Abdullah Uçar

Abdullah Uçar

Salâvat-ı Şerîfe Getirmenin Önemi (3)

Salâvat-ı Şerîfe Getirmenin Önemi (3)

6-Nerede ve ne zaman olursa olsun, Peygamber Efen­dimizin adını bir yerde duysak veya bir yerde oku­sak mutlaka salâvat getiririz. Kendi kendimizi tenkit ba­bında şunu da söy­lememiz gerekir: Çoğu insanımız Allah’ın adı anılınca “Celle Celâlüh veya Celle Şânüh...” demez, ama Hz. Peygamberin ismi anılınca, Salâvat getirir. Tabi bu da hâşa kasıtlı değildir. Geçmişlerinden ve cemiyetten öyle görmüştür. Hâlbuki Al­lah’ın mübâ­rek isimleri zikredilince de O’nun şanını ta’zim için yu­karda verilen veya benzeri sözlerden birinin söylen­mesi iyi olur:

Allah ismi anılınca: Celle Celâlüh, Celle Şânüh...

Peygamber ismi anılınca: Aleyhissalâtü vesselâm, sallâllahü aleyhi vesellem...

Sahâbe isimleri anılınca: Radıyallâhü anh...

Evliya isimleri anılınca: Kaddesallâhü sırrah... den­mesi bir görevdir, İslâmî edeb ve terbiye gereğidir.

7-Salâvât getirme, Efendimizi hürmetle yad etme, O’na bağlılığı­mızı, bildirme bizim özü­müze, mayamıza öyle nüfuz etmiş ki; Perşembe ak­şamları, ertesi günün Cuma günü oldu­ğunu halkımıza bildirmek, Cuma günü namazın yaklaştığını mü’minlere haber vermek veya bir kardeşimizin vefat ettiğini halka duyurmak için yine “Salâ” dediğimiz ve Efendimizin sıfatlarından oluşan cümlelerle bildiririz. Yani her halü­kârda O’nunla irtibat halindeyiz. Bağ­lantımızı hiç koparmıyoruz. O’nun kap­sam alanından dışarıya çıkamı­yoruz.

Bu sebeble Rasûlüllah Efendimiz’e her fırsatta, her hâl-ü kârda, her zaman ve zeminde, o tarafa giden ne varsa, selâm gönderme, hürmet ta’zim ifade etme müslümanlar arasında bir âdet ve itiyat hâline gelmiş­tir. Fuzûlî’nin akan sularla se­lâm gönderdiği gibi, o cihete doğru hoşça esen rüzgârla bile selâm gönderen, Pey­gam­ber âşıkları çıkmış ve şöyle demiş­lerdir:

“Ey bâd-ı sabâ, uğrarsa yolun semt-i Haremeyn’e

 Ta’zîmimi arz eyle Rasûlü’s-Sekaleyn’e!”

Bir gün Hekimoğlu Ali Paşa’ya bir zat gelip şöyle di­yor: “Benim maddi sıkıntım var. Hz. Peygamberimizi rü­yada gör­düm, kendileri size selam yolladılar ve sizden otuz altın iste­memi söylediler.” Ali Paşa; “peki ama bu­nun doğru oldu­ğunu nerden bileceğiz?” deyince adam şöyle der; “Paşa Hazretleri bendeniz de Efendimize sizin bana bunu soracağı­nızı söyledim, O buyurdu ki; ‘Ali paşa her gece, özellikle Cuma gecesi Kur’an okur, salâvatlar getirir benim ve müminlerin ru­huna bağışlardı. Geçen Cuma ihmal etti, sen bunu hatır­lat” buyurdu. Ali Paşa düşü­nüyor ve gerçekten geçen Cuma okumadığını hatırlıyor ve gelen kişiye tekrar soru­yor; “Resûlullah ne buyurdu?.. Sana otuz altın versin… ne bu­yurdu... Otuz altın. . . Birkaç tekrardan sonra adam; “Paşa hazretleri, be­nimle dalgamı geçiyorsun? Vermeyeceksen giderim” diye yürüyünce; “sabır etsen de yüz defa söylesen her söyledi­ğin için 30 altın verecektim ama senin sabrın bu kadar­mış” der ve üç tekrarına 90 altın verir.[1]

13. Yüzyıl Türk şairlerinden Şeyyad Hamza, ona olan aşkını şöyle dile getiriyor:

Senin aşkın kamu derde, devâdır Ya Rasûlallah

Senin katında hâcetler revadır  Ya Rasûlallah

Senin nurun gören gözler, ne ay gözler ne yıldızlar

Nûrundan gece gündüzler ziyâdır Ya Rasûlallah

Terinden açılır güller, sözünden şehd ile şekker

Seninle hasta gönüller, şifâdır Ya Rasûlallah

Habibsin pâdişahlara, tabibsin dertli ahlara

Şefâatın günahkara ganâdır Ya Rasûlallah.



[1]- Ö. Tuğrul İnançer, “Muhabbet Peygamberi Hz. Muhammed”,

          Sufi Yay. İst. 2010,  s. 77.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Uçar Arşivi