Haberciliğin en zor kısmı: Polis adliye muhabirliği

Haberciliğin en zor kısmı: Polis adliye muhabirliği

Konya'da uzun yıllar görev yapan Polis-adliye muhabirleri; karşılaştıkları zorlukları, yedikleri tehditleri, unutamadıkları olayları, mesleklerinin psikolojileri üzerinde bıraktığı etkileri bizimle paylaştı

Yıllarca polis-adliye muhabirliği yapan İhlas Haber Ajansı (İHA) Muhabiri Gazeteci Ahmet Ataş, görev süresince yaşadıklarını anlattı. Polis-adliye muhabirlerinin adrenalinin yüksek insanlar olduğunu ve her gün farklı bir olay ile karşı karşıya kaldıklarını dile getiren Gazeteci Ataş,  "12 yıldır gazeteciyim. Üniversite 3. sınıftayken mesleğe stajyer olarak girdim. 7 yıl polis-adliye muhabirliği yaptım" dedi. Asayiş muhabirlerinin gececi ve gündüzcü olmak üzere ikiye ayrıldığını aktaran Ataş, şunları kaydetti: "Gece çalışmak hem daha riskli hem daha da zor. Bir öğrenci için okurken iş bulmak büyük nimetti. Gece çalışacak olmaktan hiç korkmadım. Sadece küçük tereddütlerim oldu. Büroda oturup, teslim dinliyordum. Daha sonra hastanelerin acil servislerinde basın çalışanları için ayrılan odalarda haber beklemeye başladım. İlk gittiğim haber bir bıçaklama olayıydı. Olayın nasıl olduğunu hatırlamıyorum çünkü üzerinden hem çok zaman geçti hem de binlerce habere gittik."

2-099.jpg

"ÇOK ŞÜKÜR HİÇ DAYAK YEMEDİM"

"İlk başlarda çekincelerim de oldu. Mesela ambulans gelirken biz içindeki hasta veya yaralılardan çok, arkalarından gelecek yakınlarını kontrol ederdik, görüntü alırken bize bir saldırı olur mu diye" diyen Ataş, "Eskiden ambulans ile birlikte hasta yakınları da kaç kişi olursa olsun ambulans ile gelebiliyorlardı. Ambulansın kapısı açıldıktan sonra duruma göre hareket ediyorduk. Ortam müsait ise hemen görüntü alıyorduk. Polis-adliye muhabirleri savunmasızdır ve her türlü tehlikeye açık olarak çalışırlar. Asayiş muhabirlerinin kaderidir, tehlikenin nereden geleceğini bilmemek. Genelde temkinli davranırdım. Allah'a çok şükür hiç dayak yemedim ama girişimler çok oldu. Girişimler karşısındada çok soğuk davrandım. Anlık gelişen olaylara karşı da yaralıların birlikte geldiği yakınlarına destek verdik. Ayrıca tehdit edildiğim vakitler de oldu. Çekim yaparken olsun, özel telefonum üzerinden olsun tehditler yedim" şeklinde konuştu.

UNUTAMADIĞIM 2 OLAY YAŞADIM

Unutamadığı olayları da bizimle paylaşan Ataş, konuşmasını şöyle noktaladı: "Her olay üzerimde farklı bir izlenim bıraktı. Unutamadığım ve yüreğime işleyen 2 olayı unutamam. Cihanbeyli'de 4 küçük kardeşin marketlerdeki dolabın içine girip, oynarken boğulma sonucu hayatını kaybetmeleri beni çok etkilemiş ve üzmüştü. Türkiye gündemine oturan bir haber olmuştu. Çocuklara uzun bir aramanın sonucunda ulaşıldı. Bir de hastaneye yaşlı bir amca ile bir teyze gelmişti. Amca, eşini hasta olduğu için doktora getirmişti. Geri döndürme servisinde teyze hayatını kaybetti amca ise bir sandalyeye oturdu ve ağlamaya başladı. Normalde gazeteciler mesleklerini icra ederken duygularını bir kenara bırakmalı fakat o gün benimde gözlerim dolmuştu. Polis-adliye muhabirlerinin bilgiye ulaşması konusunda güvenilir olması gerekir. Haber kaynakları ile ilişkisini kesmemesi ve istihbaratının da sağlam olması şarttır."

 

KARDEŞLERİME BİSİKLETİ YASAKLADIM

12-3-009.jpg

13 yıldır polis-adliye üzerine haberler yapan Sabah Gazetesi Bölge Temsilcisi Halit Turan, polis-adliye muhabirliğini sevdiğini ve bu alanı da kendisinin tercih ettiğini ifade etti. "İsteğim vardı, ilgimi çekiyordu. İşe ilk başladığım dönemlerde tecrübeli bir polis-adliye muhabiri vardı. Onun yanında başladım" diyen Gazeteci Turan, "Polis-adliye muhabirlerinin zaman mefhumu yoktur. Gece bir telefon gelir, anında habere gitmeniz gerekir. Gündüz işe başladım. Fakat isteğim ile gece çalışmışlığım da oldu. Bende yeri olan ve unutamadığım olaylar var. Bir cinayet olayını hiç unutamam. Atın alnındaki lekeden cinayet çözülmüştü ve olay da Aslım Çöplüğü'nde meydana gelmişti. Sevgilisine direksiyon eğitimi veren bir adamı at arabalı şahıslar gasp etmek için öldürmüştü. İlginç bir olaydı. İlk başladığım zamanlarda beni etkileyen bir diğer olay da trafik kazasıydı. İstanbul Yolu'nda kaza olmuştu. Yaz tatilinde sanayide çalışan 10-12 yaşlarında bir çoçuk bisikleti ile harfiyat yüklü bir kamyonun altında kalmıştı. Kamyonun tekerlekleri, çocuğun aynı zamanda kafasını da ezmişti. Çocuğun kafası yoktu. Eve gittiğimde kardeşlerime bisiklete binmelerini yasakladım. Gece çalıştığım zamanlarda bütün ışıkları açarak otururdum ilk başta. Bir korku vardı. Ceset görüyorsunuz ve benzeri... İnsan bu tarz olayları görünce hayata tedbirli yaklaşıyor. Bir olay olurdu, olayın heyecanı ile çıkıp gidiyorduk. Giderken ağır kazalar atlatırdık. Geceleri yatarken al ver yapıyordum, aklımda" şeklinde konuştu.

KAFAMIZA TERLİK BİLE YEDİĞİMİZ OLDU

Boyunun avantajından dolayı hiç dayak yemediğini dile getiren Gazeteci Halit Turan, şunları kaydetti: "2006-2007 yıllarında bir polis ekibi iel bir haber sebebiyle daha önce bir sürtüşmemiz olmuştu. Daha sonra bunlar, kaçak gaz basımı yapılan bir eve baskınları olmuştu. Biz de gittik habere, bazı polisler ise bize görüntü aldırmamaya çalıştı. Sokak başına şerit çektiler. Omuzumda ağır bir kamera vardı. Arkamdan biri geldi ve kamerayı aldı. Ben, bir arkadaşım bana şaka yapıyor sandım ilk başta. Halbuki öyle değilmiş. Döndüm DSR-250 yani 6-7 kiloluk kameramı kamerayı alan adam başıma vuracaktı. Tuttum, daha sonra gazetecilerle birlikte biz adamı vurduk. Adam, baskın yapılan evdeki kişiymiş. Aramızın açık olduğu Polisler, bizi adama söylemiş. O da gelip, bize patlamış. Ee bunun dışında telefonla da bizi arayıp tehdit edenler oldu. Yakın zamanda telefon ile bir tehdit aldım. FETÖ'nün Konya imamının eşi telefonu buldu ve tehdit etti yaptığım haberler dolayısıyla. Mahkemelik olduklarımız oldu. Mahkeme salonlarında kafamıza terlik yediğimizi bile hatırlıyorum. Muhabirin aslında dayak yemesi kendi elinde. Bir haber varsa, önce haberin yaşandığı yerin analizini yapmak gerekiyor. İnsanların acısı olabilir. Elinizde kocaman bir kamera ile acılı ortama girdiğinizde saldırıya zaten açık bir haldesiniz demektir. Bu faktörlere çok dikkat etmek lazım. Bir de polis-adliye muhabirinin istihbaratının güçlü olması gerekir. Kaynakları ile irtibatı kesmemeli."

 

ÖLEN ÇOCUK OYNAYAMADIĞI OYUNCAĞINA SARILMIŞTI

3-083.jpg

Demirören Haber Ajansı (DHA) Muhabiri Hasan Dönmez, polis-adliye muhabirliği yapmayı kendisinin istediğini dile getirerek, "Bu alana hep bir merakım vardı" dedi. 2010 yılından beri gazetecilik yaptığını hatırlatan Gazeteci Dönmez, "Mesleki hayatım içinde polis-adliye muhabirliğinden hiç kopmadım. Kendi tercihimdi. Her gazetecinin kendisine yakın hissettiği ve başarılı olacağını düşündüğü alanlar vardır.  Polis-adliye hep bana daha çekici gelmiştir. İlk olarak gece çalışmaya başladım. Üzerinden o kadar zaman geçmiş ve binlerce haber yapmışım fakat gittiğim ilk haberi de hatırlamıyorum. Ama benim üzerimde etki bırakan olaylar da olmuştur. Aksaray Yolu'nda bir trafik kazası olmuştu. Kazayı duyar duymaz hemen kazanın yaşandığı noktaya gittik. Minibüs ile kamyon çarpışmıştı. Minibüste ölenler arasında bir de çocuk vardı. Ölen çocuk, yeni bir oyuncak almış. Çocuğun oyuncağı da paketinden hiç açılmamıştı. Cansız avuçlarının içinde duruyordu o oyuncak. O tablo beni çok üzmüştü. Bir çok ceset, cenaze, parçalanmış vücut gördüm. Hiç biri beni bu kadar etkilemedi." 

1 AY BOYUNCA AYNI KOKUYU HER YERDE ALDIM

"Gözlerimin dolduğu zamanlar da oldu. Polis-adliye muhabirliği insanı duygusuzlaştırıyor" diyen Dönmez, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Polis-adliye muhabirleri öyle bir hale geliyor ki, duygularını bile bazen kontrol edemiyor. İnsanların acılı olduğu noktalarda gülebiliyor, gülünmesi gereken noktada da hüzünlenebiliyorsunuz. Yaşanmışlıklar, insanı psikolojik olarak bu duruma sürükleyebiliyor. Çocuklar, benim hassas noktam. Onların içinde olduğu olaylar beni çok üzüyor. Başka bir olay daha anlatmak istiyorum. Seni 2011 ve ben, gece muhabiriyim. Ereğli Yolu'nda bir kaza oldu saat de gece 03.00'tü. Bu kazada 4 kişi yanarak, can vermişti. Olay yerine yaklaşırken, bulunduğum otomobilin kaloriferinden yanık et kokusu gelmeye başladı. Gün ağarana kadar biz yanık insan bedeni kokusuna maruz kaldık. Bu koku, bir ay boyunca benimle gezdi. Burnum, sürekli o kokuyu alıyordu. Ramazan ayında bir iftar sofrasında iyice perişan oldum. Menüde et vardı. Etten o kazada yanan insanların kokusunu aldım. Mesleki olarak hiç bir korku yaşamadım, sadece bir olay hariç. Binkonutlar Mahallesi'nde bir insan kalorifer kazanında yanmıştı. Bu insan, kazandan nasıl içeriye atıldı diye kendime sorular sorup duruyordum. Bu olay, beni çok ürpertmişti fakat kabuslarıma girmedi. 8 yıllık zaman dilimi içerisinde hiç dayak yemedim. Fakat çok tehditler aldım. Bir görüntü alırken, tekme yediğimiz olmuştur. Tıbbi bir müdahale gerektirecek ya da hastanelik olacak bir olay başıma gelmedi. Her ihbarda bu tarz olaylarla karşılaşılır. Küfür ederler, üzerimize yürürler fakat bunlara da alıştık. Bir olaya gidince ilk başta gözlem yaparım. Ortamı süzerim. Gittiğim olayın boyutu, varsa can kaybı bu faktörlere göre davranarak, haberimi yaparım. Bu işe yeni başlayanların dikkatli olması gerekir. Hurra diye olayın yaşandığı yere girildiğinde muhabirin dayak yeme olasılığı yüzde 90'dır."

EMRE ÖZGÜL 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.