Sadık Küçükhemek

Sadık Küçükhemek

Hilafetin değerlendirilmesi

Hilafetin değerlendirilmesi

Hilafet kurumu, Hz. Ebu Bekir (r.anh)’in (632) halife seçilmesiyle oluştu, Cumhuriyetin ilanından sonra 3 Mart 1924 tarihinde hilafet kurumunun lağvedilmesiyle sona ermiştir.

Hz. Ebu Bekir (r.anh) halife seçildiği gün minbere çıktı ve şu tarihi nutku söyledi: 

“Ey nâs!..

Sizin en iyiniz olmadığım halde sizin başınıza geçmiş bulunuyorum. Vazifemi yollu yolunda îfâ edersem bana yardım ediniz. Yanılır isem bana doğru yolu gösteriniz. Doğruluk emanet, yalancılık hıyanettir. İçinizdeki güçsüz hakkını alıncaya kadar nazarımda kuvvetlidir. İçinizdeki kuvvetli de, ondan başkasının hakkı alıncaya kadar zayıftır. Bir millet Allah (cc) yolunda cihaddan fariğ olursa o millet zillete dûçâr olur. Bir millette fenalık revaç bulursa bütün millet belâya uğrar. Ben, Hz. Allah’a ve Peygamber’e (sav) isyan edersem sizin bana itaatiniz lâzım gelmez. Haydi, namazınıza, Allah Teâlâ cümlenizi rahmetine lâyık kılsın.”

Ümmet, bu tarihi hutbeye sadık kaldığı müddetçe maddi ve manevi yönden ilerlemiş, hak ve hukuku, adaleti dünyaya hâkim kılmıştır. (Müslümanlar, 8-16. yüzyıllar arasında tüm ilim dallarında önemli buluşlara sahipti.) Ne zaman bu hutbenin kapsamı dışına çıkmış ondan sonra duraklama, gerileme ve yıkılma dönemi yaşamıştır.

Şimdi toparlanma, cehd, gayret ve azmetme zamanıdır. Dinimizi medyadan değil, kaynağından öğrenmemiz gerekir. Mesela Elmalılı tefsirini veya Diyanet’in yeni çıkardığı tefsiri okuyalım, “Kütüb-ü Sitte” denilen Buhari ve Müslim gibi eserlerden birini de inceleyelim; bazı ayetlerden laiklik kavramının çıkartılmasının mümkün olmadığını göreceğiz. Tekeden süt çıkar mı? İğnenin deliğinden deveyi geçirmek mümkün mü?  Ayetleri zorlamanın bir anlamı yoktur.  Feminizmin, pozitivizmin, kapitalizmin ve diğer izmlerin etkisi altında kalıp öküzün altında buzağı aramayı artık bırakalım. Kendimize gelelim, aslımıza dönelim, hüviyetimize sahip çıkalım. Kamil insan olma yoluna girelim.

Laiklik, geçen yazılarımda ifade ettiğim gibi Batı’da krallar ile kilisenin çekişmesinden dolayı ortaya çıkmıştır. Çünkü Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin muamelatla ilgili bir görüşü yoktur. Bu dinlerin aslı tahrif edilmiştir... 

Laikliğin Türkiye’de kabul edilmesinin sebebi, Cumhuriyet’in ilanından sonra rejimin gereği, İslam’ın muamelat ve ukûbatla ile ilgili hükümlerini tedavülden kaldırmak içindir. İslam dini sadece inanç ve ibadetten ibaret değildir. İslam inanç, ibadet ve muamelattan ibarettir. Bu sebeple İslam evrensel bir dindir, hükümleri kıyamete kadar geçerli ve hükümleri kıyamete kadar her asırda insanların bütün ihtiyaçlarını karşılayacak bir hüviyete ve donanıma sahiptir. 

Riyakârlığı yapan içimizdeki münafıklardır. Münafıklar her dönemde olur.  Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Bunlara, “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde, “Biz ancak ıslah edicileriz!” derler. İyi bilin ki, onlar, ortalığı ifsad edenlerdir. Lâkin şuurları yok, farkında değillerdir.” Bakara:11-12)

Müslümanların feraseti onların riyakârlığını tesirsiz hale getirir. 1937’de Mustafa Kemal Paşa’nın riyakârlığı kaldırmak için laikliği ilan etti demek, gerçeği yansıtmıyor, bunun hiçbir ilmi dayanağı yoktur; niçin ilan edildiğini biz yukarıda izah ettik. 

Hilafet Osmanlılara geçinceye kadar Osmanlı sultanları, cihada çıkacağı zaman halifenin olurunu alırlardı; aksi halde yaptıkları cihad meşru olmazdı; suç işlemiş olurlardı. 

Hilafet Kurumu,  Moğol Hükümdarı Hülagu’nun (Şamanist), hilafet kurumunu lağvetmek için, Bağdat’ı istilası ile Abbasiler (750-1258) yıkılınca tarihi gücünü kaybetti. Müslümanlar, o dönemde güçlerini kısmen korudukları için Mısır’a taşındı; orada Abbasi halifeleri, yalnız devleti temsil ediyorlardı. 

Memlûkî sultanları kendilerini halife ilan edemezlerdi çünkü İslam dünyası onların halifeliğini kabul etmezdi. Hilafet Kurumu’nu ayakta tutan ailenin İslam dünyası nezdinde bir saygınlığı olması gerekirdi. 

Hilafet Kurumu,  Yavuz Sultan Selim zamanında gerçekleştirilen Mercidabık Zaferi (24 Ağustos 1526) ile Osmanlılara geçmiştir. 

Osmanlı halifeleri, Mısır Abbasi halifeleri gibi, yalnız devleti temsil etmiyorlardı; aynı zamanda halifeliğin gereği olan hükümdarlık görevini de yürütüyorlardı. 

İbn-i Haldun şöyle diyor: “Allah toplumun ve insanların çıkarlarını çok iyi bilendir. Devlet İslâmî olduğu takdirde (hükümdarlık görevi de) halifelik kapsamı içerisinde yer alır. İslâm olmazsa halifelik soyutlanmış olarak tek başına mevcut olur.

İşte bu sebeple Sultan I. Murad Hüdavendigar Gazi’den Yavuz Sultan Selim’e kadar Osmanlı Sultanları halife unvanını kullandılar.” (Bkz. Sadık KÜÇÜKHEMEK, ANLAMLARINI YONTTUĞUMUZ KAVRAMLAR, Hilafet mad. Kardelen Yay. İst.)

Biz bu konuyu burada noktalıyoruz; tebliğ bizden gönülleri açmak Allah’tandır. Hoşça kalın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Sadık Küçükhemek Arşivi