Laiklik Kur’anî bir kavram mı?
Laiklik kavramının Hıristiyanlık ve Yahudilik dininin gereği olarak ortaya çıktığını halen kabul etmiş değiliz veya işimize gelmediği için kabul etmek istemiyoruz. Bu dinlerin muamelat ile ilgili bir hükmü olmadığı gibi Hıristiyanlığın temizlik ile ilgili bir hükmü dahi yoktur. Bu dinler inanç dua ve yapıla gelen ayinlerden ibarettir.
Laiklik, Batı’da devlet ile kilisenin mücadelesi sonucu ortaya atılmış bir kavramdır. Devlet, kiliselere dinin gereği olan inanç ve ayinlerle meşgul ol demiştir. Buna rağmen Batıda devletlerin tümü dinlerini, değerlerini ve medeniyetlerini dünyaya hâkim kılmak için çalıştıkları herkesin malumudur.
Müslümanlar, 8-16. yüzyıllar arasında tüm ilim dallarında önemli buluşlara sahipti. Papazlar, Müslüman âlimlerin kitaplarını kaynak göstermeden Latinceye tercüme ederek bilimsel gelişmenin ilk adımlarını attılar.
Gerilememize sebep olan dinimiz değil, başka tarihî sebepler var. Batı, coğrafi keşiflerle şarkın yer altı ve yerüstü zenginliklerini sömürerek maliyesini düzeltti, Osmanlı’nın da maliyesi bozuldu. Şarkın ve garbın maliyesi ters orantılıdır. Birisi düzelirse diğeri bozulur. Mesela halen Fransa birçok Afrika ülkesinin gelirinin % 80’nine yakın kısmını sömürmektedir. ABD’nin İngiliz’in durumu ortadadır, kurdukları kapitalist sistemle bizi de dâhil dünyayı sömürmektedirler.
Batıda bilimsel gelişmelerin sonucu, İslam âlemine hâkim olmak için şarkiyat adı altında ilmi çalışmalara girişti ve İslami ilimler sahasında (hadis, tefsir, fıkıh, siyer ve dinler tarihi gibi) birçok eserler ortaya koydular. Yani bu alanda da uzmanlaştılar ve dünya çapında âlimler yetiştirdiler. Bu müsteşriklerin İslam dinine bakışları kendi medeniyetleri çerçevesinde olmuş ve halen öyledir.
Bu bağlamda gerileyen ilerleyeni taklit eder, düsturu gereğince Osmanlı da bu durum zuhur ettiği devirden itibaren taklit devri başladı. Osmanlı, onların bizden aldığı gibi Batı’nın bilimsel çalışmasını ve tekniğini alıp yollarına devam etseydi bugün bu hale düşmezdik. Osmanlı, bunun yerine onlara benzemeye çalıştı ve böylece taklit devri başladı. Bunun sonucu Tanzimat ilan edildi. Tanzimat’ın ilanı Batı’nın ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ve Jön Türklerin baskısı sonucu gerçekleşmiştir. Halifeler isteseler de istemeseler de bunun gereğini yapmaları gerekirdi ve yaptılar. Allah indinde sorumluluktan kurtulamazlar, onlar da hesap vereceklerdir. Laikliği bu millete dayatanlar da hesap vereceklerdir.
Tanzimat’ın gereği İslam Hukuku ve bu hukukun bir bölüm olan zimmî hukukun askıya alınması gerekirdi. Şeriat mahkemelerinin karşısına bu sebeple laik mahkemeler kurulmuş, Cumhuriyetin ilanıyla rejimin gereği İslam Hukuku tedavülden kaldırılmış, Batı Hukuku kabul edilmiş ve laiklikle İslam hukukunun muamelat bölümünün üzeri örtülmüştür. Yani tedavülden kaldırılmıştır.
Kâfirûn Sûresinde geçen, “Sizin dininiz size, benim dinim banadır.” Ayeti, müşriklerin, “Gel bizim ilâhlarımıza tap, biz de senin ilâhına tapalım, müşterek olalım, hayır hangisinde ise ona hepimiz de ulaşmış oluruz” teklifine verilen bir cevaptır.
Ebu's-Suud şöyle diyor: “Sizin dininiz ki Allah'a ortak koşmaktan ibarettir, o sizin için tahsis edilmiştir. Sizin umduğunuz gibi benim tarafıma geçmez, şu halde ona boşuna ümitlerinizi kuruntularınızı takmayın, çünkü o mümkün olmayan şeylerdendir. Benim dinim ki tevhiddir, o da bana tahsis edilmiştir, sizin tarafınıza geçmez. Çünkü siz onu mümkün olmayana bağladınız ki, o mümkün olmayan benim sizin tanrılarınıza ibadet veya onlara sarılmamdır. Öyle yaparsan biz de senin tanrına ibadet ederiz, diye bana vaat ettiğiniz de aynı şirk koşmaktır. Onların bir sene sen bizim tanrılarımıza ibadet edersen, bir sene de biz senin ilâhına ibadet ederiz, demeleri de iki tarafın iki ibadette ortaklıkları esasına dayanmış olduğu için, dayanılanın önce getirilmesinden beklenen tahsisin "kasr-ı ifrat" olması gerekir. Bir de “sizin dininiz size” tahsisi, “taptıklarınıza tapmam” sözünü; bu “dinim banadır” tahsisi, "taptıklarınıza tapıcı değilim" sözünü tekit olması caizdir. Şöyle demek olur: “Bana ancak benim dinimdir, sizin dininiz değil” (Bkz. Elmalılı Tefsirine)
Kadı Beydâvî de şöyle demiştir: “Bunda ne küfre izin, ne de cihaddan menetmek yoktur ki kıtal âyeti (harbe izin veren âyet) ile mensuh olsun.” (Bkz. Elmalılı Tefsirine)
Yani bu ayette küfre izin yok, cihaddan men etmek de yok, bu ayet mensuh da değil. Dolayısıyla bu ayeti kerimenin laiklik kavramı ile yakından ve uzaktan ilgisi yoktur. Diğer ayetlerin hiç birinde de yoktur.
Müslüman’a düşen görev dinimizi Peygamberimiz (s.a.v.) ve O’nun sahabesi gibi yaşayıp dünyaya hak ve adaleti hâkim kılmaktır. O nedenle dünyadaki haksızlıklardan, zulümlerden Müslümanlar sorumludurlar. Lütfen Müslüman isek Müslümanlığın gereğini yerine getirelim.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “O, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. (Allah) o hak dini bütün dinlere üstün kılmak için (böyle yaptı). Şahit olarak Allah yeter.” (Fetih:28)
Geniş bilgi için Bkz. Anlamalarını Yonttuğumuz Kavramlar, Laiklik kavramı, Sadık KÜÇÜKHEMEK Kardelen Yay.(İst. 2013)
Hoşça kalın
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.