Nere giden Hacıemmi…?
Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, tebdili kıyafet yapmış, Kuşlar Çarşısı'nı geziyor...
***
Avcılar avladıkları kuşları, tuzakçılar, yakaladıkları maharetli, eğitimli, güzelim kuşları satıyorlar...
***
Bir ara gözü kekliklere ilişir Padişah'ın...
***
Bir grup kekliğin üzerindeki varakta, "Tane işi satış fiyatı 1 altın" yazıyor...
***
Hemen yanı başlarında asılı, adeta altın kafes içinde bir keklik daha var ki, fiyatı; 300 altın...
***
Padişahın gözü 300 altınlık kekliğe takılır...
***
"Hayırdır" der satıcıya, "Bunun diğerlerinden ne farkı var ki, bunlar 1 altın, bu 300 altın?"
***
Satıcı, "Bu keklik özel eğitimli, çok güzel ötüyor, ötmesi bir yana bunun ötüşünü duyan ne kadar keklik varsa hepsi onun etrafına doluşuyor" der...
***
"Tabii, bu arada avcılar da o etrafa doluşan keklikleri daha rahat avlıyorlar" diye ekliyor...
***
"Satın alıyorum" der Padişah... "Al sana 500 altın..."
***
Parayı verir ve hemen oracıkta kekliğin kafasını kesiverir...
***
Adam şaşırıp, "Ne yaptınız, en maharetli kekliğin kafasını koparttınız, yazık değil mi" diye dövünmeye başlar...
***
Padişah, Kuşlar Çarşısı'nda, bir aslanı andırır gibi gürler…
***
"Bre, bu kendi soyuna ihanet eden bir kekliktir... Soyuna ihanet edenin akıbeti er veya geç ancak budur..." der...
***
Başımıza ne geldiyse, belagat ve hitabeti iyi kullananlardan geldi...
***
O tılsımlı sözcüklerle, aklımızı başımızdan aldılar...
***
Dilleriyle çeldikleri gönlümüzü, elleriyle İslam düşmanlarının tabaklarına sunuverdiler...
***
Yalancı sakalar, HACIEMMİLERİMİZİ her dönem başka bir melodi ile YOL’dan çevirdi...
***
Hele bazıları “YOL bu yoldur” diyerek...
***
Şimdi yine birleri çıkıp güzel belagat ile etrafına binlerce KEKLİK indiriyor...
***
Güzel ötüşlü sakalar, gittiğimiz yerin çayırlar, cennet bahçeleri olduğunu haykırsa da, çantadaki çaresiz keklikler gibi, hızla felaketimizin yolunu tutmuş gidiyoruz...
***
Yolda vakit geçsin diye; “SAKALARIMIZI” överek...