Beklentiler İnsanı Yorar
Dünyaya geldiğimiz günden itibaren başlar beklentilerimiz. Karnımızın doyması için, kıyafetlerimizin değiştirilmesi için, parka gitmek için, hatta yapamadığın matematik ödevinde bile oflayıp puflayarak sinyaller veririz, bu soru zor bana yardım edin demeye çalışıp yardım beklentisine düşeriz.
Şimdi çok beklediğiniz bir şey düşünün. Diploma olabilir, iş olabilir, para olabilir, Hızır’ın kapınızı çalması olabilir. En fazla ne kadar bekleye biliriz? Bir insan olarak buna ne kadar sabrede biliriz?1 ay, 3 yıl, 5 yıl…
Peki hayattan beklentiniz veya evlilik kriterinize ne sır diye sorsam?
Genç, güzel, yakışıklı,güleryüzlü,başarılı,girişken....
Yada sabırlı, hamarat, evcimen.. Yoksa aman yok öyle kimse deyip unu elemeden eleği askıya takanlardanmısınısız? O halde size okuduğum ve beni etkileyen 3 farklı hikaye anlatacağım. Umarım hayatımıza hisseler alırız. İlki belki de bir çoğumuzun duyduğu bildiği Ecevit’in hikayesi. Boyabatlı Ecevit…
Ecevit, gençliğinde bir kıza aşık olur, fakat kızı ona vermezler. Daha sonra kız, Ayancık’ın Çangal tarafına gelin gider. Bu olay üzerine aklını yitiren Ecevit, Sakız’daki Ayancık yol ayrımında yaz, kış, yağmur kar demeden ayakta sevdiğinin döneceği günü bekler. Ecevit, Çangal yolundan gelen geçenin zamanla dikkatini çeker ve sevgisini kazanır. Geçenler boş geçmez, ona yiyecek içecek verir. Kamyoncuların yöresel deyişiyle “gardaşluğu” olur.
Ecevit’in aşk hikayesi yöre halkı tarafından çok bilindiği için bazıları “Artık bekleme Ayşe gelmez.” Şeklinde cümlelerle Ecevit’e laf atmalarına karşılık adeta halk edebiyatındaki umudunu ve sabrını asla yitirmeyen kahramanlar gibi “gelecek gelecek” şeklinde kızarak cevap verir. Fakat aynı Ecevit’e “bir gün gelir mi?” diye sorduklarında gelmeyeceğini de biliyor…
İkinci hikaye hepimizin diline dolanan bağlamaların bam telini sızlatan bir türkünün hikayesi “MİHRİBAN”
Bu hikaye hakkında birkaç tane söylenti var, dayanağı en sağlam olanı aktaracağım.
İnsanlar efsaneleri severler ve olmazlara meyillidirler. Kendi birlikteliklerine söz gelmesin diye aşkı hep kavuşamamakta görürler.
Mihriban ve Karakoç birbirlerini seviyorlardı fakat farklı şehirlerde yaşıyorlardı ve aralarındaki irtibatı mektuplaşarak kuruyorlardı. Mihriban Karakoç’a mektup yazıyordu fakat Karakoç Mihriban’a mektup yollamıyordu. Çünkü genç ve bekar bir hanımın evine mektup yollamak ayıptı onun için. Karakoç da Mihriban’ın yaşadığı yerde çıkan gazeteye belirli aralıklarla mektuplara cevap olarak şiir yazıp yolluyordu. Okuyanlar ne kadar şiir sansa da asıl mesaj ulaşıyordu yerine. Gel zaman git zaman Karakoç bir şiir yazıyor Mihriban’a. Bir şeyleri fark etmiş olsa gerek Mihriban da kendi yolunu çizsin diye “Unut beni” diyor. Fakat bir cevap daha geliyor Mihriban’dan “Unut diyorsun ama unutmak kolay mı?” Bunun üzerine Karakoç bir şiir daha yazıyor. Belki şiir hayatının son şiiri değil ama Mihriban için yazdığı son şiir…
“Unutmak kolay mı deme unutursun Mihriban… -Oğlun kızın olsun hele unutursun Mihriban…” Bu son şiirden sonra bir daha mektup gelmiyor. Neden ayrıldılar bilinmiyor fakat Karakoç bu destansı aşk hikayesinden sonra evlenmiş, çocukları olmuştur. Aslına bakarsak şairin bu evliliğinin aşk evliliğinin tamamen dışında mantık evliliği olduğu kanaatindeyim.
Ve 3. Hikaye;
Asâf Hâlet Çelebi Kunâlâ şiirinde eşine şöyle sesleniyor; “Tam 40 yılda buldum seni” 40 yıl bekleye bilir misin doğru insanı? Aşk mevzusunda aramak anlatılırken hep hayatında tek bir insan olacak ve o direk doğru insan olarak karşına çıkacak diye bir kaide yok. Yani 40yıl boyunca ararken, kimseyle görüşmeden kırkıncı yılın sonunda o doğru insanla kavuşma zorunluluğu yok. Çünkü mevzu aşksa insanın yanlışı da doğrudur. Girilen her çıkmaz sokak aslında insanı doğru yola sevk eden bir araçtır. Asaf Halet Çelebi 2defa evlendi. Biri genç yaşta evlendiği Yahudi asıllı Rossi isimli bir hanımdı kısa sürede ayrıldılar ve sonra doğru insanı aramaya başladı. Doğru insanı 38 yaşına geldiğinde buldu. Aslında 38 yaşında bulduğu Nermin hanım kendisinin bir akrabasıydı ve doğru zaman geldiğinde aradaki perde kalktı. Bazen doğruyu yanlıştan ayırt edebilmek için aradaki perdenin kalkması bir zamanın geçmesi lazımdır.
Çıkmaz sokaklara girmek seni rotadan saptırmaz yeter ki geri dönmesini bil.
Evet Canım Dost; hikayelerin her birinden hayatımızda olan olaylarla bir bağ kura biliriz aslında günümüzde Ecevit olabilecek Ecevit gibi bekleye bilecek var mı bilmem ama bazı sevdaların mahşere kaldığına çok inanıyorum. Gelmeyeceğini bile bile beklemek delilik mi yoksa sadakat mi? O da tartışılır.
Şu da bir geçek ki dilimize dikkat etmeliyiz dil ile kalp bir biri ile bağlantılıdır. Çünkü dil sevdiğini anar, andığını sever.
Peki ya Abdurrahim Karakoç hikayesinden alacağımız hisseler ne olmalı? Aslına bakarsanız aşk ve ihanet(görmezden gelme) bir arada. Kimsenin hayatını eleştirmek ve yargılamak haddim değil lakin o kadar nazenin seven, o kadar naif düşünen bir adam evli olsa da Mihribanı unutamıyor gazeteye yeniden şiir yazmak istiyor fakat Mihribanın aklı karışır, eşi incinir diye düşünürken evde kendisini bekleyen eşini düşünmemesi bende soru işareti…
Vee son hikaye aslında bilerek ve özenle seçtim bu hikayeyi. Yaşım geçiyor evlenemedim, insanlara güvenemiyorum, çok seviyorum ama kavuşmamız imkansız…. Cümlelerini çok duyuyorum bu yüzden bunu düşündürmek istedim bu hafta. Zamana bırak sözü ne kadar doğruda olsa en sevmediğim sözdür. Ben tez canlıyım her şey hemen olsun istiyorum, çünkü beklemek beklentiyi arttırıyor. Geçenlerde bir danışanımın şu sözü beni hem çok üzdü hem de düşündürdü. “doğru kişi olduğundan o kadar eminim ki yokken bile var, hiç konuşmasak günlerce sonra konuşsak asla kırılmam küsmem ama biz çok yanlış zamanda karşılaştık” Derin bir nefes aldım ama boğazımda düğümlendi cümleler. Cemal Süreya okuyan ve seven biri olarak aklıma şu sözler geldi: Günlerce aramaz, konuşmaz, yazmaz sonra gelir bir merhaba der yine o kazanır. Sevdiği için bir kumar oynadı ve soy ismindeki bir Y harfini ve sevdiği kadını kaybetti.
Aman be bu ne hep imkansız mı kalacak? Diye bilirsiniz elbet lakin heveslerin ana vatanı kursaklardır. Umutla beklediğiniz şey her neyse önce kendiniz inanın ve o deli umudunuzu kaybetmeyin.
Fyodor Dostoyevski Budala kitabında” Belki ömrünüzce sevemeyeceğiniz birini yağmurlu bir havada güzel bulup sevivereceğz” diyor. ☺
Bazen kabuğuna çekilip olacağına varmasını beklemek lazım
Yüreği yaralılar, umutla bekleyenler, aşka inancını kaybedenler, sevip te kavuşamayanlar,
Güzü uzaklara dalıp derin bir of çekenler, haber bekleyenler.
Doğru insanı beklerken sabır taşı olanlar. Kısacası Canım dost işte böyledir zaman ya malının başına bir şey gelir ya da sevdiğinden ayrı düşersin(İmam Şafi)
Okuruna şifa olsun kalan ömrünüz gecen ömrümüzden daha güzel hikayeler getirsin. Bu konu hakkında düşüncelerinizi merak ediyorum @asiye_ablanin_supriz_sepeti instagram hesabından görüşlerinizi yazabilirsiniz.