Bir Kıssa Bin Hisse
Cerir b. Abdillah el-Becelî’den (r.a.):
Rasûlullah (s.a.v.) ile sefere çıkmıştık. Medine’den biraz uzaklaşınca bineğini bize doğru koşturan bir yolcu gördük.
Rasûlullah dedi ki:
“Bu kişi sanki sizinle görüşmek istiyor.”
Yolcu bize yaklaştı ve selâm verdi. Biz de selâmını aldık.
Hz. Peygamber sordu:
“Nereden geliyorsun?”
“Eşim, çocukların ve kabilemden...”
“Nereye gidiyorsun?”
“Rasûlullah’ı görmek istiyorum.
“İşte buldun, (o kişi benim).”
“Ey Allah’ın Rasûlü! İman nedir? Bana öğret!”
“Îman, Senin Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in de O’nun peygamberi olduğuna şehadet etmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan orucunu tutman ve Kutsal Mâbed (Kâbe)’de hac yapmandır.”
“İkrar / kabul ediyorum.”
Bu arada devesinin ayağı bir fare / köstebek yuvasına girdi ve hayvan devrildi, sahabi de yere, kafası üstü düştü ve öldü.
Rasûlullah (s.a.v.):
“Adamı bana getirin!” dedi.
Ammar b. Yasir ve Huzeyfe (r.a.) yerlerinden fırlayıp ona koştular ve adamı doğrulttular.
“Ey Allah’ın Rasûlü! Adam ölmüş!” dediler.
Peygamberimiz (s.a.v.) başka bir tarafa döndü ve buyurdu ki:
“Benim başka tarafa döndüğümü gördünüz, çünkü ben iki melek gördüm, bu kişinin ağzına cennet meyvelerinden veriyorlar/damlatıyorlardı, anladım ki yolcu aç ölmüş.”
Sonra şöyle devam etti:
“Vallahi, bu kişi Allah’ın, Kitabı’nda belirttiği insanlardandır: “Îman eden ve îmanına hiçbir günah bulaştırmayanlara gelince, işte onlar güvenlik içinde olan ve hidâyeti bulanlardır.” (6 En’âm 82)
Haydi kardeşinizi kaldırın!”
O kişiyi, su olan bir yere taşıdık, orada yıkadık, kokular sürdük, kefenledik ve kabre getirdik. Rasûlullah (s.a.v.) da geldi, kabrin kenarına oturdu ve şöyle dedi:
“Kabri lahid (sapma) şeklinde kazın, şak (çukur) şeklinde değil. Çünkü lahid bizim, şak başkalarının stilidir.”
Cerir’den (r.a.) ikinci rivâyette: “Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte sefere çıktık. Yolda bir kişi yanımıza geldi... Devesinin ayağı bir fare/ köstebek yuvasına girince ürktü ve olan oldu. (O kişinin ölümü üzerine) Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“(İslâm’ı kabul ettikten sonra) az yaşayan ve çok ecir alan kişilerden oldu.” (Ahmed, Müsned, IV, 359)
İman ehli insanın sonucu ne güzel! Onun için pek çok müjdenin olduğunu iyi bilmekteyiz. Bu müjde inanan kula o kadar hızla ulaşıyor ki, biz buna gerçekten hayret ederiz.
Şu işe bir bakın! Yolculuk yapan bir insan... Ama neye? Hayra, îman ve İslâm’a. Allah’ın Rasûlü’ne biat etmeye. İslâm’a teslim olmaya. Ne güzel değil mi?
Acaba tahmin edebilir miydi o mekânda ve o anda ölüme doğru koştuğunu?
Kimbilir ne hayaller vardı iç âleminde... Kendisi, eşi, çocukları ve kabilesiyle ilgili...
Ama eceli onu bekliyordu. O bundan büsbütün habersizdi.
Îman edecekti Rasûlullah’ın huzurunda. Sonra da hemen vefat edecekti. Anında da cennet melekleri ona meyveler ve meşrubatlar ikram edecekti. Kimin aklına gelebilirdi ki bütün bunlar? Daha nice ikramlar onu bekliyordu:
Evet, ne güzel âkıbet olmuştu. Ya daha evvel gitseydi! Ne mutlu ona!
Gerçek şu ki, inanan insan “kör” ya da “kör gibi” değildir. O, gözünü ve özünü Hakk’a açar, doğruyu kabullenir ve onu yaşar. Zira hakîkatler bir güneş gibidir ve asla örtülemez. Üzerine bir perde çekilemez. İşte bunun belgesi:
“Sana Rabbinden indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, onu bilmeyen köre benzer mi? Ancak akıl sahipleri ibret alırlar.” (13 Ra’d 19)
O halde îman ehli olan her bir kimse, bu manâyı çok iyi düşünmeli, kavramalı, ona sahip çıkmalı, yani onu hayata geçirerek şükründen gafil olmamalıdır. Bu gerçek özlü bir şekilde Kur’an’da şöyle dile getirilir:
“İkindi vaktine (Asra; çağa) and olsun ki, insan hiç şüphesiz hüsran içindedir. Ancak inanıp yararlı iş işleyenler, birbirlerine gerçeği tavsiye edenler ve sabırlı olmayı tavsiye edenler bunun dışındadır.” (103 Asr 1-3)
İnanmak ve öylece ölmek! Ne güzel ve eşsiz kazanç! Bugün Gazze’de şehadete koşanlar böylesine Allah’a gittiler. Allah onlara rahmet etsin. Ya zulmedenler?
Rasûlullah dedi ki:
“Bu kişi sanki sizinle görüşmek istiyor.”
Yolcu bize yaklaştı ve selâm verdi. Biz de selâmını aldık.
Hz. Peygamber sordu:
“Nereden geliyorsun?”
“Eşim, çocukların ve kabilemden...”
“Nereye gidiyorsun?”
“Rasûlullah’ı görmek istiyorum.
“İşte buldun, (o kişi benim).”
“Ey Allah’ın Rasûlü! İman nedir? Bana öğret!”
“Îman, Senin Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in de O’nun peygamberi olduğuna şehadet etmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan orucunu tutman ve Kutsal Mâbed (Kâbe)’de hac yapmandır.”
“İkrar / kabul ediyorum.”
Bu arada devesinin ayağı bir fare / köstebek yuvasına girdi ve hayvan devrildi, sahabi de yere, kafası üstü düştü ve öldü.
Rasûlullah (s.a.v.):
“Adamı bana getirin!” dedi.
Ammar b. Yasir ve Huzeyfe (r.a.) yerlerinden fırlayıp ona koştular ve adamı doğrulttular.
“Ey Allah’ın Rasûlü! Adam ölmüş!” dediler.
Peygamberimiz (s.a.v.) başka bir tarafa döndü ve buyurdu ki:
“Benim başka tarafa döndüğümü gördünüz, çünkü ben iki melek gördüm, bu kişinin ağzına cennet meyvelerinden veriyorlar/damlatıyorlardı, anladım ki yolcu aç ölmüş.”
Sonra şöyle devam etti:
“Vallahi, bu kişi Allah’ın, Kitabı’nda belirttiği insanlardandır: “Îman eden ve îmanına hiçbir günah bulaştırmayanlara gelince, işte onlar güvenlik içinde olan ve hidâyeti bulanlardır.” (6 En’âm 82)
Haydi kardeşinizi kaldırın!”
O kişiyi, su olan bir yere taşıdık, orada yıkadık, kokular sürdük, kefenledik ve kabre getirdik. Rasûlullah (s.a.v.) da geldi, kabrin kenarına oturdu ve şöyle dedi:
“Kabri lahid (sapma) şeklinde kazın, şak (çukur) şeklinde değil. Çünkü lahid bizim, şak başkalarının stilidir.”
Cerir’den (r.a.) ikinci rivâyette: “Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte sefere çıktık. Yolda bir kişi yanımıza geldi... Devesinin ayağı bir fare/ köstebek yuvasına girince ürktü ve olan oldu. (O kişinin ölümü üzerine) Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“(İslâm’ı kabul ettikten sonra) az yaşayan ve çok ecir alan kişilerden oldu.” (Ahmed, Müsned, IV, 359)
İman ehli insanın sonucu ne güzel! Onun için pek çok müjdenin olduğunu iyi bilmekteyiz. Bu müjde inanan kula o kadar hızla ulaşıyor ki, biz buna gerçekten hayret ederiz.
Şu işe bir bakın! Yolculuk yapan bir insan... Ama neye? Hayra, îman ve İslâm’a. Allah’ın Rasûlü’ne biat etmeye. İslâm’a teslim olmaya. Ne güzel değil mi?
Acaba tahmin edebilir miydi o mekânda ve o anda ölüme doğru koştuğunu?
Kimbilir ne hayaller vardı iç âleminde... Kendisi, eşi, çocukları ve kabilesiyle ilgili...
Ama eceli onu bekliyordu. O bundan büsbütün habersizdi.
Îman edecekti Rasûlullah’ın huzurunda. Sonra da hemen vefat edecekti. Anında da cennet melekleri ona meyveler ve meşrubatlar ikram edecekti. Kimin aklına gelebilirdi ki bütün bunlar? Daha nice ikramlar onu bekliyordu:
Evet, ne güzel âkıbet olmuştu. Ya daha evvel gitseydi! Ne mutlu ona!
Gerçek şu ki, inanan insan “kör” ya da “kör gibi” değildir. O, gözünü ve özünü Hakk’a açar, doğruyu kabullenir ve onu yaşar. Zira hakîkatler bir güneş gibidir ve asla örtülemez. Üzerine bir perde çekilemez. İşte bunun belgesi:
“Sana Rabbinden indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, onu bilmeyen köre benzer mi? Ancak akıl sahipleri ibret alırlar.” (13 Ra’d 19)
O halde îman ehli olan her bir kimse, bu manâyı çok iyi düşünmeli, kavramalı, ona sahip çıkmalı, yani onu hayata geçirerek şükründen gafil olmamalıdır. Bu gerçek özlü bir şekilde Kur’an’da şöyle dile getirilir:
“İkindi vaktine (Asra; çağa) and olsun ki, insan hiç şüphesiz hüsran içindedir. Ancak inanıp yararlı iş işleyenler, birbirlerine gerçeği tavsiye edenler ve sabırlı olmayı tavsiye edenler bunun dışındadır.” (103 Asr 1-3)
İnanmak ve öylece ölmek! Ne güzel ve eşsiz kazanç! Bugün Gazze’de şehadete koşanlar böylesine Allah’a gittiler. Allah onlara rahmet etsin. Ya zulmedenler?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.