Adil düzende istifa
Manevi haller yazı serisi
Mehmet Akif Ersoy’un Sebülürreşad Dergisi’nde çıkan ve duygusal bir yazısı var. 2. Abdülhamid Han’ın 1909 yılında bir ihtilalle düşürülmesinden sonra, Osmanlı İslam Devleti’nin çatırdamaya başladığı döneme ait bir hatırasıydı.
“Sabah namazlarını kılmak için İstanbul, Sultanahmet Camii’ne gidiyorum. Her sabah ne kadar erken gidersem gideyim, mihrabın bir kenarına oturmuş olan, saçı sakalı bembeyaz olmuş ihtiyar bir adamı, ümitsizce bedbin bir şekilde durmadan ağlarken görüyorum. O kadar ağlıyor ki, ağlamadığı tek bir dakikaya rastlayamadım. Bunun sebebini çok merak ediyordum. Nihayet bir gün o yaşlı zatın yanına sokuldum ve:
Muhterem! Niye bu kadar ağlıyorsun? Allah’ın rahmetinden bir insan bu kadar ümitsiz olur mu? Dedim. Yaşlı gözlerle bana baktı ve:
Beni konuşturma! Neredeyse kalbim duracak! Dedi.
Ben anlatması için çok ısrar edince başından geçen olayı ağlaya ağlaya şöyle anlattı:
Efendim, ben Abdülhamid Han Cennetmekân’ın devrinde orduda bir binbaşıydım. Emrim altında olan bir tabur vardı. Bu askeri görevime annemin ve babamın vefatına kadar devam ettim. Fakat onlar vefat edince istifa etmek istedim. Çünkü memleketimizde bir hayli servetimiz vardı. Bu mal ve mülkün başında durmak, onların çarçur olmaması için gerektiği şekilde ilgilenmek gayesiyle, bir istifa istidası yazıp kumandanlık makamına gönderdim.
“Annem de babam da vefat etti. Falan yerde mağazalarımız, filan yerde gayrimenkullerimiz vardır. Netice itibarıyla bunlarla ilgilenecek, ticari işlerin yürümesi için mağazaların başında duracak bir nezaretçiye ihtiyaç vardır. Bu vesileyle şayet kabul buyrulursa, görevimden istifa etmek istiyorum.”
Bu istidayı yazdıktan bir müddet sonra, kumandanlıktan bir yazı geldi. Heyecanla gelen mektubu açtım ve okudum. Orada istifamın kabul edilmediği yazılmıştı. Bir anlam veremedim. Bu sefer bir üst kumandanlığa aynı dilekçemi gönderdim.
Fakat bu sefer de bizzat Hünkâr’dan red cevabı geldi.
Bunun üzerine bizzat Sultan’ın huzuruna çıkıp, kendisiyle şifahi olarak görüşüp istifamı vereyim diye düşündüm.
2. Abdülhamid Han gerçekten çok celadetli bir padişahtı. Ben yaveriyle görev icabı uzun zaman bir yerde kalmıştım. O, Sultan’ın hallerini bize anlatırken:
Abdülhamid faytonda giderken faytonun sağında ve solunda bulunanlar neredeyse nefes almaya bile korkarlardı, derdi. Efendim Allah ona rahmet eylesin, Abdülhamid Han evliyaullahtan bir zattı.
Ben durumumu anlatmak için Padişah’ın huzuruna çıktım ve:
Hünkarım, sizden istifamın kabulünü rica edeceğim, durumum böyle!.. Diyerek istifa sebebimi anlattım.
Bunun üzerine Hakan bir müddet derin derin düşündü. Yüzündeki ifadeden istifa etmemi istemediğini anlıyordum. Ben bunu sezince istifa konusunda biraz daha ısrarcı oldum. Abdülhamid Han, benim böyle ısrar ettiğimi görünce, bakışlarını bana çevirip, öfkeli bir tavırla ve sanki beni elinin tersiyle iter gibi hareket yaparak:
Haydi, seni istifa ettirdik! Dedi.
Tabii ben istifamın kabul edilmesi sebebiyle çok sevindim. Ve hiç vakit kaybetmeden memleketime dönüp işlerimin başına geçtim. Uzun yıllar rahat ve huzur içinde hayat sürdüm. Derken bir gece müthiş bir rüya gördüm:
Mana âleminde, bütün ordular bir araya toplanmış teftiş ediliyordu. Küffara karşı son savaşı vermek üzere, memleketin şarkında ve garbında bulunan tüm orduları bizzat Peygamber Efendimiz teftiş ediyordu. Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam, Yıldız Sarayı'nın önünde duruyor, bütün İslam orduları Efendimizin huzurundan geçerek büyük bir disiplin içerisinde teftiş veriyordu. O esnada orada Osmanlı Padişahlarının ileri gelenleri de vardı. Fatih, Yavuz, Kanuni gibi. Sultan Abdülhamid Han ise, edebi hürmetle ve ubudiyetle, Kâinatın Efendisi'nin hemen arkasında duruyordu.
Bütün ordular huzurdan tek tek geçiyordu. Derken sıra, benim istifa etmeden önce komutam altında bulunan taburuma geldi. Fakat birliğin başında kumandanı olmadığı için askerler darma dağınıktı. Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam, Abdülhamid'e dönüp:
Ey Abdülhamid! Bu ordunun kumandanı nerede? buyurdu.
Bunun üzerine Sultan Abdülhamid, mahcup bir halde başını önüne eğmiş olarak, hürmeti edeple Efendimize:
Ya Resulallah! Bu ordunun kumandanı istifa etti. Defalarca reddetmemize rağmen çok ısrar ettiği için biz de onu istifa ettirdik. Dedi.
Bunun üzerine Efendimiz (Aleyhissalatüvesselam) elinin tersiyle bir işaret yaparak:
Senin istifa ettirdiğini, biz de ümmetlikten istifa ettirdik. Buyurdu.
Yaşlı gözlerle bunu anlatan ihtiyar adam bana döndü;
Söyle bakalım, bunu duyduktan sonra ben ağlamayayım da kim ağlasın?
Mehmet Akif, sözlerini şöyle bitiriyordu:
Yaşlı adam ağlamasına, inlemesine devam etti. Derdi büyüktü. Sessizce yanından uzaklaştım. Zaten başka da yapabileceğim bir şey yoktu. Zira bu yaşlı adam, tesellisini Peygamber Efendimizden bekliyordu. Pişmanlığının ve tövbesinin kabul edildiği müjdesi gelmeden belli ki ağlaması inlemesi dinmeyecekti…”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.