BANA GÖRE DEĞİL SANA GÖRE
Bugün insanların ahlaklarının bozukluğundan, kimselere güvenilmediğinden, eski değerlerin kıymetinin olmadığından bahsedip dururuz. Bilhassa basın-yayın-medya yoluyla -eskiden ahlak bozulmasın diye gizlenen- ama şimdi en ince detaylarına kadar fâş edilen çirkin, ahlak dışı davranışların yaygınlaşması, insanların ruhsal dengesini bozuyor. Hatta böylesi istenmeyen hallere ciddi Müslüman diye bildiğimiz kişilerin de düşmesi, bizlerin geleceğe dâir ümitlerini zayıflatıyor. Nedir bu gidiş? Özgür olacağız diye pek çok değerin ayaklar altına alındığı bu pespâyelikler özgürlük mü? Yazıklar olsun.
Geçen hafta kültürel seviyesi yerinde arkadaşlarla da, aynı hususları konuştuk. Dedik ki; ‘eskiden insanların yüzde sekseni iyi iken, güvenilir iken, şimdi tam tersi bir manzara hâkim. Peki, neden böyle oldu? Nihâyetinde insanız, hemen herkesin nefsi hazları, dünyevî arzu ve hevesleri, günü en eğlenceli yaşama ve bunu başkalarıyla paylaşma istekleri var. İnsanın bu yönü, fücur yâni hayvânî yönüdür ve bugün hep insanın bu yönü besleniyor, hatta en ileri seviyede destekleniyor. İnsanlarda gösteriş yâni şov merâkı ve dahi paylaşma ilgisi her geçen gün gittikçe artıyor, bu boyut arttıkça kişi başkalarının malı olup çıkıyor. Paylaşımlardaki âdilik, basitlik, kural tanımazlık had safhaya ulaşabiliyor. Neticede –af buyurun- hayvanlaşan sâdece gösterime endekslenen niteliksiz bir hayat ortaya çıkıyor! Belli ki, nefsi isteklerin ardı arkası kesilmez, biri bitince diğerini isteyen azgın nefsin mutlaka ama mutlaka dizginlenmesi şarttır, zira bu işin sonu yok.
İnsanın nefis yönünün yanı sıra bir de, en güzel ‘ahsen’ şekilde yaratılan rûhâni yâni hissiyat ve duygu boyutu vardır. Bu boyutun hayırla beslenmesi ve dahi ibâdetlerle desteklenmesi onu nurdan yaratılmış meleklerden daha üstün bir kıvâma getirebilir. İşte bu hal, kul için ‘takva’ hâlidir. Yüce Kitâbımız Kur’ân’ı Kerimde bahsedildiği üzere: “…Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. (Yâni takvâlı olanınızdır.) Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” Buyrulur. (Hucurat, 13) Bugün her Müslüman’ın ulaşmak istediği hedefi, ‘Allah Teâlâ’dan korkan, takvalı bir Müslüman olmak’, olmalıdır. Zira Hak katında üstünlük budur. Kul indinde de böyle olmalıyken maalesef, yaşanan hayâtın yanlış gerçekliklerinin içinde boğulan insan, ne yazık ki takvaya değil de; kariyere, servete, şana-şöhrete aldanır oldu. Bu yanlış bir gidiştir.
Bugün başta bahsettiğimiz şikâyetlerden kurtulmanın yolu, insanın hayvânî tarafının yâni nefsânî duyguların esiri olmaktan kurtulup, melekî tarafını geliştirmektir. Ancak bu gayret ile kişi kendisini düzeltebilir. Böylesi insan, yukarda âyeti kerimede bahsedildiği üzere, Allah Teâlâ’dan korkar, O’nun sevgisini kazanmaya çalışır, Rabb’inin istemediği işleri yapmaz, yanlışa dalmaz, günahlara karşı teyakkuzla davranır, onlara bulaşmamaya titizlik gösterir. Hal bu şekilde cereyan edince kişi ve kişilerde ve de onların oluşturduğu toplumda kötü davranışlar yok olur. O zaman diyebilirsiniz ki, neden o zaman Müslümanlar böyle değil? Hep söyleriz, kişiler en yakınından, uzağına kadar çevresine dikkat etmelidir. Yanlışlık ve kötü davranışların çoğu çevre dikkatsizliğinden oluyor. Hani derler ya; ‘körle yatan şaşı kalkar’ diye. İşte durum aynen bu şekildedir. Kötü davranışlı kişilerle berâbersen, ister istemez ondaki menfîliği, sen de benimsiyorsun. O yanlış ve çirkin davranışlar önceleri ters gelse de, sonra arkadaşlığın devam ettiği sürece, o yanlışları sen de normal görüyor ve hatta farkında olmadan işliyorsun. O yüzden doğru kişilerle berâberlik her zaman elzemdir. Hâli muhafaza için de bu şarttır.
Büyükler, ‘İyi bir kulluk, fânî lezzetlerden uzaklaşıp bâkî lezzetlere kavuşmak ile mümkündür’, derler. Kişinin rûhî yönünün inkişâfına engel teşkil eden nefsâni takıntılarını bırakması onlardan kurtulması gerekiyor. Ama heyhat! Bugün insanın hep bu yönü gündemde tutuluyor. Yemek, içmek, gezmek, eğlenmek, şehvet… Varsa yoksa bunlar. Almak, giyinmek, süslenmek-püslenmek, övünmek yâni riyâ gösteriş destekleniyor. Dolayısıyla insan kendini bulamıyor, değerini idrak edemiyor. Hayvanlardan aşağı derekelere düşebiliyor. Oysaki insan, bu dünyâya sâdece kendini yaratan Rabb’ine güzel bir kulluk için geldi. O’na güzel bir kulluk için temiz bir kalp gerekir. Temiz ve Latif olana, temiz ve latifçe yaklaşılır. Kirli bardakla kimse su içmek istemez. Âlemlerin Rabb’ine de kirli bir kalp ile gidilmez, gidilmemeli. O’na yapılan ibâdetler tertemiz bir kalple yapılmalı. Yaşanan asrın kirliliğinden Müslüman dahi bugün bu temizliğe erişemiyor. O yüzden yanlış davranışlar geliştiriyor. Ama olsun. Hulûsi bir kalp ile yapılan namaz, tevbe ve ibâdetler insanın doğru davranışlar geliştirmesine en büyük yardımcıdır.
İnsan tevbe edecek ki, kalbi temizlensin. Kalp temizlenecek ki, insan ahlaklı olabilsin. Kalp temiz olacak ki, insan yaptığı güzel davranışlardan haz alsın. Kalp temiz olacak ki, insan Cenâbı Hakk’a yaklaşabilsin. Bu amaçla, insan bugün iç âlemini düzeltmeye çalışmalıdır. O sebeple kişi önce nefsi isteklerini sınırlamalı yanı sıra kalbini lüzumsuz şeylerle kirletmekten kaçınmalıdır. Bilindiği üzere bizler, bâkî bir âlem olan ahrete gidecek fânî yolcularız. Bu yolculuğa hazırlanmamız şarttır. Hayat yalnızca bu dünyâdan ibâret değildir. İnsan olarak en çok bunun gayretinde olmamız lâzımdır. Artık ‘bence’, ‘Bana göre’leri bırakıp geç kalmadan; ‘Rabb’im Sana göre ne hak ise bana göre de o dur hakikat’, demeliyiz.
En güzele emânetsiniz. Kalın sağlıcakla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.