Yeni Bir Ekonomi Sisteminin Gerekliliği
Bozulmuş olan ekonomik yapıları düzene koyabilmek için çeşitli metot ve modellere başvurulmaktadır. Dünya,1929 ekonomik bunalımını yaşayarak bugüne gelmiştir. Sözü edilen ekonomik bunalımdan sonra, kapitalist devletlerde iki teori uygulama alanı bulmuş ve ağırlık kazanmıştır.
1) John Maynard Keynes’in ortaya attığı görüşler
2) Milton Friedman’ın ortaya attığı görüşler
Keynes’in görüşlerini kapsayan ekonomik uygulama, bir pansuman tedbiri olarak 1970’li yıllara kadar uygulamasını sürdürmüştür. Daha sonraları Keynes’in görüşleri terk edilirken, Milton Friedman’ın görüşlerini kapsayan yeni bir teori gündeme gelerek ağırlık kazandı. Fakat bu teoride beraberinde dünya ekonomilerini felce uğratan yeni bir bunalım getirdi. Friedman, teorisinde parasal politikalardan hareket ederek yola çıkmakta, devalüasyonu ve yüksek faizi zorunlu olarak görmektedir. Bununla beraber, serbest döviz piyasasında belirlenen bir kur politikasını ( günlük kur ayarlaması) benimsemektedir. Ayrıca Milton Friedman; “Ekonomide tam istikrar sağlamayı amaçlamak son derece lüks bir amaç ardından koşmak demektir” (1) diyerek, tam ekonomik istikrarın sağlanacağına da inanmamaktadır.
Bugün, IMF ve Dünya Bankası’nın benimsediği ABD ve Batılı ülkelerle beraber, gelişmekte olan ülkelerin çoğunda da uygulanan Friedman’ın ekonomi teorisi, devletlerin iflasına kadar varan ekonomik arızalar getirmiştir. Bu kadar olumsuz olaylar yaşandığı halde, tutarsız bir teoriyi uygulamaya devam etmek elbette ki akıl kârı olmayacağı gibi, ekonomi ilmiyle de bağdaşamaz.
Kapitalist devletler bunalımdan bunalıma sürüklenirken, sosyalist sisteme sahip olan devletler acaba ne durumdadır? Sosyalist devletler de uygulama alanı bulan Marksist teori, ferdi mülkiyeti reddeden karakteriyle, zaten doğuştan insan tabiatına aykırıdır. Sosyalist ülkeler de faiz yasaklanırken (tabi ki sosyalist ülkelerde, ülke içindeki muamelelerde iç faiz yasaktır. Fakat dış ülkelerle yapılan muamelelerden yine faiz alınmaktadır) özel mülk edinme ve ticaret etme serbestiyeti kaldırılmıştır. Bunun bir sonucu olarak, kişiler arasındaki sınıf farkı, rüşvet, karaborsa, adam kayırma, ahlâki bozukluklar had safhaya ulaşmaktadır. Sosyalist ülkelerde, idareye hâkim olan kesim, devlet imkânlarından istedikleri gibi yararlanırken, idare edilen zümre büyük bir mağduriyete uğramaktadır. Temelde kapitalizmle beraber bir yapı arz eden sosyalist ekonomiler, kapalı bir ekonomi hüviyeti ile zoraki olarak ayakta durmaktadırlar. Bu şekliyle refah ve istikrar sağlayıcı hiçbir özelliğe sahip değildir. Ayrıca kapitalist ve sosyalist fikirlerin karışımından meydana gelen “karma ekonomi sistemi”nin sunduğu reçeteler de meselelere çare getirememiş ve çözüm olmamıştır. Kaldı ki bu sistemler devirlerini çoktan tamamlamışlar ve neticede iflas etmişlerdir. Zaten bu sistemler uygulandıkları hiçbir dönemde adil dağılımı sağlayamadıkları gibi, sağlamaları da mümkün değildir. Çünkü dayandıkları temel yapılarında, güçlü olanın zayıfın hakkını gasp etmesi ve haksızlık vardır.
Öyleyse insanların, faizsiz bir temele dayanan, lüks ve israflara meydan vermeyen, tutumlu olmayı, iktisatlı harcamayı ve adil dağılımı öngören, orta bir yolda gitmeyi hedef alan bir sisteme bağlanmaları ve meselelerine bu çizgide çare aramaları gerekmektedir.
Faizsiz bir ekonomik sistemde, herkes çalıştığının ve emeğinin karşılığını alacaktır. Zayıfın hakkı korunacak, güçlü kuvvetinden dolayı haksızlık yapamayacak, herkes hakkına razı olacaktır. Sermaye sahipleri, paralarını faiz yoluyla değil, teşebbüs güçlerini kullanarak yatırım ve ticaret alanlarına kanalize edeceklerdir. Böylece ekonomide hem üretim artacak, hem de işsizlere iş alanları açılmış olacaktır. Ayrıca ekonomi sağlam bir temel üzerine bina edilerek, sermaye sahibinin sermayesi teminat altına alınıp, iflastan beri olacaktır. İşçi olarak emek sarf edenler de, işini kaybetme korkusu olmadan çalışacaklar ve geleceğe güvenle bakacaklardır. Bu şekilde istikrar sağlanmış olacaktır. Yoksa faiz yoluyla, insanların birbirinin hakkına tecavüz etmeleri, işsize iş imkânı bulunmaması, üretimi artırıp ihtiyaçların normal olarak karşılanmaması, dengesizlikler getirerek istikrarı bozar. Problemler birbiri üzerine yığılarak karmaşık bir hal alır. Bu durum meselelere çözüm bulunamamasından dolayı anarşiyi doğurur. Sonuçta; toplum büyük yaralar alır ve insanlar birbirine düşman olur.
İslâm’ın teklif ettiği ve toplumunda gerçekleştirdiği, ayrılınmadıkça mutlu olunan, kopuldukça ve uzaklaştıkça sefalete düşünülen, iktisat sistemi, otantik anlamıyla ne kapitalist nede sosyalizan bir sistem, doğrudan doğruya, “İslam iktisat sistemi” adının verilmesi gerekli sui generis bir sistemdir. Sistemler arasında bir takım benzerlikler bulunması, birbirlerine icra için yeter bir sebep olamaz. Bunun gibi, bugüne kadar İslâm’ı kapitalizme veya sosyalizme icra çalışmaları iflas etmiştir (2). İslâm toplumunun iktisat iç-yapısı hakkında İslam düşüncesinin altın döneminde yazılan klasik eserleri günümüz literatürüne getirememiş bulunduğumuzdan, bugün, İslâm ülkelerinde üzerinde durulan ihtisas ilmi, doğrudan doğruya, batı iktisat teorilerinin bir tekrarı olmaktan, iktisadi olayları batı iktisat postulatlarıyla inceleme ve yorumlamadan öteye gitmemektedir. Bu metot ise, her şeyden önce, sosyal hayatın öbür alan ve görüşleriyle iktisadi yaşayış arasındaki bağları hiçe saymakta ve batının tecrübesinden doğmuş kavramları doğru ve İslâm deneyine uygulama gibi içinden çıkılmaz bir kavram ve realite kopuşuna sebep olmuş ve olmaktadır. Ve daha iktisat realitesi tespit edilmeden değer hükmü alanına geçiliyor. Arkasından da birkaç iktisadi doktrin alternatifinden birini seçmeye zorlanıyoruz (3). Bu olay bütün İslâm ülkeleri için çok düşündürücü bir haldir.
Yeni bir ekonomi sistemi kurulmasıyla ilgili olarak bir açıklama yapan Roger Garaudy (4). “Peşin hükümler ve tenkitler yerine bugün batının çözemediği meselelere Müslümanlar olarak çözüm getirmeye gayret göstermeliyiz. Köhnemiş Batı kapitalizminin ve Marksist ekonomik modelin karşısına İslâm kaynaklarına bağlı özel bir ekonomik model getirmek zorundayız. Aynı zamanda kültür alanında ve diğer alanlarda yeni modeller geliştirmeliyiz. Bütün bu yüzden de İslâm’ı geçmişe değil geleceği hâkim kılmak gerekir” demiştir.
Bugün dünya ülkeleri, uygulanan mevcut ekonomik modellerin olumsuz etkilerinden kurtulmak için yeni bir arayış içindedir. Dünya da faizsiz bir ekonomi sisteminin uygulanması konusunda yapılan araştırmalar yoğunluk kazanmıştır.
Umut edilir ki, “Faizsiz Ekonomi Sistemi”nin uygulama alanına konulması ile ekonomik bunalım ve kargaşa son bulur. Böylece yok sebeplerle insanların yaptıkları silahlarla, insanlar öldürülmez. Geri kalmış ülkeler kalkınır, yoksullar sefaletten kurtulur. Ayrıca IMF’den, kalkınmak için kredi alan ülkeler de, faiz cenderesinde iflas olayları ile karşılaşıp (moratoryum ilân ederek), kendi idam fermanlarını yazmazlar. Ekonomik kurtuluş için “Faizsiz Ekonomi Sistemi” kurma çabaları desteklenmelidir.
-----------------
(1) Yılmaz, Şiir, Enflasyon, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yayını, Ankara, 1982, sh: 76
(2) Karakoç, Sezai, İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü, Diriliş Yayınları, İstanbul, 1987, sh: 12
(3) A.g.e., sh: 7
(4) Bir zamanlar Fransız Komünist Partisinin en faal üyelerinden olan Roger Graudy, yeni adıyla RECA CARUDİ, 3.7.1982, Ramazan ayında, Cuma günü İslâmiyeti kabul etmiştir.
1) John Maynard Keynes’in ortaya attığı görüşler
2) Milton Friedman’ın ortaya attığı görüşler
Keynes’in görüşlerini kapsayan ekonomik uygulama, bir pansuman tedbiri olarak 1970’li yıllara kadar uygulamasını sürdürmüştür. Daha sonraları Keynes’in görüşleri terk edilirken, Milton Friedman’ın görüşlerini kapsayan yeni bir teori gündeme gelerek ağırlık kazandı. Fakat bu teoride beraberinde dünya ekonomilerini felce uğratan yeni bir bunalım getirdi. Friedman, teorisinde parasal politikalardan hareket ederek yola çıkmakta, devalüasyonu ve yüksek faizi zorunlu olarak görmektedir. Bununla beraber, serbest döviz piyasasında belirlenen bir kur politikasını ( günlük kur ayarlaması) benimsemektedir. Ayrıca Milton Friedman; “Ekonomide tam istikrar sağlamayı amaçlamak son derece lüks bir amaç ardından koşmak demektir” (1) diyerek, tam ekonomik istikrarın sağlanacağına da inanmamaktadır.
Bugün, IMF ve Dünya Bankası’nın benimsediği ABD ve Batılı ülkelerle beraber, gelişmekte olan ülkelerin çoğunda da uygulanan Friedman’ın ekonomi teorisi, devletlerin iflasına kadar varan ekonomik arızalar getirmiştir. Bu kadar olumsuz olaylar yaşandığı halde, tutarsız bir teoriyi uygulamaya devam etmek elbette ki akıl kârı olmayacağı gibi, ekonomi ilmiyle de bağdaşamaz.
Kapitalist devletler bunalımdan bunalıma sürüklenirken, sosyalist sisteme sahip olan devletler acaba ne durumdadır? Sosyalist devletler de uygulama alanı bulan Marksist teori, ferdi mülkiyeti reddeden karakteriyle, zaten doğuştan insan tabiatına aykırıdır. Sosyalist ülkeler de faiz yasaklanırken (tabi ki sosyalist ülkelerde, ülke içindeki muamelelerde iç faiz yasaktır. Fakat dış ülkelerle yapılan muamelelerden yine faiz alınmaktadır) özel mülk edinme ve ticaret etme serbestiyeti kaldırılmıştır. Bunun bir sonucu olarak, kişiler arasındaki sınıf farkı, rüşvet, karaborsa, adam kayırma, ahlâki bozukluklar had safhaya ulaşmaktadır. Sosyalist ülkelerde, idareye hâkim olan kesim, devlet imkânlarından istedikleri gibi yararlanırken, idare edilen zümre büyük bir mağduriyete uğramaktadır. Temelde kapitalizmle beraber bir yapı arz eden sosyalist ekonomiler, kapalı bir ekonomi hüviyeti ile zoraki olarak ayakta durmaktadırlar. Bu şekliyle refah ve istikrar sağlayıcı hiçbir özelliğe sahip değildir. Ayrıca kapitalist ve sosyalist fikirlerin karışımından meydana gelen “karma ekonomi sistemi”nin sunduğu reçeteler de meselelere çare getirememiş ve çözüm olmamıştır. Kaldı ki bu sistemler devirlerini çoktan tamamlamışlar ve neticede iflas etmişlerdir. Zaten bu sistemler uygulandıkları hiçbir dönemde adil dağılımı sağlayamadıkları gibi, sağlamaları da mümkün değildir. Çünkü dayandıkları temel yapılarında, güçlü olanın zayıfın hakkını gasp etmesi ve haksızlık vardır.
Öyleyse insanların, faizsiz bir temele dayanan, lüks ve israflara meydan vermeyen, tutumlu olmayı, iktisatlı harcamayı ve adil dağılımı öngören, orta bir yolda gitmeyi hedef alan bir sisteme bağlanmaları ve meselelerine bu çizgide çare aramaları gerekmektedir.
Faizsiz bir ekonomik sistemde, herkes çalıştığının ve emeğinin karşılığını alacaktır. Zayıfın hakkı korunacak, güçlü kuvvetinden dolayı haksızlık yapamayacak, herkes hakkına razı olacaktır. Sermaye sahipleri, paralarını faiz yoluyla değil, teşebbüs güçlerini kullanarak yatırım ve ticaret alanlarına kanalize edeceklerdir. Böylece ekonomide hem üretim artacak, hem de işsizlere iş alanları açılmış olacaktır. Ayrıca ekonomi sağlam bir temel üzerine bina edilerek, sermaye sahibinin sermayesi teminat altına alınıp, iflastan beri olacaktır. İşçi olarak emek sarf edenler de, işini kaybetme korkusu olmadan çalışacaklar ve geleceğe güvenle bakacaklardır. Bu şekilde istikrar sağlanmış olacaktır. Yoksa faiz yoluyla, insanların birbirinin hakkına tecavüz etmeleri, işsize iş imkânı bulunmaması, üretimi artırıp ihtiyaçların normal olarak karşılanmaması, dengesizlikler getirerek istikrarı bozar. Problemler birbiri üzerine yığılarak karmaşık bir hal alır. Bu durum meselelere çözüm bulunamamasından dolayı anarşiyi doğurur. Sonuçta; toplum büyük yaralar alır ve insanlar birbirine düşman olur.
İslâm’ın teklif ettiği ve toplumunda gerçekleştirdiği, ayrılınmadıkça mutlu olunan, kopuldukça ve uzaklaştıkça sefalete düşünülen, iktisat sistemi, otantik anlamıyla ne kapitalist nede sosyalizan bir sistem, doğrudan doğruya, “İslam iktisat sistemi” adının verilmesi gerekli sui generis bir sistemdir. Sistemler arasında bir takım benzerlikler bulunması, birbirlerine icra için yeter bir sebep olamaz. Bunun gibi, bugüne kadar İslâm’ı kapitalizme veya sosyalizme icra çalışmaları iflas etmiştir (2). İslâm toplumunun iktisat iç-yapısı hakkında İslam düşüncesinin altın döneminde yazılan klasik eserleri günümüz literatürüne getirememiş bulunduğumuzdan, bugün, İslâm ülkelerinde üzerinde durulan ihtisas ilmi, doğrudan doğruya, batı iktisat teorilerinin bir tekrarı olmaktan, iktisadi olayları batı iktisat postulatlarıyla inceleme ve yorumlamadan öteye gitmemektedir. Bu metot ise, her şeyden önce, sosyal hayatın öbür alan ve görüşleriyle iktisadi yaşayış arasındaki bağları hiçe saymakta ve batının tecrübesinden doğmuş kavramları doğru ve İslâm deneyine uygulama gibi içinden çıkılmaz bir kavram ve realite kopuşuna sebep olmuş ve olmaktadır. Ve daha iktisat realitesi tespit edilmeden değer hükmü alanına geçiliyor. Arkasından da birkaç iktisadi doktrin alternatifinden birini seçmeye zorlanıyoruz (3). Bu olay bütün İslâm ülkeleri için çok düşündürücü bir haldir.
Yeni bir ekonomi sistemi kurulmasıyla ilgili olarak bir açıklama yapan Roger Garaudy (4). “Peşin hükümler ve tenkitler yerine bugün batının çözemediği meselelere Müslümanlar olarak çözüm getirmeye gayret göstermeliyiz. Köhnemiş Batı kapitalizminin ve Marksist ekonomik modelin karşısına İslâm kaynaklarına bağlı özel bir ekonomik model getirmek zorundayız. Aynı zamanda kültür alanında ve diğer alanlarda yeni modeller geliştirmeliyiz. Bütün bu yüzden de İslâm’ı geçmişe değil geleceği hâkim kılmak gerekir” demiştir.
Bugün dünya ülkeleri, uygulanan mevcut ekonomik modellerin olumsuz etkilerinden kurtulmak için yeni bir arayış içindedir. Dünya da faizsiz bir ekonomi sisteminin uygulanması konusunda yapılan araştırmalar yoğunluk kazanmıştır.
Umut edilir ki, “Faizsiz Ekonomi Sistemi”nin uygulama alanına konulması ile ekonomik bunalım ve kargaşa son bulur. Böylece yok sebeplerle insanların yaptıkları silahlarla, insanlar öldürülmez. Geri kalmış ülkeler kalkınır, yoksullar sefaletten kurtulur. Ayrıca IMF’den, kalkınmak için kredi alan ülkeler de, faiz cenderesinde iflas olayları ile karşılaşıp (moratoryum ilân ederek), kendi idam fermanlarını yazmazlar. Ekonomik kurtuluş için “Faizsiz Ekonomi Sistemi” kurma çabaları desteklenmelidir.
-----------------
(1) Yılmaz, Şiir, Enflasyon, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yayını, Ankara, 1982, sh: 76
(2) Karakoç, Sezai, İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü, Diriliş Yayınları, İstanbul, 1987, sh: 12
(3) A.g.e., sh: 7
(4) Bir zamanlar Fransız Komünist Partisinin en faal üyelerinden olan Roger Graudy, yeni adıyla RECA CARUDİ, 3.7.1982, Ramazan ayında, Cuma günü İslâmiyeti kabul etmiştir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.