Sarsıntılar ve Dua
Evet, bize düşen bir şey var. Âcizliğimizi anlamak ve O’na teslim olmak. Dua ve niyazla… İbadet ve tâatla… Güzel bir kullukla…
İbadette tembellik yapan nefislerimizi bir düşünsek sarsıntı anında. Nasıl da teslimiyete bürünüyor değil mi? “Rabbimiz Sen bizleri koru!” diye yalvararak. Ama bunu hep yapmamız gerekiyor değil mi? Yüce Allah ne buyuruyor: “De ki! Eğer yalvarıp yakarmanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin ki?” (25 Furkan 77)
O halde her zaman dua zamanı. Belki şimdilerde dualarımız daha da arttı. Tehlike anlarında daha çok yapılır ve nice sözler verilir. Ama onlara riayet etmemiz gerekir. Geçtiği zaman unutuvermemek lâzım. Ama biz insanoğlu pek nankörüz. Bunu yüce Rabbimiz haber veriyor: “Muhakkak ki insan Rabbine karşı pek nankördür.” (100 Âdiyât 6)
Evet, her gün her an dua zamanı… Yalvarıp yakarmak, O’na yönelmek ve O’ndan yine O’na sığınmak… Böylesine şeyler bizi O’na daha da yaklaştırmalı. Tevbe ve istiğfarlara yöneltmeli. Sonra da salih amellerle hayatımıza devam etmeli.
Yunus (a.s.)’ın kavmini hatırlıyoruz. O, yıllarca uğraşır ama kavmi îman etmeyince terk eder gider. Rabbinden izinsiz gidince onun da başına felâket gelir. Ama onun gidişinden sonra haber verdiği azap bulutları gökyüzünü kaplar. İnsanlar önceleri onları rahmet bulutları zanneder. Ama bakarlar ki korkunç bir hal alır ortalık. Derler ki; “Bu Yunus’un haber verdiği azap olsa gerektir” diyerek büyük bir meydanda toplanırlar. Ne yapacaklarını bilemezler. Bu arada Yunus (a.s.)’ı aramaya başlarlar. Ama o yoktur. Şaşkınlıklarının iyice arttığı bir zamanda içlerinden akıllı birisi çıkar ve şöyle der onlara: “Yunus yoksa, Yunus’un Allah’ı da mı yok? Gelin beraberce tevbe edelim, îman edelim O’na. Dua edelim ve azabımızın gelmemesini isteyelim.”
Gerçekten de adamın dediğini yaparlar. Tevbe, dua ve gözyaşı… Sağlam bir imanla yapılan bütün bunlar onların kurtuluşuna sebep olur. Azap bulutları dağılır ve ortalık pırıl pırıl bir hal alır. Artık sevinçlerine diyecek yoktur.
Bu arada Yunus (a.s)’ın başına gelenler malûm. O da nefsini kötüleyip Rabbini tesbih edince balık onu sahile kusarak çıkarır. Kendine gelince de kavmine döner. Yüce Allah (c.c) onu tekrar kavmine peygamber kılar ve o da iman etmiş kavme rehberlik yapar.
Şimdi bize düşen bir şey var: Yalvarıp yakararak dua ve tevbe etmek… Evlerimizde, işyerlerimizde ve diğer mekânlarda hep O’na yalvarmak! Tıpkı Adem (a.s) ve Yunus (a.s) gibi.
Camilerimizde hocaefendilerin topluca tevbe-istiğfar yaptırıp dua etmeleri de çok güzel olur. Ayrıca Cuma günleri bunu iyice toplumumuza yayarak beraberce dua etmeliyiz. Tıpkı rahmet dualarında olduğu gibi.
Ah bizler ah!
İşlerimiz perişan…
Kalplerimiz perişan…
Fuhuş, içki, kumar, faiz almış yürümüş…
Edeb ve hayâ ayaklar altında. Edepsizlik göklerde.
Evvelki nice toplumlar böylesi günahlar sonucunda helâk olup gitmişler. Rabbimiz korusun. Onun için dua, yalvarmak, ağlayıp sızlamak, ibadete devam etmek gerek. Allah’ımız kötü durumlardan korusun.
Kıyameti hatırlatır sarsıntılar bizlere aynı zamanda. Bakın Zilzâl sûresine:
“Yer dehşetle sarsıldıkça sarsıldığı, yeryüzü ağırlıklarını dışarıya çıkardığı ve insanın: "Buna ne oluyor?" dediği zaman; İşte o gün, yer, Rabbinin ona vahyetmesiyle kendi haberlerini anlatır. O gün insanlar işlerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük dönerler. Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.”(99 Zilzâl 1-8)
Rabbimiz! Bizlere acı, merhamet buyur! Âmin!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.