İlim ve alim…
İlim Türkçe karşılığı bilmek, anlamak, öğrenmek manalarına geliyor. Peki ilim kime lazım gelir? Dersek elbette herkese lazım. Çocuk, genç, yaşlı, erkek, kadın, amir, memur, çiftçi vs. Örneğin çiftçi toprağı ne zaman dinlendirecek? Ne zaman ekecek? Ne kadar tohum atacak? Hangi gübreyi kullanacak? Hangi ilaçlamayı yapacak? Bunları bilmek zorunda. Bilmez ise ne olur? Verimli bir ürün alamaz. Ekin biçme zamanı gelince de ektim ama Allah vermedi der. İşte bu kolaycılık, cahillik değil midir?
Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek, bir şiirinde ne güzel ifade eder;
Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var,
Akıl için son tavır, saçları yolmak var.
İlim bütün insanlara farzdır. Hem de farz-ı ayın. Namaz, oruç, hac, zekat vs.gibi. Ancak öğrendiği ile amel etmek, yani bizzat kendisi uygulamak zorundadır. Zira, nefsinde yaşamazsa, başkalarına da tesiri olmaz, dinler geçerler. Keza, alim; ilmi ile amil olmaz ise, o ilim kendisine yüktür, abesle iştigaldir.
Elbette ilmin ve bilimin kaynağı Kuran-ı Kerim’dir. Cenab-ı Hakk bize; O’nun içinde ne ararsanız bulabilirsiniz diye tiyo veriyor. Bize düşen facebook’a, twitter’a ara verip ana kitabımızı anlamak şartıyla Türkçesini okumak, tefekkür etmek zaruretimiz vardır. Hiç değilse hayatta iken, bir kez dahi olsa, baştan sona doğru mutlaka okumalıyız. Mamafih berzah aleminde yaratanın karşısında mahçup mahçup durarak, bunlarda varmış diyerek biçare kala kalırız.
Şimdiki gençlik çok şanslı, internet aracılığı ile bilgiye kolayca ulaşmaktadır. Her ne kadar bilgi kirliliği olsa da güvenilir kaynaklar bulmak zor değil. Fatır 28.ayette Rabbimiz; “Allah’tan, kulları arasında ençok bilginler, alimler korkar” der. Bunu düstur edinen atalarımız; vatanını, evini, çoluğunu çocuğunu terk etmek suretiyle uzak diyarlara giderek ilim öğrenme gayreti içinde olmuşlardır. Hatta bazıları 20 sene 30 sene evlerine uğramamışlar. Dikkat ederseniz! Onların doğum ile ölüm yerleri hep farklı yerlerdir. Bize zor gelse de böyle yaşamışlar. Ne makam düşünmüşler, ne de maddiyat. Sadece Allah’ın oku emrine tabi olarak ilim öğrenme çabasına düşmüşler.
Zamanın birinde, Fars’ta dul bir kadın varmış. Öleceğini hissedince biricik oğlunu yanına çağırır ve şöyle nasihatte bulunur. Bak oğlum biz çok fakirlik çektik. Sana bir kitap bırakıyorum, bundaki talimatlara uyarsan çok zengin olursun demiş. Bir süre sonra annesi vefat eder. Oğul da hemen kitabı okumaya koyulur. Kitap Farsça yazılmış olup, kitabın giriş bölümünde de Hazineye ulaşmak için atlamadan okuyun diye uyarı vardır. Çocuk da öyle yapar. Ancak bazı kelimeler Arapça’dır. Kimseye de soramaz, anlamasınlar diye. Başlar Arapça öğrenmeye. Bir müddet sonra Çince, ticaret ve iktisat bölümü İngilizce derken çocuk bir çok dil öğrenmek zorunda kalır. Bu arada çocuk üne kavuşur, bilge ve sayılan bir çocuk olur. Namı saraya kadar ulaşır. Padişah yanına çağırır ve onu vezir yapar. Kitabın son sahifesinde ise şu cümle yer alır; “Bilmek, bilgi ve gerçek en büyük hazinedir.”
Hikayedir bu mukakkak ama ilim, bilim gerçek hazinedir. Allah bizi ilmi ile amel edenlerden eylesin. Cumanız mübarek olsun. Allah’a emanet olun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.