Allah Korkusu
Kişinin gönül, yani kalp âlemini doldurabilecek en güzel ve eşsiz mana ise Allah’a îmandır. Îman hakikati ki insanı insan eder, insanca yaşamasını sağlar ve insan yetiştirilmesine öncülük eder. Îman gerçeği ve değerinden mahrum olanlarda ise, bunların tam zıddı cereyan eder. Her ne kadar bazı kıymetleri elde etmiş olsalar bile, daima tökezlemeye ve yıkılmaya mahkûm bir halde yaşarlar.
Îman örgüsü içerisinde o kadar çok şıklar vardır ki, her biri apayrı kıymeti hâizdir. İşte onlardan birisi de Allah korkusudur. Bu unsur da yine her birinde olduğu gibi, insanı ilgilendirir. Çünkü insan olmayan yerde kayda değer bir şey olmayacaktır. İyilik ve kötülük ancak insan unsuruyla bir değer ya da kayıp ifade edecektir.
Mü'min kulun asıl maksadı Rabb-ı Zü'l-Celâl'inin sevgisine erişmek değil midir? Bu gayeye matuf olarak, O'nun emirlerini yerine getirir, yasaklarından kaçınır, hatta kullara iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamayı da ihmal etmez. Yani mü’min kardeşlerini doğruluğa ve Hakk’a çağırır.
Kur’an, Allah korkusuna sahip insanı müttaki adıyla ele alır ve onu ilk âyetleriyle birlikte sık sık dile getirir:
“O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; âhiret gününe de kesinkes inanırlar. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.” (2 Bakara 2-5)
Müttaki kul gerçekten de sakınan ve arınmaya çalışan bir kuldur.
Müttaki insan; insanları aldatamaz, haram yiyemez, kumar oynayamaz, içki içemez, ailesine karşı görevlerini yerine getirir. Anne- babasına “öf” bile diyemez. Namusa göz dikemez. Devlet malında tüyü bitmedik yetim hakkının olduğunu idrak ederek, ona zarar veremez.
Bütün bu hasletler cemiyetlerin huzuruna ve milletlerin istikbaline en uygun hakikatler manzumesi değil midir?
Takva yani Allah korkusu, mü'minin bütün hayatını kuşatır. Öyle ki; varlığını yokluğunu, acısını sevincini, yalnızlığını beraberliğini, çobanlığını başkanlığını; hâsılı bütün halini kontrol eder.
Eğer insanlığın gayreti ve gayesi bu olsa, çekişmeler sona erer ve herkes bir diğer kardeşini düşünür. Bir mü’min ki; hayatını idame ettirirken takva ölçülerine uyar, insanların ölçüsünü belirler iken de, yine takvayı göz önüne alırsa boşa gitmeyen bir hayat yaşamış olur. Zira o, Rabbinden, O’na yaraşır şekilde, nasıl gerekiyorsa ve gücü yettiğince korkmuştur:
“Ey inananlar, Allah’tan Ona yaraşır şekilde korkun (gücünüz yettiğince) saygılı olun (emirlerinin dışına çıkmaktan) sakının.” (3 Âl-i İmran 102)
“Allah’tan gücünüz yettiğince korkun, sakının!” (64 Teğâbün 16)
Bütün bu faziletlerin en bariz misalini yaşayan Rasûlüllah (s.a.v.), Ashabı-ı Kiram ve Selef-i salihinden sonra, onların bu güzel hallerini idameyi kendisine görev addeden insanlar daima bulunmuştur:
“Haberiniz olsun ki, Allah'ın veli kulları (dostları için) hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir. Onlar iman edip takvaya ermiş olanlardır. Dünya hayatında da, âhirette de onlar için müjdeler vardır.” (10 Yûnus 62-64)
Bu ilim ve aşk kervanına katılarak, müjdeye mazhâr olan mü’minlerden olmamız dilekleriyle. Allah’a emanet olunuz!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.