Gulu Gulu Dansı
Nereye gidiyoruz yazı serisi
Yazımın başlığı olan “gulu gulu dansı” ifadesi rahmetli Hocamız Prof. Dr. Necmettin Erbakan’a aittir. Çünkü onun başına da çok kereler, böyle sıkıntılar gelirdi. Bunu fırsat bilen, bir takım siyasi parti yetkileri verdikleri beyanlarında, medya gazete ve TV’lerde, vahşi çığlıklarla, tam tam gürültüleri arasında ve gulu gulu danslarıyla karşına çıkar ve onu günlerce “def’e koyup çalarlardı.”
1974 Ağır Sanayi Hamlesi yapmaya kalkışınca, tek merkezden güdümlü medya (televizyonlar ve gazeteler) manşetler atıllar. “Efendim elektriği yok yakmaya, o Ağır Sanayi kuracakmış” dediler. Rahmetlik kardeşi Akgün Erbakan’a iftira attılar, günlerce bu konuyu ısıtıp ısıtıp önümüze sürdüler. Ama savcının onu mahkemeye bile vermediğini, serbest bıraktığını söylemediler, yazmadılar. Yeğeni M. Sabri Erbakan…
28 Şubat’a nasıl girdik? Herkesin hafızasındadır o günkü olaylar. Fadime Bacı, Ali Kalkancı, sarıklı, cübbeli, ellerinde asaları Aczimendiler, cehri (açık, sesli) zikirleri hemen her gün ekranlarda ve gazete sayfalarında tam boy haberler halinde verdiler.
Hâlbuki ortada bir suç varsa devletin güvenlik kuvvetleri vardı. Bunlar suçluları yakalar ve götürür adalete teslim ederlerdi. Bağımsız mahkemeler bunlara kanunlarda belirtilen cezaları verirlerdi.
Olay bu kadar basitken, olayı başka mecralara sıçratanları ve “yargısız infaz yaparak” kendi çıkarları için insanların kişilikleriyle oynayanları görebilmeliydik. Ama ne gezer… Hepimiz, “fareli köyün kavalcısının arkasına düşen çocuklar…” gibi bu medyanın peşine düştük. Ve tabii kaybeden biz olduk, milletimiz oldu.
Ama maksat başka… “Adamların derdi üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek…” Kamuoyunu (bir takım güçleri ve halkı) Sayın Erbakan ve hükümeti aleyhine kışkırtmak ve bu şekilde Erbakan hükümetini devirmek…
Erbakan Hoca, bu tek merkezden güdümlü medyanın zaman zaman nükseden bu çığlıklarını görünce; “Gene başladılar… Gulu gulu dansına…” derdi.
GÜNÜMÜZDE Kİ DANSLAR
17 Aralık günü öğlende sosyal medyaya, akşam haberlerinde TV’lere, ertesi gün de gazetelere düşen haberlere göre üç Bakan oğlunun, bir takım yolsuzluklar yaptılar iddiasıyla haberleri bir anda bütün medya düştü. Hem de ne düşüş… Medya büyük bir gürültüye bu haberi vermeye başladı. Bu haberlerine Fatih Belediye Başkanını da dâhil ettiler. İş Adamlarını karıştırdılar… Başladılar ver yansın etmeye ve Bakanları top ateşine tutmaya… Bu gürültünün artmasına mecliste gurubu bulunan CHP, MHP ve BDP de katıldılar.
Şunu açıklamalıyım ki ben AKP’nin icraatlarını baştan beri beğenmiyor, yazdığım yazılarda, yaptığım konuşmalarda ve konferanslarda onları yeriyorum. Olaylara yaklaşırken Milli Görüş açısından yaklaşıyor, yapılanların yanlış olduğu görüyor ve söylüyorum.
Ancak yine belirtmeliyim ki adına suçlu değil de sanık dediğimiz insanlara, suçlu gözüyle bakmak ve daha mahkemeler henüz bir karar vermeden, bunların suçlu olduğunu ilan etmek ve Osmanlı da olduğu gibi “Vurun söyletmeyin” mantığıyla hareket etmek de çok yanlıştır ve bu bir davranış bozukluğudur.
Anasıyla yavrusuyla muhalefet partilerinin “Yangına körükle gitmeyi” andıran beyanlarını, medyanın; “Vurun abalıya…” mantığıyla yayın yapmasını, milletimizin değerlendirerek, gereken dersi vereceğine olan inancım büyüktür.
Bir başka önemli husus, yasalarımızda da belirtildiği gibi “suçun, şahsiliği prensibi” hususudur. Yani bir suç, o suçu işleyeni ilzam eder. Bir suçu işleyen birisi yerine, suçlunun yakınları da suçlu kapsamına alınamaz, suçlu sayılamaz. Ceza da ancak suçluya verilir.
Bu olayda gördüğümüz şey, oğulları suçlu ama babaları da suçlu, başbakan da suçlu, hükümet de suçluymuş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.
NE YAPILMALIYDI
Osmanlı dönemlerinden bu tarafa gelen “İftira et. Tutmazsa izi kalır” şeklinde ki hastalık hali, önce Jön Türklerde karşımıza çıkmakta, başta Sultan olmak üzere Osmanlı Devlet ricalini (adamlarını) karalamak ve onlara iftira atmayı ideallerine gitmekte tek yol olarak görmüşlerdir. Be adam, eğer bir maharetin varsa, ülkenin daha iyiye ve güzele gitmesi için o fikirlerini söylesene, hareketlerini ona göre ayarlasanıza…
Bunu yapamazlar. Zira bunların bütün emelleri, “mevcut idareyi yıkmak ve yerine kendileri gelmektir.” Buna zamanımızda, “Devrim” diyorlar. Devrimin stratejisi, kendi görüşlerini ve fikirlerini ortaya atmak şeklinde değil, mevcut iktidarın hata ve kusurlarını abartarak yandaşlarına aktarmak şeklinde oluşmaktadır.
Üç Bakanın oğlu bir takım suçlar mı işlediler… Onlar, savcıların isteğiyle alınmalı ve adalete teslim edilmeliydi. Basına sızdırılan bu haberlerle, “yargısız infaz yapılmamalı” henüz kendilerine suçlu bile diyemediğimiz insanların kişilikleri ile oynanmamalıydı…
Medya bunu ikinci, üçüncü dereceden bir haber olarak vermeli, manşetten pabuç büyüklüğünde ki harflerle okuyucusuna veya seyircisine sunmamalıydı. Adalete hürmet etmeliydi. Belki mahkemeler bunları beraat ettirebilir, demeliydiniz.
Muhalefet partileri, olaya itidalle yaklaşmalı, “kendi başlarına böyle bir durum geldiği zaman nasıl davranacaklarsa, o şekilde davranmalıydılar… Bu partiler, oluşturacakları birer heyetle bu Bakanları ziyarete gitmeli, “geçmiş olsun” dileklerini sunmalıydılar. Ve hepimiz, yargıya intikal etmiş bu olayda yargının kararını beklemeliydik.
Ancak şu kadar söylemeliyim ki bunlara iktidara getiren irade, eğer düşürmeye karar vermişse, artık yapacak bir şeyleri yoktur. Alternatifleri, bunların yerine çoktan hazırlanmıştır, bile…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.