Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

İlgi, ilgi, ilgi

İlgi, ilgi, ilgi

Beklediği ilgiyi göremeyince nasıl da sitem ediyordu, bir görseniz! Öyle böyle değil. Ahlar, vahlar, feryatlar, figanlar, göz yaşları… Sanki ilgi, onu görünür kılacak ve bununla da varlığı tasdiklenecekmiş gibi. Edilgence. Bu bir varlık yokluk savaşıymış gibi. Öyle hayati, elzem. Fakat mücadelesinin uğruna, adeta büyük bir kayayı parçalamak için deli gibi uğraşıp didindikçe, her seferinde hüsranla, eli boş bir şekilde kalıyordu ne yazık ki. Ardından, o kayayı elleriyle döverek hıncını ondan çıkartmaya çalışıyordu ama olan ellerine oluyordu her seferinde. Başka bir şey değil. Kayaya değil. Kan revan…

**

Harcanan onca enerjiye rağmen ele geçen koca bir hiçlik oldukça, bu iş böyle sürdükçe yani, bir yılgınlık çıktı ortaya. Kocaman, renksiz, içi boş bir varlık gibi. Yılgınlık.

Ne var ki, evren boşluğu kabul etmezdi. Hiçbir şeyin varken yok olamayacağı bilgisi de sistemin bir başka yasasıyken, harcanan onca enerjinin, verilen uğraş ve emeklerin doğurduğu yılgınlık isimli o koca çocuğun içi boş kalmayacaktı elbet. Nitekim, yılgınlığın içi de doldu ve günden güne anlam kazandı, tam da kan revan içinde kalan ellerin iyileşmeye yüz tutmasıyla eş zamanlı olarak. Bu işler böyledir zaten genelde: eş zamanlı. Bir yerden bir yere boşaltılan, doldurulan, aktarılan ve değişip dönüşen bir mana varken, yokluğa karışan hiçbir şeyin sözü edilemez. Hülasa, ellerinde yok olmaya başlayan o hırpalanmışlık ve yara izleri, hem yılgınlığın hem de kanayan her yerin içini şifayla doldurdu.

**

Boş vermek güzeldi. Boş verişin içindeki doluluk, ruhunun tam da aradığı ilaçtı demek. Bir zamanlar mecnunu olduğu ilgiyi kendisine yine kendisinin verebileceğini; leylasının yine kendi içinde olduğunu anlamıştı ne de olsa. Baştaki o kocaman, renksiz ve içi boş olan yılgınlık isimli varlık, leyla ile buluşmak için tasarlanmış rengarenk ve neşeli bir mekana dönüşmüştü şimdi. İçinde her an eski mekanların yıkıldığı ve bunun yerini yeni mekanların aldığı, fiziksel dünyadan özge bir aleme dönüşmüştü şimdi o koca yılgınlık.

**

Tüm bunlar olurken, kaya parçasına ne mi oluyordu? Bunu ben de merak ettim. Sizin gibi. Ne bileyim, diğer tarafı anlayabilmem, başından beri daha kolaydı çünkü. Kayayla empati kurabilmek ise imkansız görünüyordu. Fakat şartları zorladım. Onu anlamaya çalıştım. Diğeri, ortaya çıkan yılgınlık isimli o koca hiçliği dolduradururken, kaya ne yapıyordu acaba? Neler hissediyor ya da düşünüyordu? Dahası, bir şey hissediyor ya da düşünüyor muydu acaba? Bunu anlamak, ilk bakışta olduğu gibi son bakışta da imkansızdı ama bakmaktan vazgeçmeye başlanıldığı zaman görülmeye başlanıyor bir şey bazen. Bende de öyle oldu. Gördüklerimi anlatayım şimdi…

**

Kayanın hemen değil ama zamanla, ondan bir parça kopartmak için didinen ve bu olmayınca onu döven elleri özlemeye başladığını yazmayacağım. Çünkü öyle olmadı. Kaya, tabiatı gereği her zaman kaya olarak kaldı bu hikayede. İçinde bulunduğu hiçbir koşul, onun kılını bile kıpırdatmadı. Elimi ona yaslayıp gözlerimi kapattığımda, atan bir kalbinin olmadığı açıkça anlaşılabiliyordu. Evet, kayanın taşlaşmış bir kalbi bile yoktu yani.

**

Kalbi yoktu ki! Isınmayan, yaşamayan, anlamayan ve hissetmeyen bir kayaydı o sadece, doğasının icabı. Leyla olamayacak kadar ruhsuz ve cansızdı.

Sonra, vaktiyle yaralanıp kanamış olan o ellerin sahibi, başta aradığı o görülmeye, ilgilenilmeye, yani tüm o edilgenliğe yine kendisini şahit tuttu. Ve şehadet, gönlünü öyle güzel manzaralarla doldurdu ki… Görenin ve görülenin aynı olması, aynanın içine girmenin sırrına vakıf olmak gibiydi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ayşe Aslı Duruk Arşivi