Ünlü Temiz Eller Savcısı, Türkiye’ye “temizlik Ve Hukuk Dersi” Verdi (Özel)

Ünlü Temiz Eller Savcısı, Türkiye’ye “temizlik Ve Hukuk Dersi” Verdi (Özel)

Efsane Temiz Eller savcısı Antonio Di Pietro, Cihan Haber Ajansı ve Aksiyon dergisine verdiği mülakatta Türkiye'deki gelişmelerle alakalı tarihî uyarılar yaptı.

Efsane Temiz Eller savcısı Antonio Di Pietro, Cihan Haber Ajansı ve Aksiyon dergisine verdiği mülakatta Türkiye'deki gelişmelerle alakalı tarihî uyarılar yaptı. Son gelişmeleri yakından takip ettiğini söyleyen Temiz Eller savcısı, ilgili makamlara ağır eleştiriler yönelterek adeta “temizlik ve hukuk dersi” verdi.

Yolsuzluk operasyonunun "dış mihrakların oyunu" olarak nitelendirilmesini “Bu üçkâğıtçılığın sizi etkilemesine izin vermeyin diye sertçe eleştiren ünlü savcı, “Bana da Amerikan ajanı, KGB ajanı dediler” ifadesini kullanıyor.

Son düzenlemelerle demokrasiye darbe yapılmak istendiğini söyleyen Di Pietro, savcılara “sonuna kadar gidin, akıbetinizden korkmayın” mesajı veriyor. Ancak yolsuzluk soruşturmalarının ciddi hasar aldığını, belli medya aracılığıyla halkın dikkatinin başka yönlere çekilmek istendiğini vurguluyor.

TEMİZ ELLER MÜCADELESİ…

Polisin hırsızdan hızlı olması için gerekli düzenlemelerin yapılmasının önemine dikkat çeken Di Pietro’nun “Hırsız, kendi hâkimini seçemez” vurgusu da dikkat çekiyor. Hükümetin HSYK düzenlemesiyle alakalı olarak “Ölüm vuruşu olur” benzetmesi yapan Antonio Di Pietro, savcı ve polislerin darbe değil, devlet hizmeti yaptığını vurgulayıp ekliyor: “Umarım İtalya’daki gibi bunu canlarıyla ödemezler!”

Di Pietro, 1992 yılında, siyaset dünyası ile iş dünyası arasındaki kirli ilişkiler ve yolsuzluklara karşı Milano savcıları öncülüğünde operasyon başlatmıştı. Tarihe "Temiz Eller" ismiyle geçen operasyonla siyaset, iş dünyası, adliye ve polisteki kirlenmelere karşı mücadele veren Di Pietro, aralarında başbakan ve bazı bakanların da bulunduğu 300'ün üzerinde siyasetçi, iş adamı, polis ve hâkimi mahkûm ettirmiş; ancak 1994'te Silvio Berlusconi'nin başbakan olmasıyla birçok engelle karşılaşmıştı. Bunun üzerine siyasete girmeye karar verdi ve Değerler İtalyası Partisi’ni kurdu. Hâlen parti başkanı olarak siyaset arenasında boy gösteriyor.

VAZİFENİ YAP VE SONUÇLARINA KATLAN!

Türkiye'deki sancılı sürecin İtalya ile şaşırtıcı benzerliğini de ortaya koyan Di Pietro’nun sorularımıza verdiği cevaplar şöyle:

-Türkiye’de 17 Aralık’ta büyük bir yolsuzluk operasyonu başladı. Ardından 3 bakan istifa etti, biri görevden alındı. Fakat savcılara yönelik de baskılar oldu. Siz de Temiz Eller Operasyonu’nu başlattığınızda zorluklarla karşılaştınız mı? Sizin görevinize devam etmenizi sağlayan etkenler nelerdi?

Türk yargısı tarafından yapılan yolsuzluk soruşturmalarını hem umut dolu başlangıcında hem de şu anki endişeli sürecinde takip ettim. Günbegün neler olduğunu ve maalesef neler olacağını gördükçe kendi durumuma benzettim. Omuzlarımda ve bedenimde yaşadıklarımı tekrar yaşamaktayım. Kız kardeşimin, Temiz Eller Operasyonu’na başladığımda ve bana karşı suçlamalar başlatıldığında söylediği şu sözlerini çok iyi hatırlıyorum: ‘Vazifeni yap ve sonuçlarına katlan!’ Bu vesileyle ben de Türk savcılarına, yargıçlarına sesleniyorum: ‘Bağımsızlığınızı talep edin. Bu Türkiye’nin güçler ayrılığına, yargının bağımsızlığına doğru attığı en önemli adımdır.’ Bundan vazgeçmek, en son yapılan kanun tasarısında olduğu gibi adaleti Adalet Bakanlığı’na bağımlı hâle getirmektir.

Başbakan Erdoğan’ın hazırladığı kanun tasarısında ‘İtalyan Erdoğan’ın (Başbakan Berlusconi’yi kastediyor) yaptığı birçok kanun tasarısını görmekteyim. Tek fark, en azından Erdoğan Türkiye’yi uluslararası alanda yükseltti. Bizim ‘İtalyan Erdoğan’ ülkemizi uluslararası alanda aşağıladı.

DEMOKRASİYE DARBE RİSKİ VAR

-Verdiği tepkiler bakımından Türk hükümeti ile İtalyan hükümeti arasında benzerlikler var mı? Bu kapsamda Türk yargısı ne tür sonuçlara katlanmak zorunda kalabilir?

Yargıç ve savcıların suçlanmaya başlaması, izole edilmesi, hakarete uğraması, soruşturmanın siyasi nedenlerden dolayı yapıldığının ileri sürülmesi, Türkiye’de olanların ABD’nin gizli ajanları tarafından yönetildiğinin söylenmesine kadar… Bana da tüm bu suçlamalarda bulundular. Yargının bağımsızlığı demokratik bir ülkenin olmazsa olmazıdır. İktidarda olanların kendini savunma hakkı vardır elbette; ama bu savunma yasaya uygun hareket edildiğini göstererek olmalıdır, yasaya uyulması gerektiğini söyleyenleri suçlayarak değil. Ben bu yüzden vazifesini yapmaya çalışan Türk yargısının yanındayım. Türkiye’de şu an gerçekleşen başka bir sistem ile demokrasiye bir darbe riski var, o da bilgiyi tıkamaktır.

BASIN, KAMUOYUNU YANILTIYOR, DİKKATLERİ BAŞKA YÖNE ÇEKİYOR

-Basına yönelik de baskı var mıydı?

İtalya’da Temiz Eller Soruşturması’nın başlarında kamuoyunda daha iyi bir ülke umudu doğmuştu. Olaylar hakkında bilgilendirmesi gereken bağımsız gazeteciler izole edildi, engellendi, suçlandı, cezalandırıldı ve sansürlendi. Ve Türkiye’de de birçok gazeteci dövüldü, hapishaneye atıldı, bugün bile yakalanan (kovuşturulan) gazeteciler mevcut.

İtalya’da Türkiye’dekine benzer bir bilgilendirmeyen basın sistemi var; öyle ki güç için bilgilendirme yapılıyor. Görevini yapanları suçluyor, yargı görevini siyasi bir çatışmaya atıyor. Böylelikle Türk kamuoyu da hakikatin nerede olduğuna dair bir şüpheyle parçalanıyor. Görevini yapan hâkim ile gücü elinde olanı aynı kefeye koyuyor. İtalya’da olduğu gibi bekçi ile hırsız arasındaki uygun ve gerekli savaşı, rakip taraflar arasında bir savaşa dönüştürüyor. Sonucunda yargı zarar görüyor, kamuoyunun güvenini kaybediyor. Şu anki Türk hükümetinin de yaptığı aynen budur.

YALNIZLAŞTIRILMIŞ, ENGELLENMİŞ SAVCILAR…

-Yargıçlar açısından meseleye bakılırsa…

Bana göre Türk yargısı İtalyan yargısının aynası gibi. İtalya’da sisler olduğu gibi Türkiye’de de olacak. Temiz Eller Operasyonu’nun öyle savcıları oldu ki, kendini öne koyarak -gördüğünüz gibi- sonuçlarına katlandı. Ve Türkiye’de de görevini yaptığı için yalnızlaştırılmış, engellenmiş savcılar var. Ve şimdi de bir kanun tasarısı onu yürütme organına bağımlı hâle getirmek istiyor. Sanki kontrol edilen kontrol edeni seçiyor ve atıyor gibi.

-Birçok polis de görevlerinden alınarak başka şehirlere ve görevlere tayin edildi. Bu yer değiştirmeler soruşturmalara ne derece etki eder?

Problemi iki yönüyle ele almak isterim. İlk yönüyle kamuoyuna, basına ve Türkiye’deki hukuk devletine bir şikâyette bulunmak isterim. Olayları, dokümanları, belgeleri bilenleri başka yere göndermekten, soruşturmadan çekmekten, görevden almaktan daha kötü bir şey yok. Kamuya karşı olan suçlar farklıdır, soygun, cinayet gibi bireye karşı işlenen suçtan bahsetmiyoruz. Bir cinayette ceset, soygunda zorlanmış kasa vardır. Kamuya karşı işlenen bir suçta bütün belgeler resmiyette düzgündür; ihale var, ihalenin ödemesi, kamu görevlisinin tutanağı… Sadece yazılı olmayan nedenlerden dolayı o belgelerin hazırlandığını bilmek olayı ortaya çıkarabilir. Yani sadece soruşturmayı başından beri takip eden kişi derin bir bilgiye sahip olur.

TAYİN VE TASFİYELER, GERÇEKLERİ GİZLEMEK İÇİN YAPILIYOR

-Temiz Eller Operasyonu’nun kapsamı da epey genişti sanırım…

Temiz Eller, 3 milyon sayfalık soruşturmadan oluşmaktaydı. ‘Türk Di Pietrosu’nu (savcıları kastediyor) değiştirmek veya bir emniyet mensubunu değiştirmek trafik polisini bir kavşaktan diğerine göndermek gibi değildir. 3 milyon sayfa metinden habersiz olan birisini başa koymak demektir o. Onca sayfayı o oluşturmadı, neden bahsettiğini bilmiyor. Bu yer değiştirmeler soruşturmaya müthiş zarar veriyor. Soruşturmaları durdurmak, engellemek, soruşturmaların önüne geçmek amacıyla yapılıyor ki, olaylar gün yüzüne çıkmasın. Yasal ve teknik yönden yer değiştirmeleri, atamaları emredenler yüksek suçlu zihinlerdir.

İkinci yönü ise, aslında İtalya’da da kısmen mevcut olan parlamentoda yaptığım ve Türkiye’de olmasını temenni ettiğim, adli polis teşkilatının direkt savcıya bağlı olması teklifi. Hukuk devletinde polisler iki gruba ayrılmalı: İçişleri bakanlığına bağlı önleyici polis ve suçla savaşan bastırıcı polis.

Bu ikinci kısım içişleri bakanlığına bağlı olmamalı, cumhuriyet savcılığına bağlı olmalı. Sadece yargıyla işbirliği yapan adli polisin yürütmeden bağımsızlığı sayesinde şeffaf ve bağımsız bir soruşturma garantisi verilebilir. Yoksa Türkiye’deki gibi en son kısıtlayıcı emirler polisler tarafından yerine getirilmez.

YARGI, YÜRÜTMEYE ÖNCEDEN HABER VEREMEZ

-Bir savcı veya emniyet müdürü bakan veya önemli mevkideki bir bürokratın yolsuzluk yaptığına dair deliller elde ettiğinde bunu başbakana, bakanlara bildirmekle görevli midir?

Demokratik bir devletin hukuk devleti olabilmesi için Montesquieu’nun öğrettiği güçler ayrılığının net ve açık olması gerekmektedir. Eğer üç güçten biri yargıysa, bir suç duyurusunda bulunulduğu vakit bunun olup olmadığını denetleme görevini yürütme organının yapmaması gerekiyor. Yani tanım gereği, yargıçlar ya da onların yardımcıları tarafından yürütme organının uyarılması veya önceden haberdar edilmesi hukuk devletine göre bir anlamsızlık ifade eder. Çünkü o soruşturmalar basit bir soyguna bakabileceği gibi kamu idaresine karşı işlenmiş suç da teşkil edebilir ki, bu da yönetim organını ilgilendiriyor.

Bu yüzden suç teşkil eden olaylar yargı organına duyurulmalıdır. Ta ki, bu otorite -delil kirliliğini engellemek ya da yargıçların resmî eylemleri ihmal etmemesi için- yürütme organına hangi bildirgelerde bulunulması gerektiğini değerlendirebilsin. Yargı organlarının soruşturmaları herkese karşı, mesleği ne olursa olsun, yapabilme yetkilerinin olması lazım.

-Yargı otoritesinin siyaset adamlarına karşı soruşturmayı başlatmak ve onları yargılamak için hangi yetkileri mevcuttur?

Siyaset mensubu olmak, kanun dışı olmak demek değildir. Hiç şüphe yok ki, kamu yararı için, adli yetkililerin kesinlikle siyasi bir hedeflerinin olmaması, o ya da bu bakana, siyaset mensubuna karşı bir tavır içinde olmaması gerekir. Bu yüzden İtalya’da, Temiz Eller Operasyonu’ndan sonra bir yenilik başlatıldı. Daha önce, bir bakanı soruşturmak için parlamentonun izni gerekmekteydi. Hükümet parlamenter bir çoğunluğa dayandığı için izin hiç çıkmıyordu. İzinsiz soruşturma başlatılamayınca delil bulunamazdı. Peki, savcının soruşturma yetkisi yoksa somut deliller nasıl elde edilecek? Yani kendi kuyruğunu ısıran bir köpek gibi…

BİZDE DE PARA KUTULARI BULUNDU; POLİS HIRSIZDAN HIZLI OLMALI

-Siz yürüttüğünüz soruşturmada ne tür deliller bulmuştunuz?

Temiz Eller Operasyonu’nda, çok özel bir araştırma tekniğiyle yadsınamaz deliller bulup bu engeli aşabildik. Para dolu kutular bulundu, suçunu itiraf eden suç ortaklarına ulaşıldı. Polis ve hırsız arasında süren ebedî mücadelede hırsız önce kaçtığı için yener; ama bazen bekçi daha hızlı koşar çünkü delil bulabilir. Temiz Eller’den sonra, Cernobio’daki meşhur tartışmada bizim önerimiz üzerine bulunan çözüm şu şekildeydi. Hükümet mensubunu yargılamak için bunun siyasi nedenlerden olmadığına dair gerçek bir denetim gerekmektedir. Ancak bu denetim parlamento ya da hükümet tarafından yapılmamalı, tam aksine yargı organı tarafından yapılmalı ki bunun adı da Bakanlar Mahkemesi’dir. Temiz Eller sonrası Bakanlar Mahkemesi’nin hâkimlerden oluşması kararlaştırıldı, görevleri ise hükümet mensubunun o suçu işleyip işlemediğini araştırmak olarak belirlendi. Böylelikle denetimin parlamento ve hükümet üyelerinin birbirlerinin ellerini yıkadıkları kurum içinde değil, tarafsız bir organ olan yargı tarafından yapılır hâle gelmesi sağlandı.

Umut ederim ki Türkiye’de de hükümet mensuplarının soruşturulabilmesi ve soruşturmanın siyasi değil sırf adli amaç güttüğünü denetleme görevi sadece HSYK tarafından atanan yargı kurumlarından oluşan ‘Bakanlar Mahkemesi’nce yapılır. Bu bağlamda HSYK’nın yargının özyönetim iç organı olarak kalmasını temenni ediyorum.

BİZDE ‘B’ FAKTÖRÜ, SİZDE ‘E’ FAKTÖRÜ…

-Türkiye’deki tartışmalarda İtalya’da HSYK’yı parlamentonun seçtiği yönünde konuşmalar yapılıyor. Bu yolsuzluk soruşturmalarının gündemde olduğu bir süreçte HSYK’nın yapısını ve yetkilerini değiştirmek ne kadar sağlıklı olur?

Dıştan bir izleyici olarak Türk hükümetini ya da bürokrat ve iş adamlarını kapsayan yasal işlemleri okuyabildiğim kadarıyla maalesef soruşturma hasar görmüş durumda. Bunun sebebi şimdiden siyaset ve yargı arasında bir çatışmadan bahsedilmesi ve böylelikle bizim ülkemizde olduğu gibi kamuoyunun dikkatinin tamamen başka yöne çevrilmesi. Peki, İtalya’da yaşanan ve şu sıralarda Türkiye’de biraz yaşanmakta olan aykırılık nedir? İtalya’da, kitaplarda çalıştığımız klasik tecrübeye göre bize öğretilen, kanunu ihlal eden şahıs yakalandığı zaman iki türlü davranır; ya adalete dayanır ve gerçekleri itiraf ederek hasarları azaltmaya çalışır, yani yargı sisteminin içinde kendini savunur ve minimum seviyede sonuçlarına katlanır. Mesela Sicilya bölgesinin eski başkanı Cuffaro, mafyaya yardım ve yataklıktan 7 seneye mahkûm edildi ve şu an hapiste. Eğer gazetelere bakarsanız yanlış yaptığını söylediği bir röportajı var. ‘Beni hapishaneye atın. Bu sırada hukuktan mezun olurum’ diyor. Bu saygı gören bir savunma şeklidir.

Okulda bize öğretilen adaleti karşılamak için farklı şekiller ya adalete dayanmak ya da kaçmaktır. Örneğin arkadaşımız Craxi, Tunus’a gitti ve sürgünde olduğunu söyledi; ama biraz hukuk okuyan biri bilir ki sürgün ile kaçak arasında büyük bir fark var. Sürgün kendi içine kapanmak isteyen kişinin kişisel tercihidir, kaçak ise tutuklanmamak için kaçar. İtalya’da soruşturmayı durduran, incelemeleri bloke eden ve seneler boyu kamuoyunu yanlışa yönlendiren B (Bersulconi) faktörü oldu ve bana göre siz de E faktörü demelisiniz. Bu kendi davranışlarını haklı çıkarmak için kanunlar yapmak üzere kurumlara girmek demektir. İtalya’da bütün bu seneler boyunca yanlış bilgilendirmenin dayatılmasıyla basını kontrol ederek cezasızlığı temin eden veya delillerin değerlendirilmesini imkânsız kılan, davaları zaman aşımından dolayı düşüren anlamsız kanunlar çıkarmak mümkün oldu. Ve B faktörü suçlular için üçüncü bir yol oldu.

HSYK DÜZENLEMESİ ÖLÜM VURUŞU GİBİ…

-Türkiye’deki müdahaleye gelirsek…

Sizin sorduğunuz sorunun dışına çıkmadım. Yani Türkiye’de yapılan soruşturmanın nasıl sonuçlanacağını düşünüyorsunuz? Ve maalesef ben size sürecin zarar görmüş olduğunu söyledim. Çünkü E faktörünün, Erdoğan hükümetinin ortaya koyduğu tepki, B hükümetinin zamanında yaptığının fotokopisi gibi geliyor bana. Yani ‘leggi ad hoc (duruma münhasır kanunlar)’, HSYK hakkında kanunlar, emniyet güçlerinin yerlerinin değiştirilmesi yahut savcı-hâkim-emniyet müdürünün suçlanması. Ve henüz olmadıysa, sizinki gibi bağımsız basının karşısında, soruşturmayı sürdüren savcılar arasında kötülerin ve suiistimal edenlerin olduğu söylenecek. Ve bende de olduğu gibi suç ona kalacak. Burada konuşurken, Temiz Eller Soruşturması’nı yaptığım için, onurumu savunmak uğruna şimdiye kadar 350 dava geçirmiş biri olarak söylüyorum. Yapılan düzenleme eğer kanun olursa bu bir ölüm vuruşu olur. Bu yüzden kamuoyundan bir tepki konulmasını bekliyorum.

Ayrıca Türk meslektaşlarımla, yargıçlarla, bağımsız basınla beraber bir kamuyu bilgilendirme konferansı yapmak için Türkiye’ye gelmek isterim.

İTALYAN HSYK’SI, TÜRKİYE VE TEKELCİ ÖZEL BASIN…

-İtalya’da HSYK nasıl çalışıyor? Parlamento ve adalet bakanı HSYK’nın çalışmalarında ne kadar etkin?

İtalya’da CSM’nin (HSYK) de içinde bu kurumun prestijine layık olmayan davranışlar, tedbirler, kişiler var. Bütün olarak bakıldığında bu zamana kadar kararların çoğunlukla alınması ilkesi tutuldu ve CSM’nin çoğunluğu profesyonel hâkim olduğundan geri dönüşü olmayan zararlar tamamlanamadı. İtalya’da CSM’nin başkanlığını cumhurbaşkanı yapıyor ve bu da tarafsızlığın garantörü oluyor. Çünkü cumhurbaşkanı parlamento tarafından seçiliyor, bu açıdan bağımsız olması gerekiyor. Ama operatif rol CSM’nin başkan yardımcısına ait ki bu da parlamento tarafından seçiliyor. Ve bu kurumun ikiyüzlülüğünü gösteriyor. Benim şahsi fikrim, tecrübeme dayanarak, kontrol organları hiçbir şekilde kontrol edilenler tarafından atanmamalı ya da seçilmemeli.

-Bunun dışında problem yok mu?

İtalya’da sadece bu küçük anomali var. Küçük çünkü çoğunluk yargı sistemi içinde oluşuyor. Ama başka daha ciddi anomaliler de var. En ciddisi kamuoyu bilgilendirme sistemi. Kamu bilgilendirmesi RAI’nin (devlet televizyonu) elinde ve partiler tarafından seçilip parlamento tarafından atanan bir yönetim kurulunca yönetiliyor. Parlamento organı olan parlamenter gözetim komitesi tarafından da denetleniyor. Çocuklar bile anlar ki demokrasinin temelinde bağımsız bilgi var. Yönetim kurulu partiler tarafından seçilen ve denetim kurulunun bir parlamenter organı olması, hırsıza hâkimini seçtirmekle eşdeğerdir. Bu bizim ülkemizin en ciddi anomalisidir. Umarım Türkiye’de böyle bir şey yoktur.

İtalya’da eskiden beri var olan bağımsız bir şekilde yönetilmeyen kamu basınına, siyaset yapan birinin elinde bulunan tekelci özel basın da eklendi. Bir zaman kamu basını ve özel basın aynı kişinin elinde kaldı. Ama İtalya’da yolunda olmayan sadece bu değildi; bilginin bu şekilde kontrolü, yargı kurumunun içinde parlamenterler tarafından seçilen kişiler olması yanlıştır. Ve şu an bile İtalya’da seçim kanunu seçmene aday seçmeye hak vermiyor. Seçmen bir sembol seçerek eve adayı götürüyor. Çoğu kez bu şekilde parlamentoya yargıdan kaçırılmak istenen kişiler götürüldü. Ve bu daha ciddi bir anomali.

SAVCILAR DARBE DEĞİL DEVLET HİZMETİ YAPIYOR

-Darbe davalarından yargılanıp mahkûm olan suçlular yolsuzluk soruşturmasını başlatan aynı savcı hakkında suç duyurusunda bulundu. Bu konuyla ilgili neler söylersiniz?

Görüşümü sizin iyi niyetle söylediğiniz sözlere dayanarak söylüyorum. Bu basında mesajın belirsizliğini gösteriyor. Eski Di Pietro buna “Darbe kelimesinin Türk savcıların yaptığı soruşturmalarla ne alakası var?” derdi. Türkiye’de savcılar darbe yapmıyor. Basit bir şekilde suçluyu, para çalan kişileri, yolsuzluk yapanları yargılıyor. Yani savcıların yaptığı darbe değil, sadece devlete yapılan bir hizmet. Basında verilen mesaja göre, yani Erdoğan’ın söylemine göre, olan şeylerin suçlusu bu soruşturmaları yapanlar, çünkü mevcut hükümeti değiştirmek istiyorlar. Yanıltıcı bir mesaj ama muhtemeldir ki vicdanları karıştırabilir. Çünkü hukuk devletinde, demokraside, suçlanan kişi eğer suçsuzsa hâkime koşar, gerekçelerini açıklamak ve suçsuzluğunu ispatlamak, olayların nasıl lanse edildiğini göstermek ister. Eğer ki mazeretlerini göstermeyi geri çevirirse, bunun neden olduğunu kendimize sormamız gerekir. Bu açıklayıcı argümanlarının olmadığındandır. Türkiye’de bir darbe gerçekleştiğine inanmıyorum. Ama yargı faaliyetini durdurmak için hükümet işlevini suiistimal edenler var.

‘DIŞ MİHRAK’ ÜÇKAĞITÇILIĞINA İNANMAYIN!

-Yolsuzluk soruşturmasına odaklanmak yerine devlete içeriden ve dışarıdan gizli düşmanların operasyonlar yaptığını öne sürüp soruşturmaları gündemden düşürmek hukukun işleyişini tıkar mı?

İlk cumhuriyetten ya da ilk krallıktan bu yana liderlerin başvurduğu bir şeyi ifade etmek isterim. Bizi yabancı güçlerin bu ülkenin hükümetinden kurtulmak için yargı faaliyetini yönlendirmek ve kullanmak için müdahale ettiğine inandırmaya çalışıyorlar. Ben suçlandım, birçok kez yargılandım. Temiz Eller Operasyonu’nu başlatan gizli ajanların adamı olarak, yabancıların hizmetinde, Amerikan gizli ajanı olarak, KGB’nin ajanı olarak, Vatikan mensubu vb. başta olmak üzere birçoğuyla suçlandım. Ve sanki bugün sorulmuş gibi hatırlamaktayım sorgulandığımda sorulan ‘Siz Amerika’nın gizli ajanı mısınız?’ sorusunu. Bana yapılan bu suçlamaların yanında -ki Wikipedia’ya girerseniz görürsünüz- ben İtalyancayı bile konuşamıyor olarak tanımlanıyorum.

Peki, bu Amerikalılarla hangi dilde konuştum? İngilizce bir kelime dahi bilmiyorum. İşin esprisi bir yana tabii. Türk halkına ve Türk kamuoyuna yapacağım çağrı ‘Yabancı bir gücün olduğuna inandırmaya çalışan üçkâğıtçılığın sizi etkilemesine izin vermeyin.’ Olayları açığa çıkarmak için tek bir savcı yeter. Umarım Türkiye’de görevini yerine getirenler İtalya’daki meslektaşlarının sonuyla karşılaşmaz. Burada Falcone, Borsellino ve daha pek çok yargıç ya da polis görevlerini yerine getirmelerini canlarıyla ödedi. Maalesef gördüğümüz gibi durum Türkiye’de de bu yönde. CİHAN

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.