Erkekler eziliyor!

Erkekler eziliyor!

İstanbul Sözleşmesinin kadını, erkeği ezecek derecede orantısız bir şekilde hukuki açıdan üstün kıldığını söyleyen Doç. Dr. Erhan Tecim, “Bu sözleşmeyle gerçek anlamda erkeğin hukuki varlığı sıfırlanmıştır ve Türk erkeğinin psikolojisi alt üst edilmiştir”

Kadının haklarını korumak için batıdan referans alınarak Türkiye'de yaklaşık 8 yıldır olumsuz etkisini sürdüren, kadınlara özellikle aile yapısına faydadan çok zarar veren ve Türk toplumunun gelenekleriyle bağdaşmayan 6284 sayılı sözleşme, erkekleri mağdur ediyor. Bu sözleşme ile sadece kadının beyanı esas alınırken, erkekler kanuni anlamda bir hiç sayılıyor. Bu durum da beraberinde yeni sıkıntıları getiriyor.

SÖZLEŞMENİN KADINA FAYDA SAĞLAMADIĞI ORTADA

İstanbul sözleşmesi adıyla bilinen 6284 sayılı sözleşmenin 2011 yılında imzaya açıldığını dile getiren Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Erhan Tecim, “Ülkemizde kadın haklarını korumaya yönelik ve kadın karşı şiddeti öncelemeye yönelik ilk uluslararası sözleşmedir” dedi. Uluslararası sözleşmelerin bir ülke içindeki mevcut uygulamaların daha iyi koşullara yükseltilmesi için yapıldığını aktaran Tecim, “Yani diyelim ki kadına yönelik şiddet 2010 yılında nüfusa oranla 10 birim iken bu sözleşme uygulayama girdikten sonra kadına yönelik şiddetin daha aşağı oranlara çekilmesi gerekirdi ki, böylece yürürlükte olan sözleşmenin bir faydasını görmüş olalım. Ancak genel anlamda böyle olmadığı görülmektedir. Kanuni anlamda kadına yönelik düzenlenen pozitif ayrımcılık uygulamaları, İstanbul sözleşmesi sayesinde kadının, erkeği ezecek ve hatta yok edecek derece de orantısız bir şekilde hukuki açıdan üstün olması ile sonuçlanmıştır” şeklinde konuştu.

İNSANİ DUYGULARI GÖRMEZDEN GELEN BATILI ANLAYIŞ!

Gündelik hayatta insanlar arasında yaşanan işbirliğinin, rekabetin ve çatışmanın yakın arkadaşlarda, aile içerisinde ve karı koca arasında yaşanabildiğine dikkat çeken Tecim, daha sonra şunları kaydetti: “Bu etkileşim biçimlerinin politik, dini, ekonomik vb çıkış noktaları olduğu gibi bu yaşanan hadiselerin sonuçları da politik, dini ve ekonomik olabilmektedir. Ancak karı koca arasında yaşana türlü güzel etkileşimleri bir kenara bırakarak aile kurumuna sadece çatışma ve şiddet üreten bir mekanizma olarak bakmak tek kelimeyle hastalıklı bir tutumdur. Türklerin geleneğinde ve aile yaşantısında hiçbir zaman aile üyelerine şiddet uygulanması tasvib edilmemiştir. Aile her zaman için bir huzur ve rahatlama ortamı olmuştur. Aile Türk toplumunda bir çok fonksiyona sahiptir. Aile demek yoldaşlık, bir arada olmak, topluma yeni bireyler vermek, yaşlı bireylere sahip çıkmak, aile üyelerine güvenli bir ortam sağlamak, aile bireylerini eğitmek, sevgi, korku, nefret, endişe, merhamet, ait olma, biricik ve değerli hissetme gibi duygularında normal bir şekilde gelişimin sağlandığı bir yerdir. Söz konusu İstanbul sözleşmesi bütün bu insani duyguları görmezden gelerek batılı bir bireyci anlayışla Türk erkeğini ele almakta ve ruhsuz bir makine gibi aileyi sadece çatışma ve şiddet üreten bir mekanizma olarak görmektedir. Bu çatışmanın ve şiddeti de yegane kaynağı tabi ki erkek olmaktadır. Şunu herkes bilir ki her insani etkileşimin iki tarafı vardır. Ancak bu sözleşmeyle gerçek anlamda erkeğin hukuki varlığı sıfırlanmıştır. Yasalar önünde üçüncü sınıf insan konumuna indirgenmiştir.”

BU SÖZLEŞME ERKEK PSİKOLOJİSİNİ ALT ÜST EDİYOR

2011 yılından bu yana gelinen durum dikkatle incelendiğinde İstanbul sözleşmesinin birçok yeni sorunu ortaya çıkardığını söylemenin mümkün olduğunun da altını çizen Tecim, şu ifadelerle konuşmasını sonlandırdı: “Her türlü yasak veya serbesti, insanların psikolojisini ve yaşam tarzını etkileme ve değiştirebilme kapasitesine sahiptir. Buna yasalar ve sözleşmeler de dâhildir. Gerçek anlamda İstanbul sözleşmesi Türk erkeğinin psikolojisini alt üst etmektedir. Şöyle ki yeni evlenecekler tedirginliklerine bir yenisini eklemekte, iftiraya uğramaktan korkmakta, maddi açıdan yükümlülüğe girmekten ve var olan sermayesini kaybetmekten, erkeklik gurunun incinmesinden, anne babasının ve kendi itibarının zedelenmesinden, süresiz nafaka ödemekten, istismara uğramaktan çekinmektedir. Böylesi bir ortamda ve düşünceler içerisinde huzur ve dinginlik olmayacağı için tabi ki bu durum evlilik oranlarını düşmesine ve boşanmaların artmasına neden olabilmektedir. Özellikle 'Kadınıın beyanı esastır' şeklindeki ifade ve kadının bunu ispat etmekle yükümlü olmaması hangi rasyonel-pozitif hukuk anlayışına sığmaktadır hiç anlaşılamamaktadır. Bu durum erkekleri yeni yolar aramaya itmektedir. Örneğin avrupada aygın şekilde olduğu gibi nikahsız birlikte yaşama ve diğer hiçbir sorumluluğu almama, en küçük anlaşmazlıkta partner değiştirme ve hayatını böyle bir medenilik içerisinde sürdürüp gitme gibi bir yaşam tarzı.”

EMRE ÖZGÜL

4-5erhantecim-(2)_880x440.jpg


 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.