İslâm Dünyasındaki ABD ve İngiliz Politikası
İslâm Dünyası çok zengin petrol yataklarına sahiptir. Dünya petrol rezervlerinin % 66’sı Körfez Bölgesinde bulunmaktadır. Sadece dört körfez ülkesi; Suudi Arabistan % 20, Irak %10, İran % 10, Kuveyt % 10 olmak üzere % 50 oranında petrol rezervine sahiptirler. Sanayinin can damarı durumunda olan petrol üzerinde çok sinsi plânların yapıldığı bir vakıadır. Bu plânlar çerçevesinde, başta ABD ve İngiltere olmak üzere, bütün Batılı ülkelerin ittifakı ile bir “Petrol Politikası” oluşturulmuştur. Bu politikanın odak noktasını İslâm Dünyası teşkil etmektedir. Yani Orta-Doğu üzerinde, Batılı güçlerce bir “Petrol Politikası” takip edilmektedir. Çizilen plânlar çerçevesinde yeni stratejiler hazırlanarak, uygulamaya konmaktadır.
Batılı ülkeler, ilk olarak Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden silinmesi ile Orta-Doğu petrol bölgelerini aralarında paylaşarak, imtiyazlar elde ettiler. Batılılarca, Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı topraklarında kurulan krallık, emirlik ve devletçikler üzerinde sömürü hegomanyaları kuruldu. Oluşturulan yeni yapıya göre ABD, İngiltere, Fransa, Hollanda, Batının öncü güçleri olarak, Orta-Doğu bölgesine her bakımdan hâkim oldular. Bütün Orta-Doğu ülkelerini adeta kendilerine bağımlı hale getirdiler. Bu ülkelerdeki idari ve teknik işleri üstlendikleri gibi petrol rafinerilerini de kendileri inşa ettiler. Bu kadar iştah kabartan zengin bir bölge üzerinde ileriye dönük gizli anlaşmaların olmaması ise hiç mümkün değildi.
İşte bu politikalar çerçevesinde plânlar hazırlanarak, uygulamaya geçildi. Batı dünyasının Orta-Doğu’ya tam hakim olması için önce Rusya’nın etkisiz bir duruma gelmesi gerekirdi. Birinci merhalede Rusya üzerinde icra edilen plânlar uygulandı ve Varşova Paktı tamamen dağıtıldı. Artık sıra Müslümanlara, Orta-Doğu politikasının uygulamaya konmasına gelmişti. Ancak bu politikanın başarılı bir biçimde uygulanabilmesi için İslâm Dünyası’nda bir bahane bulunmalıydı. Bu bahane de, hazırlanan sinsi plânlar neticesinde çok kolayca bulundu. Irak’ın 2 Ağustos 1990 tarihinde önce Kuveyt’e saldırması, sonrada ilhak etmesi ile ABD, İngiltere, Fransa ve bütün Batılıların Körfez bölgesine girmeleri savaşsız bir operasyonla gerçekleşti. ABD ve İngiltere bu sinsi plânları hazırlayıp, uygulamaya koyarlarken, İslâm Dünyası bir gaflet ve delalet içinde birbirlerine karşı askeri güç kullanmaya kadar varan tavır ve saldırılara geçtiler. Hatta ABD ve İngiltere cephesinde yer alan birçok İslâm Ülkesi, Irak’a karşı sıkı bir biçimde ekonomik ambargo uygulamasına katıldı. Böylece ABD, İngiltere, Fransa ve hatta Yunanistan da dahil bütün Batılı güçler, Suudi Arabistan topraklarına kurtarıcı pozlarıyla girdiler. Batılı güçler, Suudi Arabistan’a ve Körfez bölgesine askeri yığınak yaparlarken, kendilerince kurulan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK)’nde bu hususta kararlar almayı da hiç ihmal etmediler. Yani petrol bölgelerini kontrollerine tamamen almaya giderlerken, hareketlerine meşruiyet kazandırmaya ( kendilerince ) çalıştılar.
Batılılar, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesini bahane ederek, tarihtekine benzer, ama modern silahlarla yeni bir “ haçlı seferi”ni düzenleyerek, Körfez bölgesinde üstlendiler. Ne acıdır ki, Müslüman Ülkeler’den bir kısmı, meselelerini kendi aralarında çözmeleri gerekirken, düşmanlarını topraklarına çağırarak, onlara kapılarını açtılar. Halbuki Allah (c.c), Kur’an-ı Kerim’de; “...Şüphesiz ki kafirler sizin açıkça düşmanınızdır. “(1) diye buyurmaktadır. Öyleyse Müslümanlar, meselelerine nasıl olurda, kâfirlerden yardım talep ederek çözüm ararlar? Bu olay Müslümanlar nezdinde affedilmez tarihi bir gerçektir.
Batılı güçler, tarihte olduğu gibi, bugün de İslâm Dünyası üzerinde sinsi politikasına devam etmektedirler. Bu politikalar, yirminci yüzyılda ABD ve İngiltere’nin önderliğinde yürütülmektedir. Batılıların hedefi; İslâm Dünyası’nın bir ablukaya alınarak, petrol bölgelerini tamamen kontrol altına almak ve Müslümanlar üzerinde de denetim kurmaktır. Orta-Doğu’da yer alan İsrail’i de kimsenin ilişemeyeceği biçimde bir koruma altına almaktır. Kısacası ABD ve İngiltere’nin İslâm Dünyası’ndaki politikası, Müslümanların kanını içercesine sömürü plânları üzerine kuruludur. Müslümanların bu politikalar karşısında çok ama çok uyanık olmaları gerektiği gibi, birlik olarak, düşmanlarına karşı aralarında anlaşmaları gerekmektedir.
Osmanlı Devleti’nin dağıtılması ve Arapların, Türkler aleyhine kışkırtılması İngiliz sinsi politikası sonucu olmuştur. Zamanın İngiliz Başbakanı Winston Churchill, “Eğer Türkleri yenmek istiyorsanız Abdülhamit’in çöldeki treninin dumanını kesiniz, böylece Osmanlı Ordusu dağılır ve onu Türkiye takip eder.” diyerek, Araplarla Türklerin arasını kendi amaçlarına ulaşmak için açmışlardır. Bugünde Arap Ülkeleri, ABD ve İngiliz ortak politikasıyla birbirlerine düşman edilmiştir. Irak’ın Kuveyt’ i işgal etmesi, Suudi Arabistan ve diğer Arap Ülkeleri’yle ihtilafların ani olarak ortaya çıkması hep bu politikaların sonucudur.
-----------------
(1) Nisa Suresi, Ayet: 101
Batılı ülkeler, ilk olarak Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden silinmesi ile Orta-Doğu petrol bölgelerini aralarında paylaşarak, imtiyazlar elde ettiler. Batılılarca, Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı topraklarında kurulan krallık, emirlik ve devletçikler üzerinde sömürü hegomanyaları kuruldu. Oluşturulan yeni yapıya göre ABD, İngiltere, Fransa, Hollanda, Batının öncü güçleri olarak, Orta-Doğu bölgesine her bakımdan hâkim oldular. Bütün Orta-Doğu ülkelerini adeta kendilerine bağımlı hale getirdiler. Bu ülkelerdeki idari ve teknik işleri üstlendikleri gibi petrol rafinerilerini de kendileri inşa ettiler. Bu kadar iştah kabartan zengin bir bölge üzerinde ileriye dönük gizli anlaşmaların olmaması ise hiç mümkün değildi.
İşte bu politikalar çerçevesinde plânlar hazırlanarak, uygulamaya geçildi. Batı dünyasının Orta-Doğu’ya tam hakim olması için önce Rusya’nın etkisiz bir duruma gelmesi gerekirdi. Birinci merhalede Rusya üzerinde icra edilen plânlar uygulandı ve Varşova Paktı tamamen dağıtıldı. Artık sıra Müslümanlara, Orta-Doğu politikasının uygulamaya konmasına gelmişti. Ancak bu politikanın başarılı bir biçimde uygulanabilmesi için İslâm Dünyası’nda bir bahane bulunmalıydı. Bu bahane de, hazırlanan sinsi plânlar neticesinde çok kolayca bulundu. Irak’ın 2 Ağustos 1990 tarihinde önce Kuveyt’e saldırması, sonrada ilhak etmesi ile ABD, İngiltere, Fransa ve bütün Batılıların Körfez bölgesine girmeleri savaşsız bir operasyonla gerçekleşti. ABD ve İngiltere bu sinsi plânları hazırlayıp, uygulamaya koyarlarken, İslâm Dünyası bir gaflet ve delalet içinde birbirlerine karşı askeri güç kullanmaya kadar varan tavır ve saldırılara geçtiler. Hatta ABD ve İngiltere cephesinde yer alan birçok İslâm Ülkesi, Irak’a karşı sıkı bir biçimde ekonomik ambargo uygulamasına katıldı. Böylece ABD, İngiltere, Fransa ve hatta Yunanistan da dahil bütün Batılı güçler, Suudi Arabistan topraklarına kurtarıcı pozlarıyla girdiler. Batılı güçler, Suudi Arabistan’a ve Körfez bölgesine askeri yığınak yaparlarken, kendilerince kurulan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK)’nde bu hususta kararlar almayı da hiç ihmal etmediler. Yani petrol bölgelerini kontrollerine tamamen almaya giderlerken, hareketlerine meşruiyet kazandırmaya ( kendilerince ) çalıştılar.
Batılılar, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesini bahane ederek, tarihtekine benzer, ama modern silahlarla yeni bir “ haçlı seferi”ni düzenleyerek, Körfez bölgesinde üstlendiler. Ne acıdır ki, Müslüman Ülkeler’den bir kısmı, meselelerini kendi aralarında çözmeleri gerekirken, düşmanlarını topraklarına çağırarak, onlara kapılarını açtılar. Halbuki Allah (c.c), Kur’an-ı Kerim’de; “...Şüphesiz ki kafirler sizin açıkça düşmanınızdır. “(1) diye buyurmaktadır. Öyleyse Müslümanlar, meselelerine nasıl olurda, kâfirlerden yardım talep ederek çözüm ararlar? Bu olay Müslümanlar nezdinde affedilmez tarihi bir gerçektir.
Batılı güçler, tarihte olduğu gibi, bugün de İslâm Dünyası üzerinde sinsi politikasına devam etmektedirler. Bu politikalar, yirminci yüzyılda ABD ve İngiltere’nin önderliğinde yürütülmektedir. Batılıların hedefi; İslâm Dünyası’nın bir ablukaya alınarak, petrol bölgelerini tamamen kontrol altına almak ve Müslümanlar üzerinde de denetim kurmaktır. Orta-Doğu’da yer alan İsrail’i de kimsenin ilişemeyeceği biçimde bir koruma altına almaktır. Kısacası ABD ve İngiltere’nin İslâm Dünyası’ndaki politikası, Müslümanların kanını içercesine sömürü plânları üzerine kuruludur. Müslümanların bu politikalar karşısında çok ama çok uyanık olmaları gerektiği gibi, birlik olarak, düşmanlarına karşı aralarında anlaşmaları gerekmektedir.
Osmanlı Devleti’nin dağıtılması ve Arapların, Türkler aleyhine kışkırtılması İngiliz sinsi politikası sonucu olmuştur. Zamanın İngiliz Başbakanı Winston Churchill, “Eğer Türkleri yenmek istiyorsanız Abdülhamit’in çöldeki treninin dumanını kesiniz, böylece Osmanlı Ordusu dağılır ve onu Türkiye takip eder.” diyerek, Araplarla Türklerin arasını kendi amaçlarına ulaşmak için açmışlardır. Bugünde Arap Ülkeleri, ABD ve İngiliz ortak politikasıyla birbirlerine düşman edilmiştir. Irak’ın Kuveyt’ i işgal etmesi, Suudi Arabistan ve diğer Arap Ülkeleri’yle ihtilafların ani olarak ortaya çıkması hep bu politikaların sonucudur.
-----------------
(1) Nisa Suresi, Ayet: 101
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.