlerim, bu manayı bir kavrayabilsek.

Yaşayış ölçümüzü buna göre tertip edebilsek...

İşte insanoğlunun muhtaç olduğu mânâ...

İşte insanoğlunun yaratılış sırrını ortaya koyan hakikat...

İşte kul olmanın insana bahşedeceği huzur, saadet...

Ve işte gönül alemlerinde, iyilik etmenin hazzı, lezzeti...

Bütün bu fedakârlıkların ana kaynağı ve özü, Allah sevgisi ve O'nun için mü’min kardeşlerini sevmekti. Şüphesiz bu, kişinin olgun bir imana ve samimi bir mü’min oluşuna işaret eder. Bunun içindir ki Allah için sevmek ve O'nun için buğzetmek ibadetlerin en büyüğü olarak karşımıza çıkmaktadır. Cenab-ı Hakk onları sevmiş ve yine onları tebşir etmiştir. Bunu Efendimiz (s.a.v.)'in lisanıyla öğrenmekteyiz:

Ebu Hureyre (r.a.) den:

"-Allahu Teâlâ kıyamet gününde şöyle buyuracak:

Benim için birbirini sevenler neredeler? Himayemden başka bir gölge olmayan bu günde, ben onları (arşımın) gölge(sinde) himaye edeceğim." (Müslim, birr 37.)

Buhari ve Müslim'in rivayetlerinde ise, yukarıda anlatılan fedakârlıkların sahibi ve ayet-i kerimeyle övülen Ensar hakkında Efendimiz şöyle buyururlar:

"-Onları ancak mü’min sever, onlara münafıktan başkası buğz etmez. Kim onları severse, Allah da onu sever. Kim onlara buğz ederse Allah da ona buğz eder." (Müslim, iman 129.)

İşte Allah'ı sevenleri sevmenin kıymeti ve mükâfatı.

Bu durum Allah katında ne kadar önemliyse, Rabbimizin sevdiklerine buğzetmenin cezası da o kadar büyüktür. Allah için sevgiye ve O'nun için buğza ulaşabilen insanın, amellerin en faziletlisine ulaştığını belirtmiştik. Bu konuda Ebû Davud'da şöyle bir hadis-i şerif zikrolunur:

"-Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir." (Ebû Davûd, sünnet 2, (4599)

Bilindiği üzere, sevgi ve nefret kalbi ilgilendirir. Yani gönül işidir. Kalp ise kişinin özünü, mayasını yani asıl gayesini belirtir. Dolayısıyla yaptığı işlerin aslı yine kalbe dayanır. İşlediği bütün amelleri, içinde taşıdığı inancın dışarıya yansımasıdır.

O halde sevgi ve nefret amellerden önce gelir. Çünkü onlar iman işidir. Dostu, Allah'ın düşmanı olan kimsenin, ibadetlerini fazlaca yapması ona ne fayda sağlayabilir ki! Zira o, Cenab-ı Hakk'ı sevmeyen kimseyi seviyor. O zaman Rabbimiz, başını secdeye koyan o kulunu riyakârlık ve samimiyetsizlikle suçlamaz mı?

Sonra hepimizin bildiği meşhur bir hadis-i şerif daha var. Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyururlar:

"-Kişi, sevdiğiyle beraberdir." (Müslim, birr 165.)

Bu hadis iki yöne de işaret eder. Allah ve Rasûlün'e iman ettiği halde, onların düşmanlarını seven insana da, iman edip belki günahkâr olduğu halde Cenab-ı Hakk'ın dostlarını seven kişiye de. O halde, insanın sevdiği ve dost tuttuğu kimselere dikkat etmesi gerekir. Çünkü Allah'ın düşmanları ebedi alemde cehennem hayatında, Allah'ın sevdikleri ise cennet hayatında bulunacaktır. Bunu teyid eden bir başka hadiste ise şöyle buyurulur:

"-Kişi dostunun dini üzeredir. O halde sizden biriniz dost tuttuğu kimseye dikkat etsin." (Ebû Davud, edeb 16; Tirmizî, zühd 45.)

Bu hadis-i şerifler, iman eden insanların kimlerle yakınlık peydah edip arkadaş ve sırdaş olacağını ve kimlerden uzak durup dikkatli olacağını bizlere açıkça göstermektedir. Yine anlıyoruz ki, bize düşen en büyük vazife; Allah'ın sevdikleriyle yakın olmak, O'nun düşmanlarından kaçınmaktır.

Rabbimizin dostlarını ve düşmanlarını tanımak ise, tabiidir ki Kur'an ve Sünnet ölçüsüyle meydana çıkar. O'nu sevenler ya da O'nun sevdikleri, Kur'an ve Sünnet’e tabi olarak yaşayanlardır. Yani başta namaz olmak üzere ibadetine devam eden ve Allah’ın (c.c.) yasak kıldığı şeylerden kaçınan kimselerdir.

O'nu sevmeyenler veya Rabbimizin sevmedikleri ise; Kur'an'a ve Rasûl'üne inanmayan ve aksi bir hayat tarzı seçenlerdir. Bazıları ise inandık dedikleri halde nifakla hayatını idame ettiren, ibadet hayatı olmayan, Allah’ın emrettiği hususlara yan bakan kişilerdir. Ölçü bu olunca, mü’min kişi kimi sevip, kime buğz edeceğini kolaylıkla kestirebilir. Böylesine insanlara değer veren kimsenin durumu acaba ahiret yurdunda nasıl olur?

Öyle ya; “kişi, sevdiğiyle beraber olacağına” göre…

Allah (c.c.) doğruyu ve hakkı göstersin! Kalplerimizi dini üzere sabit kılsın! Yarın cevabını veremeyeceğimiz hal ve uygulamalardan bizleri uzak kılsın! O’na emanet olunuz!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Muzaffer Dereli Arşivi