Yeniden Doğan Güneş
Hatıralar canlanıyor yazı serisi
İnancınızın hizmetini yapabilmek için elbette ki belli özelliklere sahip olmanız gerekir. Herhalde bu özelliklerin başında inanmak, inandığını yaşamak, ihlaslı (yaptığı işi Allah için yapmak) ve girişken olmak gibi hususlar gelir. Bir insana bir görev verileceğinde asgari bu ölçüler aranır. Tabii bu ölçüler arasında sadakati de unutmamak lazımdır.
Bu ölçüler, bir insanda zaman içinde ve yaptığı görevler boyunca belli olur. Boyu posu yerinde, güya eli kalem tutan birçok insan vardır ki bunlar kendilerinden başkasını beğenmezler ve oturdukları “sırça saraylarından…” her kese yol göstermeye çalışırlar. İş ve eylem içerisinde bulunmanın ne olduğunun bilmeyen bu tiplerle hiçbir yere gidilemez.
Eğer bir hareket yeni başlıyorsa ve insanlar bir takım zorluklar karşısında denenmemişse bu ortamda her zaman o işe uygun insan bulunamaz. Çünkü uygun zannedilen insan bir de bakmışsınız ki görev yerini şu veya bu mülahazalarla terk etmiş almış başını gitmiştir. Ve yapmasını istediğiniz iş de onun bıraktığı yerde kalmıştır.
MİLLİ GÖRÜŞ’ÜN AVDETİ
Milli görüş, yani milletimizin görüşü, onun bin yıllık hayatından zamanımıza kadar gelmiş, tarihi süreçte her zaman ve her sahada denenmiştir. Uygulandığı dönemlerde sadece bu görüşe inananlara değil inanmayanlara da saadet getirmiş bir görüştür.
Ancak “Tanzimat fermanı”ndan bu yana Batının üstünlüğünü savunan ve onların görüşü olan Batılı görüşleri milletimize baskı ve zorla dayatmaya çalışan bir devir yaşanmıştır. Bu görüşün yanlılarının iktidarda kaldıkları süre içerisinde milletimizi de batıya benzetebilmenin çarelerini aramışlar, zehirli elmanın üzerine çukulata sürerek milletimize yedirmeye çalışmışlardır.
Fakat milletimizin ekseriyeti (çoğunluğu) bu aldatmacalara kanmamış, feraset gözüyle baktığı olaylarda bu görüş sahiplerine onların beklediği desteği vermemişlerdir. Bu görüşün adamları her zaman halktan kopuk çalışmışlar, kendilerini halka kabul ettirememişlerdir.
1969 – 2009 yıllarını içerisine alan 40 yıllık bir dönemde “Milli Görüş” siyasi platformda bulunmuş, sonuncusu hükümette Başbakanlık olmak üzere 4 kere iktidara ortak olmuş ve ülke idaresinde söz sahipliği yapmıştır.
Ve şimdi yıl 1968’dir. Mühendislik tahsili (öğrenimi) için Ankara’ya giden bir genç orada Milli Görüş’ün lideriyle karşılaşır. Henüz Milli Görüş siyasi ortama çıkmamıştır ama yer yer bu görüşün tezahürleri görülmektedir. Bunlardan biri de İlim sahası, üniversitelerdir.
İşte Ankara Yükseliş Mühendislik ve Mimarlık Yüksek Okulu bu çalışmaların karargâhı gibi olmuştur. Her ne kadar okulu sahibi devrin Başbakanı Süleyman Demirel’in kardeşi Hacı Ali Demirel’e ise de okuldaki hocalar ve bilhassa Profesör Doktor Necmettin Erbakan’ın bu okulda hoca olarak bulunması okulun bu özelliğe ulaşmasını sağlamıştır.
Bu gün siyasetle ilgilenen ve o zamanlar okulda hocalık yapanlardan bazıları şunlardır. Recai Kutan (İnş. Y. Müh.), Ertan Yülek (Mak. Y. Müh.), merhum Reşat Aksoy (Mak. Y. Müh.), Kahraman Emmioğlu (Mak. Y. Müh.), Cevat Ayhan (Mak. Y. Müh), Temel Karamollaoğlu (Mak.Y Müh) o günün öğrencileri bu günün sosyal ve siyasal alanda çalışmalar yapan makineci, inşaatcı, mimar mühendisleri yani bizim kuşağın gençleri ve daha niceleri… Milli Görüşün halkımıza ulaşmasında büyük görev yapan bu kadronun yaptığı bu sosyal ve siyasal harekete “Mühendisler hareketi” denmesinin bir sebebi bu olsa gerekir.
BİR OLAY VE TANIŞMA
Bir dini bayram tatilinde memleketim olan Konya’ya gitmiştim. Bazı arkadaşlarım, bazı partililerle bayramlaşma yapmak istediler. Biz de fikri uygun bulduk ve o gün adına sağ denilen AP Adalet partisi, CKMP Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisini (sonra adı MHP olarak değiştirildi) ni ziyaret ettik.
CKMP’deki bayramlaşma esnasında orada hazır bulunanlardan birisi; “Arkadaşlar. Profesör Erbakan diye biri, yeni bir parti kuracakmış. Kim bu adam, partisi bizi böler mi?” diye ortaya bir soru attı ve bu soru benim de dikkatimi çekti.
Bir gün Ankara’da okuldan hocamla birlikte yürüyerek çıktık. Yolda kendisine Konya’da karşılaştığım olayı anlattım ve “Hocam bir parti kurma ihtimaliniz var?” dedim.
Hocamız hiç cevap vermeden bir müddet yürüdük. Hocamız derin düşünceye dalınca kendisine; “Hocam, sorum sizi müşkül durumda bırakacaksa onu geri aldım” dedim.
Benim bir de bunu söylemem üzerine hocamız mutlaka bir şeyler söylemesi gerektiğini düşünerek, “Kurulsa iyi olur, demişimdir” dedi.
İLK GÖREV VE YETİŞTİRİLME
Erbakan hoca, kendisine anlattığım bu olay ile beni tespit ederek ertesi günü Nazım Karaman’ı yanına çağırarak “Bana Nevzat Laleli’yi bul ve gönder” demiş.
Ben haberi alınca hemen yanına gittim. Bana hitaben, “Nevzat seni yetiştireceğiz. İstanbul’da münteşir (çıkan) Bizim Anadolu Gazetesinin Ankara bürosunda sana büro
hizmetleri ve muhabirlik görevi verilecek. Orada da yatar kalkarsın” dedi ve beni gazetenin sahibi Mehmet Emin Alpkan ile görüşmeye gönderdi.
Bu görevlendirmede; gazete, televizyon, dergiler ile şimdilerde İnternetin bir davanın halka tanıtılmasında en önemli organlar olduğu işaret ediliyordu. Bu milleti Batı uşak yapabilmek için gazetecilik yolları seçilmişti, şimdi Milli Görüşün yeniden avdeti (dönüşü) de yine gazetelerle yani medya ile olacağının işareti yatıyordu.
Bu gün “Ben Milli Görüşçüyüm” diyen insanların medya konusunda yeteri hassasiyetleri yokken, Hocamızın ta 1968 yılında gösterdiği hassasiyete bakınız ki bir elemanını yetiştirebilmek için onun gazetecilik tecrübeleri kazanması gerektiğini biliyor ve onu bu sahaya yönlendiriyordu.
Bu çalışmaların sonunda Türkiye’de 50 yıldır oynanan ve adına “sağ ile sol” denen “Horoz dövüşü” oyunu sona erdiriliyor ve adı “Milli Görüş Güneşi” yeniden ortaya çıkarak “Durun bakalım bu milletinde bir de kendisi var” diyordu.
1968 kuşağı diye tarif edilen bir geçlik kuşağı vardır ve bunlar genellikle solcu, sosyalist veya devrim gençlik olarak tanımlan maktalardı. Ancak gözlerden kaçan en önemli bir hususun Milli Görüşün siyasi zemine çıkmasının yanı sıra “68 kuşağı gençliğin” milli görüş çalışmalarını yürütmekle görevli bizim gibi gençler olduğudur. Ve gerçek devrim de aslında budur.
İnancınızın hizmetini yapabilmek için elbette ki belli özelliklere sahip olmanız gerekir. Herhalde bu özelliklerin başında inanmak, inandığını yaşamak, ihlaslı (yaptığı işi Allah için yapmak) ve girişken olmak gibi hususlar gelir. Bir insana bir görev verileceğinde asgari bu ölçüler aranır. Tabii bu ölçüler arasında sadakati de unutmamak lazımdır.
Bu ölçüler, bir insanda zaman içinde ve yaptığı görevler boyunca belli olur. Boyu posu yerinde, güya eli kalem tutan birçok insan vardır ki bunlar kendilerinden başkasını beğenmezler ve oturdukları “sırça saraylarından…” her kese yol göstermeye çalışırlar. İş ve eylem içerisinde bulunmanın ne olduğunun bilmeyen bu tiplerle hiçbir yere gidilemez.
Eğer bir hareket yeni başlıyorsa ve insanlar bir takım zorluklar karşısında denenmemişse bu ortamda her zaman o işe uygun insan bulunamaz. Çünkü uygun zannedilen insan bir de bakmışsınız ki görev yerini şu veya bu mülahazalarla terk etmiş almış başını gitmiştir. Ve yapmasını istediğiniz iş de onun bıraktığı yerde kalmıştır.
MİLLİ GÖRÜŞ’ÜN AVDETİ
Milli görüş, yani milletimizin görüşü, onun bin yıllık hayatından zamanımıza kadar gelmiş, tarihi süreçte her zaman ve her sahada denenmiştir. Uygulandığı dönemlerde sadece bu görüşe inananlara değil inanmayanlara da saadet getirmiş bir görüştür.
Ancak “Tanzimat fermanı”ndan bu yana Batının üstünlüğünü savunan ve onların görüşü olan Batılı görüşleri milletimize baskı ve zorla dayatmaya çalışan bir devir yaşanmıştır. Bu görüşün yanlılarının iktidarda kaldıkları süre içerisinde milletimizi de batıya benzetebilmenin çarelerini aramışlar, zehirli elmanın üzerine çukulata sürerek milletimize yedirmeye çalışmışlardır.
Fakat milletimizin ekseriyeti (çoğunluğu) bu aldatmacalara kanmamış, feraset gözüyle baktığı olaylarda bu görüş sahiplerine onların beklediği desteği vermemişlerdir. Bu görüşün adamları her zaman halktan kopuk çalışmışlar, kendilerini halka kabul ettirememişlerdir.
1969 – 2009 yıllarını içerisine alan 40 yıllık bir dönemde “Milli Görüş” siyasi platformda bulunmuş, sonuncusu hükümette Başbakanlık olmak üzere 4 kere iktidara ortak olmuş ve ülke idaresinde söz sahipliği yapmıştır.
Ve şimdi yıl 1968’dir. Mühendislik tahsili (öğrenimi) için Ankara’ya giden bir genç orada Milli Görüş’ün lideriyle karşılaşır. Henüz Milli Görüş siyasi ortama çıkmamıştır ama yer yer bu görüşün tezahürleri görülmektedir. Bunlardan biri de İlim sahası, üniversitelerdir.
İşte Ankara Yükseliş Mühendislik ve Mimarlık Yüksek Okulu bu çalışmaların karargâhı gibi olmuştur. Her ne kadar okulu sahibi devrin Başbakanı Süleyman Demirel’in kardeşi Hacı Ali Demirel’e ise de okuldaki hocalar ve bilhassa Profesör Doktor Necmettin Erbakan’ın bu okulda hoca olarak bulunması okulun bu özelliğe ulaşmasını sağlamıştır.
Bu gün siyasetle ilgilenen ve o zamanlar okulda hocalık yapanlardan bazıları şunlardır. Recai Kutan (İnş. Y. Müh.), Ertan Yülek (Mak. Y. Müh.), merhum Reşat Aksoy (Mak. Y. Müh.), Kahraman Emmioğlu (Mak. Y. Müh.), Cevat Ayhan (Mak. Y. Müh), Temel Karamollaoğlu (Mak.Y Müh) o günün öğrencileri bu günün sosyal ve siyasal alanda çalışmalar yapan makineci, inşaatcı, mimar mühendisleri yani bizim kuşağın gençleri ve daha niceleri… Milli Görüşün halkımıza ulaşmasında büyük görev yapan bu kadronun yaptığı bu sosyal ve siyasal harekete “Mühendisler hareketi” denmesinin bir sebebi bu olsa gerekir.
BİR OLAY VE TANIŞMA
Bir dini bayram tatilinde memleketim olan Konya’ya gitmiştim. Bazı arkadaşlarım, bazı partililerle bayramlaşma yapmak istediler. Biz de fikri uygun bulduk ve o gün adına sağ denilen AP Adalet partisi, CKMP Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisini (sonra adı MHP olarak değiştirildi) ni ziyaret ettik.
CKMP’deki bayramlaşma esnasında orada hazır bulunanlardan birisi; “Arkadaşlar. Profesör Erbakan diye biri, yeni bir parti kuracakmış. Kim bu adam, partisi bizi böler mi?” diye ortaya bir soru attı ve bu soru benim de dikkatimi çekti.
Bir gün Ankara’da okuldan hocamla birlikte yürüyerek çıktık. Yolda kendisine Konya’da karşılaştığım olayı anlattım ve “Hocam bir parti kurma ihtimaliniz var?” dedim.
Hocamız hiç cevap vermeden bir müddet yürüdük. Hocamız derin düşünceye dalınca kendisine; “Hocam, sorum sizi müşkül durumda bırakacaksa onu geri aldım” dedim.
Benim bir de bunu söylemem üzerine hocamız mutlaka bir şeyler söylemesi gerektiğini düşünerek, “Kurulsa iyi olur, demişimdir” dedi.
İLK GÖREV VE YETİŞTİRİLME
Erbakan hoca, kendisine anlattığım bu olay ile beni tespit ederek ertesi günü Nazım Karaman’ı yanına çağırarak “Bana Nevzat Laleli’yi bul ve gönder” demiş.
Ben haberi alınca hemen yanına gittim. Bana hitaben, “Nevzat seni yetiştireceğiz. İstanbul’da münteşir (çıkan) Bizim Anadolu Gazetesinin Ankara bürosunda sana büro
hizmetleri ve muhabirlik görevi verilecek. Orada da yatar kalkarsın” dedi ve beni gazetenin sahibi Mehmet Emin Alpkan ile görüşmeye gönderdi.
Bu görevlendirmede; gazete, televizyon, dergiler ile şimdilerde İnternetin bir davanın halka tanıtılmasında en önemli organlar olduğu işaret ediliyordu. Bu milleti Batı uşak yapabilmek için gazetecilik yolları seçilmişti, şimdi Milli Görüşün yeniden avdeti (dönüşü) de yine gazetelerle yani medya ile olacağının işareti yatıyordu.
Bu gün “Ben Milli Görüşçüyüm” diyen insanların medya konusunda yeteri hassasiyetleri yokken, Hocamızın ta 1968 yılında gösterdiği hassasiyete bakınız ki bir elemanını yetiştirebilmek için onun gazetecilik tecrübeleri kazanması gerektiğini biliyor ve onu bu sahaya yönlendiriyordu.
Bu çalışmaların sonunda Türkiye’de 50 yıldır oynanan ve adına “sağ ile sol” denen “Horoz dövüşü” oyunu sona erdiriliyor ve adı “Milli Görüş Güneşi” yeniden ortaya çıkarak “Durun bakalım bu milletinde bir de kendisi var” diyordu.
1968 kuşağı diye tarif edilen bir geçlik kuşağı vardır ve bunlar genellikle solcu, sosyalist veya devrim gençlik olarak tanımlan maktalardı. Ancak gözlerden kaçan en önemli bir hususun Milli Görüşün siyasi zemine çıkmasının yanı sıra “68 kuşağı gençliğin” milli görüş çalışmalarını yürütmekle görevli bizim gibi gençler olduğudur. Ve gerçek devrim de aslında budur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.