Çağrıların En Güzeli
Bir çağrı ki; misâfirlerine ölümsüzlük iksîri sunarak, ebedî yaşayışın haz ve sırlarını verir...
Bir çağrı ki; hakîkat pınarlarından kana kana muhabbet şarabı ikram eder…
Bir çağrı ki; insana huzur ve saadetle birlikte, anlatılması mümkün olmayan mana âlemleri yaşatır...
Evet bu çağrı, Yaradıcımız yüce Rabbimizin davetidir. Bu davete icabet gerek... Zira o, bir daha bulunması mümkün olmayan, kaçırıldığı zaman ulaşılamayan bir zenginliktir. Aksi halde, ebedî bir azaphanede helâke uğramak kaçınılmazdır. İşte yüce Davetçimizin, yüksek ve muhteşem çağrısı:
“Rabbinizin mağfiretine ve takva sahipleri için hazırlanmış olup, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun!” (3 Al-i İmran 133)
O cennete koşmak, Allah'ın davetine icabet etmek... Ne güzel bir manâ... Zira O çağırırsa, bunun hesabı yapılamaz ve değeri ölçülemez. Çünkü O, Kâniatın yaratıcısı ve sahibidir. Misafirlerine ne dilerse onu ikram eder. O'nun için muhal olan hiç bir şey yoktur ve hiç kimse O'na asla mani olamaz. O halde bu daveti kaçırmamak lâzımdır. Ama bu davete iştirak için şartlar vardır ve o şartları uygulamak gerekir. İşte Rabbimiz, yukarıdaki davetinin devamında bu şartları şöyle beyan buyurur:
"O takva sahipleri ki; bollukta da, darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranış da bulunanları sever." (3 Al-i İmran 134)
Rabbimiz, davet eylediği takva sahiplerinin sıfatlarını sayar ki bu sıfatlar, davete gidebilmenin bazı şartlarıdır. Görülüyor ki bolluk ve darlıkta Allah için harcamak, O'nun yoluna sarfetmek, öfkelere hakim olarak kötülük edenleri affetmek, bu sıfatlar ve şartlardandır.
Bu şartlar, şüphesiz ki insanı gerçek kulluğa götürür. Hatta bu insanları, diğer insanlar da severler. Allah için infak etmek, kişilerin ihtiyacına koşmak, bir garibe, bir yetime yardımcı olmak, bir gözyaşını dindirmek hiç sevilmez mi?
Bir defasında, üzeri pejmurde olan bir yetim çocuk, güya Mekke'nin ileri geleni olan (!) Ebu Cehil'e koşmuş, halini arzetmiş ama o, kapısından dışarı atarak acı bir şekilde kovmuştu. Ama aynı çocuk Allah'ın Rasülü'ne varınca O büyük insan, bu yavrunun derdine derman olmuştu. İşte bariz bir misâl. Birisi merhamet âbidesi, diğeri canavar ruhlu biri. Birisi insan olmanın en üstün ve belirgin özelliklerine sahip, öteki ise hayvanları aratacak şekilde haşin ve yırtıcı... Halbuki Mevlâmız ne güzel buyurur:
"Öyleyse sakın yetimi üzme, isteyeni azarlama ve Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an!" (93 Duha 9-11)
İki alemin nuru da öksüz ve yetim olarak büyümüştü. O, bilirdi akan gözyaşlarının neler taşıdığını...
O halde Mü'min, merhamet sahibi olup, kin tutmayan ve affedici olandır. Bu konuda şöyle buyrulur:
-"Affetmeniz, takvaya daha yakındır." (2 Bakara 237)
İbn-i Mesud (r.a.) anlatıyor: "Râsulullah (s.a.v.) buyurdular ki;
-"Kendisi ateşe haram edilen yahut kendisine ateşin haram edildiği kimseyi size haber vereyim mi? Ateş, (halka) her yakın olana, yumuşak huylu ve insanlara kolaylık gösterene haram kılınmıştır." (Tirmizi, Sıfetü’l-Kıyame 45)
Yine Âl-i İmran sûresinde şöyle burulur:
-"Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında yahud da bizzat kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp, günahlarından dolayı hemen tevbe istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler." (3 Al-i İmran 135)
Görülüyor ki Allah’ı hatırlayan kullardan övgüyle bahsediliyor. Evet, onlar da günah işleyebiliyor, nefislerini ateşe atabiliyorlar. Ama bir farkları var; Gerçeği görerek ve pişmanlık da yüreklerini kaplamış olarak tevbe etmek...
İnsana yakışan haldir bu. Gözyaşları dökerek kişinin Rabbine dönmesi ne güzel! Zira onu affedecek olan ancak Rabbidir. Günahları affetmeye muktedir olan O'ndan başka kim olabilir ki!
-"Allah indinde makbul olan tevbe, kötülüğü ancak cahillik sebebiyle yapacakların, sonra da çarçabuk vaz geçip tevbe edecek olanların tevbesidir." (4 Nisa 17)
Yani hemen günahın akabinde tevbe ederek ya da bir iyilik işleyerek, günahın eserini kalplerinden silerler onlar. Tabii ki tevbe de geç kalınır da kişinin kalbi fazla kararırsa, silinerek temizlenmesi zor olur. İşte salih kulların özelliklerinden birisi de, yaptıklarından en kısa zamanda pişmanlık duyup gözyaşı dökerek Rab'lerinden af dilemeleridir. Hepimizin bu sıfatlara şiddetle ihtayacı vardır.
Zira Rabbimiz, bu iyi hallere sahip olan kullarını seviyor ve onları övüyor. Acaba kim Rabbinin övgüsüne mazhar olmak istemez ki!
O kul ki; Rabbinin emrini her şeyin üstünde tutar. Fani ve geçici olan şeylere kendisini kaptırmaz. Zira Yüce Mevlâ'sının nasihatleri hep onun kulaklarındadır:
"Sakın kendilerini denemek için, onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının süsüne gözlerini dikme! Rabbinin rızkı hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir." (20 Tâhâ 131)
Kul bir taraftan "Çağrıların en güzeli" ile ebedî alemin Cennet ve nimetlerine davet edilirken, bir taraftan da buna mani olacak şeylere karşı daima uyarılır.
O halde geçici dünyamızda, Cenab-ı Hakk’ın bize bahşettiği rızka kanaat etmek suretiyle iyi bir kul olmalıyız ki, ebedî alemin çok hayırlı ve daimî olan lûtuf ve ihsanlarına kavuşmuş olalım:
-"Kim ahiret sevabını isterse, onun sevabını artırırız. Kim de dünya menfaati isterse ona da ondan veririz. Fakat ahirette ona hiç bir nasib yoktur." (42 Şûra 20)
Bir başka ayet-i kerimede ise onlar için, "gözler aydınlatıcı nice nimetler”den bahsedilir:
"Yaptıklarına karşılık olarak onlar için, gözler aydınlatıcı nice nimetlerin saklandığını hiç kimse bilemez." (32 Secde 17)
Rabbimiz bu güzel sonuca hepimizi ulaştırsın.
O’na emanet olunuz!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.