Sekiz Yıllık Felâketi ve Yaz Kur'an Kursları
Bilmem ki böyle bir başlık çok mu abartılı oldu. Ama gerçeklerle yüzyüze gelince ne kadar da isabetli olduğunu görürüz. Belki bu ifade hafif kalmış da diyebilirsiniz.
Bunun için ilmî çalışmalar, istatistikler, başarı ya da başarısızlığı ortaya koyan araştırmalar yapılabilir. Bunlar konunun uzmanlarının işi. Yine bu konuda en hassas olması gereken kurum şüphesiz Milli Eğitim Bakanlığıdır.
Biz işin biraz da bize görünen yüzüyle karşı karşıyayız. Zaten felaketin hangi boyutlara ulaştığının haberini de oradan alıyoruz.
Anne-babalar, -erkek ya da kız- çocuklarının okuduklarını, ilim tahsil ettiklerini sanıyorlar. Ama acaba yavrularını ne kadar takip ediyorlar?
Üniversite ortamı belli. Nasıl bir felaket sahnesi olduğu erbabının malumudur. Oralara yolu düşen insanlarımız ya da o civarlarda yaşayanlar da bundan haberdardırlar. Ahlaksızlığın hangi boyutlara vardığı çok açık ve net görülebilmektedir. "Arkadaşlık (!) ve birliktelikler" edebiyatının açtığı onulmaz yaralar, galiba şimdilik görülmek istenmiyor.
Liseler de ondan geri kalmaz. Artık gün geçtikçe "utanmak" kelimesi lügatlerden kalkmakta. Onunla birlikte hürmet, saygı ve büyüklere karşı örfümüzde yer alan davranış biçimleri de tarihin tozlu sayfalarına gömülmekte.
Ne kadar acı. İlim yapıyorlar bunlar ha! Edebin olmadığı yerde ilim mi olur? "Hayâsı olmayanın dini de yoktur" diye haykıran bir dinin mensupları ne halde yol alıyor? Artık haykırmak gerekiyor: "Edeb Ya Hu!"
İstisnalar hariç pek çok anne-babanın hedefi sadece dünyalık. Çocuğu ne derse oradadır. Gayret, çaba, masraf, meşakkat… Hepsine katlanır. Ya Allah (c.c.)'ın dedikleri nerede? O'nun emrine muhalefet mi? Hiç önemli değil.
Izdırabımız yüreklerimizi yakıyor. Bir zamanlar canlar pahasına muhafaza edilmeye çalışılan değerler, şimdi ayaklar altında.
Gelelim sekiz yıllık meselesine. On yılı aşkındır devam eden uygulama, onlara göre semeresini (!) verdi. Şimdi meyvelerini toplamaktalar. Ne ilim var ne irfan! Ne edeb var ne hayâ! Ne saygı var ne sevgi! Ne hedef var ne gaye! Kaldırın getirin İstiklal ve Çanakkale şehitlerini. Gösterin bir kez sokak aralarını. "Bu belde neresi" diye sorun onlara. Acaba tanıyabilecekler mi? "Bu vatan bizim mi?" diye gözlerini sonuna kadar nasıl da açacaklar ve "biz bunun için mi kanlarımızı döküp canlarımızı verdik" diyecekler mutlaka.
Bomboş bir nesil yetişiyor. Felaket çanları çalıyor. İnsanımız hâlâ uyuyor. Hayâsız yetişen bir nesil neler doğurur kimse düşünmüyor. Herkesin bu kanayan yarayı görmesi lazım. Düşünmesi gerekir tedavisini. Topyekûn bir şeyler yapmalı. Bir seferberlik ilanı olmalı şimdi. Okullarımızda idarecilerimiz, öğretmenlerimiz şikâyetçi. Aileler bunu anlamalılar öncelikle. Elbirliği ile problemin çözümüne gayret etmeliyiz. Yoksa "ba'de harabü'l-Basra" olduktan sonra neye yarar?
Evet, işin püf noktalarını bilen eğitim erbabına çok iş düşüyor. Devlet erkânına da çok görev düşüyor tabii ki.
Bu felaket durdurulmadan bir de, bir zamanlar dile getirildiği gibi, 11 ya da 12 yıllık mecburi eğitim felaketi çıkarsa durum daha da vahim olur. Çünkü ilimden başka çok şeyler dolaşmakta ortalıkta. "Faydasız ilimden Sana sığınırım Allah'ım" diye dua eden bir Peygamber (s.a.v.)'in ümmeti olarak yazık ederiz kendimize, neslimize.
Bugün Amerika ve diğer bazı ülkelerde eğitim seviyesi düşüyor diye kız-erkek ayrı olarak eğitim uygulamaları yapılırken, bizim ülkemizde karanlıklara doğru atılan taşlar hiç de iyi sonuç vermeyecektir.
Yaz Kur'an Kursları
Yaz Kur'an Kurslarına gelince; gerçekten bu konuda büyük bir gayret içinde olunduğunu görmekteyiz. Bunu bütün insanımız biliyor. Ama takdir edersiniz ki iki aylık bir eğitimde çocuklarımıza fazla bir şey verilemez. Kaldı ki bu zorunlu olan bir eğitim de değildir. Diyanet İşleri Başkanlığı, Müftülükler ve Hocaefendilerin adeta bir kampanya şeklinde yürüttükleri bu hizmet takdire şayandır. Allah hepsinden razı olsun. Ama bu adeta, yangından insan kurtarmaya benziyor. Öncelikli olan yangına insan düşürmemektir. Bunun için de okullarımızda acilen din dersleri artırılmalı, Kur'an-ı Kerim seçmeli ders olarak konulmalı, birtakım ahlakî tedbirler alınmalıdır.
İmam-Hatip'leri bitirme adına memleketin hem eğitim kalitesi düştü, hem de teknik adamlar yetişmez oldu. Sanayi kesimi yeni yetişmiş işinin ehli genç ustalardan mahrum kaldı. Sekiz yılını bitirmiş ama okuma kabiliyet ya da isteği olmayan yavrular ne usta olabiliyorlar ne de bir başka yerde görev yapabiliyorlar. Tabii bu arada zararlı hale de gelebiliyorlar. Öyle ya tinerci ya da benzeri kötü alışkanlıklara düşen gençler nasıl ortaya çıkıyor?
Şimdi düşünelim: İman ve İslam hakikatinin verilmediği gençlikten ne beklenebilir ki!
Ne kadar yazık oldu neslimize ve memleketimize. Ama durmak yok, çalışmak zamanı. Evet, hem de büyük bir gayretle. Gayret bizden, yardım Allah'tandır.
O'na emanet olunuz.
Bunun için ilmî çalışmalar, istatistikler, başarı ya da başarısızlığı ortaya koyan araştırmalar yapılabilir. Bunlar konunun uzmanlarının işi. Yine bu konuda en hassas olması gereken kurum şüphesiz Milli Eğitim Bakanlığıdır.
Biz işin biraz da bize görünen yüzüyle karşı karşıyayız. Zaten felaketin hangi boyutlara ulaştığının haberini de oradan alıyoruz.
Anne-babalar, -erkek ya da kız- çocuklarının okuduklarını, ilim tahsil ettiklerini sanıyorlar. Ama acaba yavrularını ne kadar takip ediyorlar?
Üniversite ortamı belli. Nasıl bir felaket sahnesi olduğu erbabının malumudur. Oralara yolu düşen insanlarımız ya da o civarlarda yaşayanlar da bundan haberdardırlar. Ahlaksızlığın hangi boyutlara vardığı çok açık ve net görülebilmektedir. "Arkadaşlık (!) ve birliktelikler" edebiyatının açtığı onulmaz yaralar, galiba şimdilik görülmek istenmiyor.
Liseler de ondan geri kalmaz. Artık gün geçtikçe "utanmak" kelimesi lügatlerden kalkmakta. Onunla birlikte hürmet, saygı ve büyüklere karşı örfümüzde yer alan davranış biçimleri de tarihin tozlu sayfalarına gömülmekte.
Ne kadar acı. İlim yapıyorlar bunlar ha! Edebin olmadığı yerde ilim mi olur? "Hayâsı olmayanın dini de yoktur" diye haykıran bir dinin mensupları ne halde yol alıyor? Artık haykırmak gerekiyor: "Edeb Ya Hu!"
İstisnalar hariç pek çok anne-babanın hedefi sadece dünyalık. Çocuğu ne derse oradadır. Gayret, çaba, masraf, meşakkat… Hepsine katlanır. Ya Allah (c.c.)'ın dedikleri nerede? O'nun emrine muhalefet mi? Hiç önemli değil.
Izdırabımız yüreklerimizi yakıyor. Bir zamanlar canlar pahasına muhafaza edilmeye çalışılan değerler, şimdi ayaklar altında.
Gelelim sekiz yıllık meselesine. On yılı aşkındır devam eden uygulama, onlara göre semeresini (!) verdi. Şimdi meyvelerini toplamaktalar. Ne ilim var ne irfan! Ne edeb var ne hayâ! Ne saygı var ne sevgi! Ne hedef var ne gaye! Kaldırın getirin İstiklal ve Çanakkale şehitlerini. Gösterin bir kez sokak aralarını. "Bu belde neresi" diye sorun onlara. Acaba tanıyabilecekler mi? "Bu vatan bizim mi?" diye gözlerini sonuna kadar nasıl da açacaklar ve "biz bunun için mi kanlarımızı döküp canlarımızı verdik" diyecekler mutlaka.
Bomboş bir nesil yetişiyor. Felaket çanları çalıyor. İnsanımız hâlâ uyuyor. Hayâsız yetişen bir nesil neler doğurur kimse düşünmüyor. Herkesin bu kanayan yarayı görmesi lazım. Düşünmesi gerekir tedavisini. Topyekûn bir şeyler yapmalı. Bir seferberlik ilanı olmalı şimdi. Okullarımızda idarecilerimiz, öğretmenlerimiz şikâyetçi. Aileler bunu anlamalılar öncelikle. Elbirliği ile problemin çözümüne gayret etmeliyiz. Yoksa "ba'de harabü'l-Basra" olduktan sonra neye yarar?
Evet, işin püf noktalarını bilen eğitim erbabına çok iş düşüyor. Devlet erkânına da çok görev düşüyor tabii ki.
Bu felaket durdurulmadan bir de, bir zamanlar dile getirildiği gibi, 11 ya da 12 yıllık mecburi eğitim felaketi çıkarsa durum daha da vahim olur. Çünkü ilimden başka çok şeyler dolaşmakta ortalıkta. "Faydasız ilimden Sana sığınırım Allah'ım" diye dua eden bir Peygamber (s.a.v.)'in ümmeti olarak yazık ederiz kendimize, neslimize.
Bugün Amerika ve diğer bazı ülkelerde eğitim seviyesi düşüyor diye kız-erkek ayrı olarak eğitim uygulamaları yapılırken, bizim ülkemizde karanlıklara doğru atılan taşlar hiç de iyi sonuç vermeyecektir.
Yaz Kur'an Kursları
Yaz Kur'an Kurslarına gelince; gerçekten bu konuda büyük bir gayret içinde olunduğunu görmekteyiz. Bunu bütün insanımız biliyor. Ama takdir edersiniz ki iki aylık bir eğitimde çocuklarımıza fazla bir şey verilemez. Kaldı ki bu zorunlu olan bir eğitim de değildir. Diyanet İşleri Başkanlığı, Müftülükler ve Hocaefendilerin adeta bir kampanya şeklinde yürüttükleri bu hizmet takdire şayandır. Allah hepsinden razı olsun. Ama bu adeta, yangından insan kurtarmaya benziyor. Öncelikli olan yangına insan düşürmemektir. Bunun için de okullarımızda acilen din dersleri artırılmalı, Kur'an-ı Kerim seçmeli ders olarak konulmalı, birtakım ahlakî tedbirler alınmalıdır.
İmam-Hatip'leri bitirme adına memleketin hem eğitim kalitesi düştü, hem de teknik adamlar yetişmez oldu. Sanayi kesimi yeni yetişmiş işinin ehli genç ustalardan mahrum kaldı. Sekiz yılını bitirmiş ama okuma kabiliyet ya da isteği olmayan yavrular ne usta olabiliyorlar ne de bir başka yerde görev yapabiliyorlar. Tabii bu arada zararlı hale de gelebiliyorlar. Öyle ya tinerci ya da benzeri kötü alışkanlıklara düşen gençler nasıl ortaya çıkıyor?
Şimdi düşünelim: İman ve İslam hakikatinin verilmediği gençlikten ne beklenebilir ki!
Ne kadar yazık oldu neslimize ve memleketimize. Ama durmak yok, çalışmak zamanı. Evet, hem de büyük bir gayretle. Gayret bizden, yardım Allah'tandır.
O'na emanet olunuz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.