İlmin Menşei
Mevlana Kültür Merkezi’nde 02-04/12/2011 tarihleri arasında gerçekleşecek olan 3. Uluslararası Eğitimde Kalite Kongresi’ne katkıda bulunmak için ilmin menşeini yazmayı uygun gördük. İlmin menşei Allah’tır. Bu gerçeği filozoflar, kâfirler, mülhitler, zındıklar, laikler ve laikçiler inkâr etmektedirler. Bu sebepten dolayı bu zümre, Allah’ın vahdaniyetine şahitlik eden ilimden mahrumdurlar. Onlar, bilginin kaynaklarından biri olan vahyi inkâr ettiklerinden dolayı bu duruma düşmüşlerdir. Onlara göre bilginin kaynağı beş duyu organı, deney ve gözlemdir. Bu kaynaklardan elde edilen bilgilere inanmaktadırlar, vahiy mahsulü olan bilgilere inanmamaktadırlar; dolayısıyla metafiziği reddetmektedirler; yani öldükten sonra dirilmeyi, hesabı, cennet ve cehennemi kabul etmemektedirler.
Vahyin dışındaki bilgi kaynaklarıyla elde edilen bilgiler de Allah’ın vahdaniyetine şahitlik eder; çünkü Allah’ın kanunu ikiye ayrılır. Biri vahiydir diğeri ise Sünnetullahtır. Tabiat kanunları dediğimiz Sünnetullah bilimsel çalışma ile elde edilir. Sofistler, vahyi bilgi kaynaklarından biri olduğunu inkâr ettiği için bilimsel çalışmayı inkar için bir dayanak kabul ettiler. Böylece kendilerini tanıyamadıkları için Rablerini de tanıyamadılar; kısır döngü içerisinde bocalayıp durmalarının sebebi budur.
Güneşe göz kapatmakla güneş yok olmaz; bunun gibi vahye göz kapamakla vahiy yok olmaz; sadece bu taife, Allah’ın vahdaniyetine şahitlik eden bilgiden ve şahitlik ehliyetinden mahrum kalırlar.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Şahadet eyledi Allah şu hakikate: “Lâilâhe illâhû” başka tanrı yok ancak o, bütün meleklerle ilim uluları da adl ü hakka niyetle durarak şahid, başka tanrı yok ancak O, aziz O hakîm O.” (Âl-iİmrân:18)
“Allah’tan başka bir ilahın olmadığına bizzat Allah şahid, bütün Melekler de şahid, ilim ve irfan sahibi kimseler de adaleti ve hakkı ayakta tutanlar olarak şahid. Evet, başka ibadet edilecek ve hükümleri yerine getirilecek bir ilah yok ancak O izzet sahibi O hikmet sahibidir.
Elmalılı özet olarak şöyle der: “…Âlemde ne kadar şahitlik edilecek konu varsa, ne kadar ilim ve istidlâl varsa hepsi Hak Teâlâ’nın kendini bilmesine ve bildirmesine, yani şehadetine dayalıdır. “Her şey helak olacak ancak Allah baki kalacaktır.” (Kasas: 88) “Rabbinin her şeye şahit olması sana yetmez mi?” (Fussilet:53) ayetleri bu noktayı açıklık kazandırmıştır.
Adalet ve insaf sahibi olan hiçbir ilim sahibi yoktur ki, hiç olmazsa kendi içinde, vahdaniyet-i ilahiyyeye (Allah’ın birliğine) şehadet etmesin. Zaten ilmin ve âlimin bilfiil mevcudiyeti, vahdaniyet-i ilahiyyenin bariz delillerindendir. İlim vakıaya mutabık, hak değilse ilim olmaz, Bildiğinin doğruluğuna ve gerçekliğine iman ve şehadeti olmayan da âlim değildir. Hak Teâlâ ezel ve ebed bakımından gerçekten kendisinin tek ilah olduğuna ve birliğine şahid değilse; ne ilimde hakikat bulunabilir, ne de kimse kendi kendini tanıyıp bilebilirdi. Sofistler gibi ilmi inkâr ederek veya gerçekleri tersyüz ederek şüpheye ve inkâra sapanlar ise kendilerinde Hakk’ın şahitliğini yapan bir ilmin bulunmamasından dolayı şahitlik ehliyetinden mahrum kalmışlar ve bu davada mahkûm olanlar arasına girmişlerdir.” (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C.2, s.1057, 1059.)
Bu ayeti kerime’nin nüzul sebebi şudur: “Rivayet olunmuştur ki Şam rahiplerinden yani Nesârâ Hıristiyan ulemasından iki zat gelmişlerdi. Medine’yi gördükleri zaman biri diğerine: “Bu kasaba ahir zamanda çıkacak o Peygamberin kasabasına ne kadar benziyor.” dedi. Daha sonra huzur-i risalete / Hz. Peygamber’in huzuruna girdiklerinde onu kendine mahsus sıfat ve özelliklerinden tanıdılar. Aleyhisselâtü vesselâm’a “Sen Muhammed’sin” dediler. “Evet” buyruldu. “Hem de Ahmed’sin?” dediler. Taraf-ı risaletten / Hz. Peygamber (s.av.) tarafından “Ben Muhammed ve Ahmed’im” buyruldu. Bunun üzerine “Biz sana bir şey soracağız, haber verirsen iman edeceğiz.” dediler, “ Sorunuz” buyruldu. Onlar da “Bize Kitabullah’da en büyük şehadeti haber ver.” dediler, bu ayeti kerime nazil oldu. Bunun üzerine ikisi de Müslüman oldular.” (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C.3, s. 1060.)
Vahyin dışındaki bilgi kaynaklarıyla elde edilen bilgiler de Allah’ın vahdaniyetine şahitlik eder; çünkü Allah’ın kanunu ikiye ayrılır. Biri vahiydir diğeri ise Sünnetullahtır. Tabiat kanunları dediğimiz Sünnetullah bilimsel çalışma ile elde edilir. Sofistler, vahyi bilgi kaynaklarından biri olduğunu inkâr ettiği için bilimsel çalışmayı inkar için bir dayanak kabul ettiler. Böylece kendilerini tanıyamadıkları için Rablerini de tanıyamadılar; kısır döngü içerisinde bocalayıp durmalarının sebebi budur.
Güneşe göz kapatmakla güneş yok olmaz; bunun gibi vahye göz kapamakla vahiy yok olmaz; sadece bu taife, Allah’ın vahdaniyetine şahitlik eden bilgiden ve şahitlik ehliyetinden mahrum kalırlar.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Şahadet eyledi Allah şu hakikate: “Lâilâhe illâhû” başka tanrı yok ancak o, bütün meleklerle ilim uluları da adl ü hakka niyetle durarak şahid, başka tanrı yok ancak O, aziz O hakîm O.” (Âl-iİmrân:18)
“Allah’tan başka bir ilahın olmadığına bizzat Allah şahid, bütün Melekler de şahid, ilim ve irfan sahibi kimseler de adaleti ve hakkı ayakta tutanlar olarak şahid. Evet, başka ibadet edilecek ve hükümleri yerine getirilecek bir ilah yok ancak O izzet sahibi O hikmet sahibidir.
Elmalılı özet olarak şöyle der: “…Âlemde ne kadar şahitlik edilecek konu varsa, ne kadar ilim ve istidlâl varsa hepsi Hak Teâlâ’nın kendini bilmesine ve bildirmesine, yani şehadetine dayalıdır. “Her şey helak olacak ancak Allah baki kalacaktır.” (Kasas: 88) “Rabbinin her şeye şahit olması sana yetmez mi?” (Fussilet:53) ayetleri bu noktayı açıklık kazandırmıştır.
Adalet ve insaf sahibi olan hiçbir ilim sahibi yoktur ki, hiç olmazsa kendi içinde, vahdaniyet-i ilahiyyeye (Allah’ın birliğine) şehadet etmesin. Zaten ilmin ve âlimin bilfiil mevcudiyeti, vahdaniyet-i ilahiyyenin bariz delillerindendir. İlim vakıaya mutabık, hak değilse ilim olmaz, Bildiğinin doğruluğuna ve gerçekliğine iman ve şehadeti olmayan da âlim değildir. Hak Teâlâ ezel ve ebed bakımından gerçekten kendisinin tek ilah olduğuna ve birliğine şahid değilse; ne ilimde hakikat bulunabilir, ne de kimse kendi kendini tanıyıp bilebilirdi. Sofistler gibi ilmi inkâr ederek veya gerçekleri tersyüz ederek şüpheye ve inkâra sapanlar ise kendilerinde Hakk’ın şahitliğini yapan bir ilmin bulunmamasından dolayı şahitlik ehliyetinden mahrum kalmışlar ve bu davada mahkûm olanlar arasına girmişlerdir.” (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C.2, s.1057, 1059.)
Bu ayeti kerime’nin nüzul sebebi şudur: “Rivayet olunmuştur ki Şam rahiplerinden yani Nesârâ Hıristiyan ulemasından iki zat gelmişlerdi. Medine’yi gördükleri zaman biri diğerine: “Bu kasaba ahir zamanda çıkacak o Peygamberin kasabasına ne kadar benziyor.” dedi. Daha sonra huzur-i risalete / Hz. Peygamber’in huzuruna girdiklerinde onu kendine mahsus sıfat ve özelliklerinden tanıdılar. Aleyhisselâtü vesselâm’a “Sen Muhammed’sin” dediler. “Evet” buyruldu. “Hem de Ahmed’sin?” dediler. Taraf-ı risaletten / Hz. Peygamber (s.av.) tarafından “Ben Muhammed ve Ahmed’im” buyruldu. Bunun üzerine “Biz sana bir şey soracağız, haber verirsen iman edeceğiz.” dediler, “ Sorunuz” buyruldu. Onlar da “Bize Kitabullah’da en büyük şehadeti haber ver.” dediler, bu ayeti kerime nazil oldu. Bunun üzerine ikisi de Müslüman oldular.” (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C.3, s. 1060.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.