Adnan Özkafa

Adnan Özkafa

Suriye’de Bir Konyalı Kabri!

Suriye’de Bir Konyalı Kabri!

Suriye’deki Konyalı kim, doğrusu ben de merak ettim. Gelin hep beraber tanıyalım:

Muhyiddin-i Arabi ismini duymuşsunuzdur. Kim bu, hangi Arap ülkesinden? Adı Arabi ama kendisi Arap değil. Hiç tahmin edemiyeceğiniz bir yerde doğmuş. Endülüs, yani İspanya’da. Bizim Konya’da da bir müddet yaşamış, evlenmiş, Sadreddin Konevi’nin babası ölünce Konevi’nin dul kalan annesiyle nikahlanıp, onun üvey babası olmuş.

İspanya’da doğmuş ama diyar diyar dolaşmış. Şam, Bağdat, Mekke, Mısır, Konya… derken sonunda Şam’da ruhunu teslim etmiş.

Mekke’de iken el yazısıyla 13 ciltlik “Fütuhat-ı Mekkiyye” isimli meşhur eserini yazmış.

Rahmetli Erbakan Hoca’nın her Konya’ya gelişte “Muhyiddin-i Arabi Hazretleri’nin Fütuhat-ı Mekkiyye’sinde “Belde-i Muhayyere” olarak bahsedilen, Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’ın hicrette muhayyer bırakıldığı 3 şehirden biri olan Konya…” diye anlattığı meşhur eser. Demek ki teknik alanda profesör olan Erbakan Hoca, Arapça olan bu kitabı okumuş da bize anlatmış yıllarca.

Arabi, Mekke’den Bağdad’a gelince tek nüsha olan bu eseri Mekke’de bırakmış, yanında getirmemiş. Bağdadlıların yoğun istek ve merakı üzerine “Alın kalemleri, yazın!” demiş ve günlerce Fütuhat-ı Mekkiyye’yi onlara ezbere yeniden yazdırmış. Aradan yıllar geçmiş, Mekke’de yazılan orijinal nüsha Bağdad’a gelmiş. Bakmışlar Mekke’de yazılan nüsha ile Bağdad’ta yazılan 13 ciltlik nüsha, noktası virgülüne kadar birbirinin aynısı!

Muhyiddin-i Arabi, “Vahdet-i Vücud” dediğimiz anlayanların anlayabildiği, anlamayanların onu tekfire kadar gittiği bir düşünceyi savunmuş.

Onu anlayanlar “Şeyh-i Ekber” demişler, “En büyük şeyh“ olarak baş tacı yapmışlar, anlamayanlar ise “Şeyh-i Ekfer” demişler, çok kaba bir şekilde “En büyük kafir!” diye anmışlar.

 Hallac-ı Mansur’un “Ene’l-Hakk” sözünün anlaşılamadığı gibi, Muhyiddin-i Arabi de anlaşılamamış.

Bir gün insanlara “Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır” demiş, ahali üzerine hücum etmiş, “Sen nasıl böyle bir laf edersin?” demişler, öldürmeye kalkmışlar. Daha sonra ayağının altını kazmışlar, bir küp altın çıkmış. İşte o zaman insanların çoğunun neye taptığı anlaşılmış.

Muhyiddin-i Arabi vefat edince bu anlaşılmayan tavırları yüzünden hakaret olsun diye kabrini çöplük yapıp kaybetmişler. Ama o daha sağlığında iken kendisinden 200 sene sonra İstanbul’un fethiyle ilgili hadisteki müjdenin Fatih’e nasip olacağını söylediği gibi, bir de şöyle bir cümle kurmuş:

“Sin” “Şın”a gelince benim kabrim de ortaya çıkar!

Kimse bu laftan bir şey anlamamış. Yıllar sonra Yavuz Sultan Selim Şam’a gelmiş ve Fatih’in İstanbul’da Eyup Sultan’ın kabrini aradığı gibi o da Şam’da Muhyiddin-i Arabi’nin kabrini aramış, bulmuş ve oraya bir türbe yaptırmış.

Adı “Sin” harfi ile başlayan “Selim” “Şın” harfi ile başlayan “Şam”a gelince Muhyiddin-i Arabi’nin kabri de ortaya çıkmış.

Şimdi Suriye’deki hercü merc içerisinde hanım tarafından Konyalı olan Muhyiddin-i Arabi’nin kabri, hatırası ne alemde acep?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Adnan Özkafa Arşivi