Kötülük Önce Sahibini Yakar
Tarih konuşuyor yazı serisi
Eğitim ve öğretimde çocuklarımıza ve geçlerimize artık yeteri kadar “Atasözleri ve vecizeler” öğretilmiyor. Tabii bunların ne manalara geldiklerinden de “bi haber” (habersiz) gençlerimiz. Onlardan, binlerce yıl yaşanmış, doğrulukları tescillenmiş söz ve davranışların, kendilerinin 60 – 70 senelik kısa ömürlerinde tekrar yaşamalarını ve tecrübelerini kalıplaştırarak yeni vecizeler oluşturmalarını beklemekteyiz.
İkinci önemli hata dilimizde oluşturulmaktadır. Konuştuğumuz ve yazdığımız kelimelerde o kadar çok ve durmadan sürekli değişiklik yapılmaktadır ki dünkü nesil ile bu günkü nesil, bugünkü nesille yarın ki nesil birbirinin konuştuğunu ve yazdığını anlayamaz duruma düşmektedir.
1974 yılında CHP – MSP (Milli Selamet Partisi) koalisyonu kurulurken Sayın Ecevit ve arkadaşlarının protokol içerisine “Olanak, olasılık…” gibi birçok yeni kelimeyi doldurmak istemesi üzerine MSP tarafı “Hükümet protokolünün, mevcut anayasada ki söz ve kelimelerle yazılması” esasını getirtmiş ve protokol bu esaslar üzerine kaleme alınmış idi.
İlmi esasların dondurulması, tecrübelerin kalıplaşmaması ve biteviye (ha bire) devam eden dilimizdeki değişiklikler, bizim çok büyük zaman kaybımıza sebep olmakta ve insanımızın dünya milletlerinin ilim ve irfan yarışında en arkalarda gitmesini doğurmaktadır.
BAZI ATASÖZLERİMİZ
Gençlerimizin atak, heyecanlı ve hareketli olmasına mukabil bilgi, görgü ve tecrübelerden henüz yeteri kadar istifade edememiş olması onun hata, kusur ve kabahate (suça) çok çabuk düşmesini sağlamaktadır.
Atalarımız bu konuda söylenmiş hemen aklımıza geliveren bazı güzel sözlerinde;
“Öfke (kızgınlık) gelir göz kararır, öfke gider yüz kararır”
“Öfke ile kalkan, ziyanla (zarar) oturur”
“Keskin sirke, küpüne zarardır”
“Men Dakka, dukka…”
Çalma kapıyı, çalarlar kapını…” gibi sözler söylemişlerdir.
Kelam-ı Kibar da denilen güzel sözlerden biriside; “Ne yapacağım diye düşünmek, neden yaptım, diye pişman olmaktan güzeldir” dir.
Yakın ve uzak tarihte o kadar enteresan olaylar olmuş ki okuyunca siz de benim gibi hayret edeceksiniz. Bu arada bunların bana ulaşmasını sağlayan arkadaşlarıma teşekkürlerimi bir borç biliyorum. Bu bilgileri, arşivimde saklamak şüphesiz ki çok iyi bir şey ama “bir gizli hazine kime fayda sağlar ve bunun değerini kim bilebilir ki…”
Bu olayları ve konuları arşivimde saklamak yerine bunları okuyucularımla paylaşmak, alınması gereken derslerden birçok kişinin ve özellikle gençlerin yararlanmasını sağlamak istiyorum.
KÖTÜLÜĞÜN BEDELİ
Ankara Hacettepe Üniversitesi Hastanesi Beyin Cerrahisi Bölümü'nde yedi yıl müstahdem olarak çalışan T. E. tayinini Trabzon'a yaptırır. Hastaneden ayrılırken de beyin ameliyatlarında kullanılan çok önemli bir cihazı çalarak satar.
Aradan çok zaman geçmemiştir ki, hastane müstahdeminin iki yaşındaki kızı Ferdağ dikkatsizlik sonucu evinin balkonundan aşağıya düşer ve koma halinde alelacele Hacettepe Hastanesi'ne getirilir.
Yavrucağızın felç olmaktan kurtarılabilmesi için derhal ameliyata alınması gerekmektedir. Fakat kaderin tecellisine bakın ki, çocuğun felç olmaktan kurtarılabilmesi için beyindeki kan pıhtısının temizlenmesi gerekmektedir. Bunun için de, babasının daha önce hastaneden çaldığı cihaza ihtiyaç vardır.
Hastanenin doktorları çaresizlik içinde kızın babasına: "Kızını kurtarabilirdik ama ameliyat cihazımız çalındığı için elimizden bir şey gelmiyor" cevabını verirler.
Baba T. E. utançtan kıpkırmızı olmuştur. Vicdan azabı içinde: "İtiraf ediyorum ameliyat aletini ben çalmıştım, şimdi size onu bulup getireceğim, yeter ki kızım kurtulsun." diyerek dışarı fırlar.
Derhal cihazı sattığı dükkâna koşup aleti alıp getirir ama iş içten geçmiştir. Cihaz yetişinceye kadar iki yaşındaki Ferdağ felç olmaktan kurtulamamıştır.
BİR BAŞKA MÜTHİŞ OLAY
Tarihler 1912 Nisan'ını gösterdiğinde, Titanic isimli gemi İngiltere'nin Southampton Limanı'ndan New York istikametine hareket eder. 17 bin kişinin emeği ile inşa edilen bu yolcu gemisi zamanın en büyük gemisidir. Gemiyi yapan mühendisler bu geminin asla batırılamayacağını iddia ederler ve herkese, her şeye meydan okurlar.
Kendilerine o kadar güvenir ve kendileri ile o kadar gurur duyuyorlar ki, geminin ismini bile Yunan mitolojisindeki bir Tanrının ismini verirler. Geminin kaptanı Smith daha da ileri giderek, "Tanrı bile bu gemiyi batıramaz." der.
Gemi inşa edilirken her şey düşünülmüş, içinde, Paris'in ünlü kafelerinin bir benzeri Cafe de Parisien, Türk hamamı, çölde geziniyor izlenimi edinmek isteyenler için düğmesine basınca yürüyen deve ve Lyon usulü pişirilmiş tavuk çeşitleri de konur.
Mühendislere göre, bu muhteşem teknoloji harikasının tabanı birbirinden bağımsız kompartımanlardan meydana gelmiştir. Herhangi bir sebeple (iki geminin çarpışması ve geminin buz dağına çarpması) gemi alttan bir darbe alması halinde bile, sadece darbeyi alan bölüm su dolacaktır. Bu durumda da geminin batması en az üç gün sürer denmektedir.
Bu kadar uzun zamanda da mutlaka bir yerden kurtarma için yardım gelebilir. Üstelik dünyanın en kaliteli çeliği bu gemi için kullanılmıştır.
Mühendisler, geminin önden veya arkadan darbe alacağını hesaplamıştı. Hâlbuki yandan darbe alabileceğini unutmuş ve hesap etmemişlerdir.
Bu ilahlık taslayanlara " Azap, ummadıkları yerden gelmişti." (Nahl Suresi, 26)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.