Zafer mi Hezimet mi?
Türkiye garip bir ülke haline geldi. Geçtiğimiz günlerde bir gece yarısı yapılan Süleyman Şah Türbesi Operasyonu hakkında yapılan yorumlara bakınca insan ne yapacağını şaşırıyor:
Bir taraf; başkomutanın önderliğinde büyük başarı, tarihi an, şanlı zafer, emanete sahip çıkmak, tebrik, kutlama… edebiyatı ile olaya yaklaşıyor.
Öbür taraf ise cumhuriyet tarihinin ilk toprak kaybı, PKK’ya muhtac olma, IŞİD’le anlaşma, rezalet, saygısızlık, acizlik, ricat, yüz karası, utanılacak hal… gözüyle yorum yapıyor.
Aynı olaya hem zafer, hem hezimet gözüyle bakabilmek anlaşılır gibi değil. Vaktiyle Kadir Mısıroğlu’nun “Lozan Zafer mi Hezimet mi?” adıyla yazdığı bir kitap vardı. Şimdi “Süleyman Şah Zafer mi Hezimet mi?” diye bir kitap daha yazsa fena olmaz.
Bana kalırsa her iki yorumdan birine doğru, birine yanlış demekten ziyade Türkiye’de halkın bu derece algı operasyonuna maruz bırakılması, salim kafayla düşünüp olayları muhakeme etme hürriyetinin elinden alınması, aka kara, karaya ak denilmesi ve milletin de buna inanması, inanmaktan ziyade gözü kapalı savunma noktasına getirilmesi var ya, işte bu hepsinden büyük bir tehlike.
Türkiye yüzde ellişer oyla, fifti fifti ikiye bölünmüş durumda. AK Partiye oy verenler ve vermeyenler.
AK Parti ayan beyan yanlış bir iş-icraat yapsa bunun yanlış olduğunu AK Partiye oy veren yüzde elliye mümkün değil kabul ettiremezsiniz. Kırk dereden kırk su getirip illa da onun doğru olduğuna inanırlar. Kendileri inanmakla kalmaz başkalarının da buna inanmak zorunda olduğunu, inanmazlarsa vatan haini, millet düşmanı olduğunu iddia ederler.
Öbür taraftan AK Parti hayırlı, güzel bir icraat yapsa ona oy vermeyen yüzde elli de kırk dereden kırk su getirip onun pek de doğru olmadığını savunur ve bir türlü teşekküre, takdire yanaşmaz.
Oysa şu bir gerçek ki 12-13 seneden beri tek başına iktidarda olan bir hükümet yüzlerce karara ve icraata imza atmıştır. Bunların içinde mutlaka doğru, hayırlı işler olduğu gibi, yanlış, hatalı işler de vardır.
Doğruya doğru, yanlışa yanlış demek bir erdemdir, cesarettir, dürüstlüktür, kadirşinaslıktır, özgüvendir… daha ne derseniz deyin.
İşte bu son olayda acaba gerçek nedir? Süleyman Şah’ta doğru bir operasyon mu yapılmıştır? Bu bir operasyon mudur değil midir? Vahim bir hata, acizlik mi vardır? İyi niyetle çıkılıp kötü bir sonuç mu ortaya çıkmıştır? Konjoktür böyle mi icap etmiştir? Vs. vs…
Bütün bu soruları soğukkanlı, sağlıklı bir kafa yapısıyla tartışmamız, gerçeği ortaya koymamız mümkün değildir. Çünkü Türkiye birbirini iten, feci bir şekilde kutuplaştırılmıştır.
Ufak bir yorum yapsanız ya “vatan haini” olma ya da “iktidar yardakçısı” olma durumundan biriyle karşı karşıya olmanız kaçınılmazdır. Kimse sizi objektif olarak dinlemez. “Bu adam ne yazmış, ne söylemiş” diye bakmaz. Önce şuna bakar: “Bu adam bizden mi, değil mi?” Veya yazdığı gazeteye, çıktığı televizyona bakar: “Bu yayın kuruluşu iktidardan yana mı, muhalefetten yana mı?”
Ondan sonra siz ağzınızla kuş tutsanız, yüzde yüz tarafsız, dünyanın en güzel yazısını da yazsanız hiç değeri yok. Anadan doğma tarafsınız. “Zaten…” ile başlayan bir cümle sizin yazınızı, yorumunuzu sıfıra indirmiştir.
Sonuç: İktidar yanlısı bir yazar oturup bir gün hükümetin bir icraatını eleştirebiliyor ve iktidar mırın kırın etmeden bundan bir ders çıkarıyorsa veya müzmin muhalefet birisi oturup hükümetin bir icraatının doğruluğunu söyleyebiliyor ve kimse kimseyi yaftalamadan medenice dinleyebiliyorsa bu ülkeye en büyük iyiliği yapmış olacağız.
Bir başka ifadeyle muhalefet partileri bir gün deseler ki “Her türlü tenkid hakkımız mahfuz kalmak şartıyla iktidarın falanca konudaki kararını destekliyoruz, doğru yaptılar, müteşekkiriz, sağolsunlar” dese;
İktidar da bir gün dese ki “Falanca konuda hatalı olduğumuzu anladık, bizi uyaran muhalefete müteşekkiriz, bizi ve ülkeyi bir yanlıştan kurtarma konusunda vesile oldular, ikaz ettiler, sağolsunlar” dese Türkiye bunu gibi bir Türkiye daha olur vesselam.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.