Dünya ve Ahiret Saadeti
Gençlik inceleme yazı serisi (4)
Peygamberimiz “Kelime-i şahadette” de açıkça belirtildiği gibi “abd” yani bir kuldur. Her kul gibi o da doğar – büyür, yer – içer, çocukluk – gençlik – olgunluk çağların yaşar, evlenir çoluk – çocuğu olur bir insandır. Pek tabiidir ki “Allah’ın (c.c) biz canlılar için koyduğu kanun onun için de değişmeyecek ve o da ömrünü tamamladıktan sonra “Allah’a dönecektir” nitekim öyle de olmuştur.
Allah’ın biz insanlara kendimizden birisini yani bir insanı Peygamber olarak göndermesi bizim için çok büyük bir rahmet sebebidir. Eğer bir melek gönderilmiş olsaydı bizim ona uymamız, yaptıklarını yapmamız, buyurduklarına dikkat etmemiz çok zor olacaktı. Çünkü melekler yenmezler, içmezler, cinsiyet farklılıkları yoktur, yorulmak, zorlanmak gibi bir özellikleri de bulunmamaktadır.
Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in (s.a.v) irtihalinden (vefatı) sonra üzerinde taşıdığı özelliklere bir göz atarsak karşımıza çıkan şekil şudur.
Peygamberimizin birinci vasfı olan Nübüvvet vasfı, kıyamete kadar ona aittir. Zira Kur’an-ı Kerim’de onun için “Hatemül enbiya (Peygamberlerin sonuncusu)” buyrularak Hazreti Muhammed’den (s.a.v) başka Peygamber gönderilmeyeceği açıklanmıştır.
Bunun bir başka manası da; “Kıyamet gününe kadar gelecek bütün insanlar eğer dünya ve ahiret saadeti istiyorlarsa; İslamı kendilerine din, Allahı rab ve Hazreti Muhammed’i resul kabul etmeleri şarttır”
Burada ki “Din” kelimesi, bir insanın dünya görüşü, yaşadığı sürece hayatına uyguladığı ölçüler manzumesidir. Müslüman olduğunu söyleyen bir insan hayatı boyunca İslamın ölçülerini tatbik eder. Ben Müslüman’ım, dediği halde İslami ölçülere karşı duyarsız kalmaz, kalamaz. Eğer kalıyorsa bu tam ve kâmil manada İslamı bilmediği içindir.
Başka dine sahip olanlar da kendi dinlerinin icaplarını yerine getirirler. İslam, din kabulünde her türlü baskıyı “La ikrahe fiddin” buyurarak yasaklamıştır.
İMAMET VE HÂKİMLİK VASIFLARI
Peygamberimizin ikinci vasfı olan “İmamet vasfının” (onun vefatından sonra) Sahabe-i Kiram’dan Hazreti Ebu Bekir’e geçtiğini ve ona biat ettiklerini görüyoruz. Onun vefat üzerine Hazreti Ömer’e, onun vefatı üzerine Hazreti Osman’a ve Hazreti Ali’ye…
Görüldüğü gibi biat olayı Peygamberimizden sonra da devam etmiştir. Yeryüzü durdukça ve Müslümanlar bulundukça bu vasıf elden ele geçerek devam edecektir.
Peygamberimiz bir Hadis-i Şeriflerinde; “Üç kişi yola çıkarsa birisi İmam olsun” bir başka rivayete göre de “İki kişi yola çıkarsa birisi imam olsun” buyurmaktadır.
Bir başka Hadis-i şeriflerinde; “Zamanının İmamını bilmeden (ona biat etmeden) ölen, bir çeşit cahiliye ölümü ile ölmüş olur” buyurarak, Müslümanların dağınık olmamalarını, bir araya gelerek “Ümmet vasfına” kavuşmalarını işaret etmektedir.
Toplum halinde yaşayan insanların ihtilaflara (fikir ayrılıklarına) düşmeleri muhakkaktır. Bu ihtilafların hakkaniyet ölçüleri içerisinde çözüme bağlanması ve her iki taraf (mağdur ve suçlu) ile kamuoyunun, ehil ve adil hâkimler tarafından verilen kararı gönüllerine sindirebilmesi gerekmektedir.
Bu da göstermektedir ki Peygamberimizin üçüncü vasfı olan Hâkimlik (Kadılık, Yargıçlık) müessesesi insanlar durduğu sürecek duracaktır.
SAADET ASRI KURULUYOR
Devletin kurulması buna ait bazı önemli bazı kurumların yerine konmasıyla mümkündür. Mesela devletin bir “Beytül malı (hazinesi)” bulunmaktadır. Düşmanın tecavüz ve taarruzlarından korunmak için “ eğitimli bir ordusu” vardır. Bu ordunun Başkumandanı Peygamberimiz Hazreti Muhammet (s.a.v), askerleri ise “imanlı ve biatli” Müslümanlardır.
Bayrakları, sancakları bulunmakta, savaşta hangi ordu kimdir bilinmektedir.
Sosyal yapının formülü; “Devlet + Cihat = Dünya ve ahiret saadeti” olmuştur.
Vergileri tahsil edecek “Zekât amilleri” bulunmaktadır. Vergiler, Müslüman mükellefler vergilerini tarafında kaçırmak şöyle dursun “vergi matrahlarını” “ibadet aşkıyla” bildirmekte ve ödenmektedir. “Vergimi tam ve zamanında ödemezsem yarın Allah’ın huzurunda cevap veremem” inancı toplumda hâkim kılınmış bulunmaktadır.
Toplumda hakka riayet o dereceye çıkmış bulunmaktadır ki; “Birinden diğerine küçük bir hak geçse hak üzerine geçen insan onu helal ettirmek için büyük fedakârlıklar yapmayı göze almaktadır”
İlmin ve ilim adamının kıymeti çok yüksek seviyede tutulmuş, bunun kurumlaşması sağlanmıştır. Hazreti Ali’nin (k.v) “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” ifadesi ile “Eğitim seferberliği” başlatılmış, ilim bir anda çok yüksek mesafelere çıkartılmıştır.
Ana – baba hakkı, karı – koca hakkı, akraba hakkı, komşu hakkı, arkadaş hakkı, misafir hakkı, fakirlerin hakları gibi birçok haklar üst seviyede gözetilmiştir.
İŞTE HİCRETİN SIRRI
Hicret öyle bir yolculuk ki sonucunda Peygamberimiz ve Müslümanlar, İslam devletini kurarak hem kendileri inandıkları gibi yaşama ortamına kavuştular ve hem de başka dinlere inananlara kendi inançlarına göre yaşamalarının garantisini verdiler.
Düşmanın mallarına, canlarına, ırzlarına yapacağı taarruzundan kendileri emin oldukları gibi diğer dinlere inananları da korudular.
Gayri Müslime karşı suç işleyen Müslüman da olsa ona Müslüman’dır diye sahip çıkmadılar onu da cezalandırdılar, “adaletten kıl kadar ayrılmadılar.”
Vergileri hakkaniyet ölçüleri içerisinde topladılar. Bu konuda ancak zenginlerin vergi verdiği bir vergi sistemi uyguladılar.
Ribayı (Faizi) ve kan davalarını (Peygamberimizin Veda hutbesi) kaldırdılar. İnsanların ekonomik soygununa ve soylarının tükenmesine mani oldular.
Bir kervan uzak iki bölge arasında sefer yapsa bile Allah’tan ve yırtıcı havanlardan başka korku yaşadıkları bir seyahat ortamı kurdular.
Bütün bu ve benzeri güzelliklerin ortaya çıkmasına “Hicret adıyla atılan ilk adım” sebep olmuş bu nedenle de “Hicret”, “İnsanlığın kurtuluşunu başlangıcı ve Hicri takvimin” başlangıcı olmuştur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.