“Ateistim” Diyenlere
İnsanoğlu nasıl gaflete düşüyor hayret doğrusu. Bazı şeyler ise, gafletin de ötesinde apaçık bir inkâr ve nankörlükten başka bir şey değildir. Kendisini yoktan yaratanı nasıl da görmezlikten gelebiliyor? Onda hiç akıl, iz’an ve şuur yok mu? Kalkıyor, “ateistim” diyebiliyor.
Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, artık ilmin apaçık ortaya çıkardığı gerçekler karşısında, Yüce Yaratıcımızın o eşsiz güç ve kudretine hayran olmamak ne mümkün! İnkârcılar ise çağların da gerisinde kalan akılsızlardan başka bir şey olmasalar gerek.
İmam-ı Azam Efendimizin tabiatçıyla olan münakaşasını hatırlatmak gerekir onlara. Öyle diyor o küçük adam inkârcı kocaman adama (!):
“Ağaçlara emrettim kesilip biçildiler. Sonra kayık halinde çakılın çivilerle dedim, kayık oluverdiler. İşte ben de o kayığa bindim, karşı kıyıya geçtim ve geldim.”
Tabiatçı kocaman bir kahkaha atar küçük alim Numan’ın bu sözlerine:
“Demek ki emrettin ağaçlara, kesilip biçildiler ve kayık oldular da sen de o kayığa binip geldin ve münazaraya yetiştin öyle mi?”
“Evet, ne var bunda gülünecek?”
“Daha ne olsun ki ey akılsız çocuk? Hiç böyle bir şey olabilir mi?”
“Asıl ahmak sensin ey gafil Tabiatçı! Sen bir kayığın bile kendiliğinden olamayacağını biliyorsun da, bu koskoca kâinatın kendiliğinden olacağını nasıl söyleyebiliyorsun? O halde sen de hiç akıl yok!”
Adam adeta çıldırır. “Hayır, ben akıllıyım” der. “O halde göster aklını da inanayım. Zira sen de Allah’ı göster diyeceksin şimdi.”
Ateist adam şaşırır kalır. Diyeceği bir şey yoktur, yenilgiyi kabul eder ve imana gelir.
Herhalde şimdiki ateistler daha da inadî olsalar gerek.
***
Yerler, gökler ve ikisi arasındaki onca yaratık. Saymak ne mümkün! Say sayabilirsen!
İşte güç ve kudret…
İnsan ve kendisine verilen nimetler… Onları saymak da gayr-i mümkün.
Sonra onca mahlûk arasındaki konumu; bir hiç!
Kalkar da Rabbine karşı böbürlenir, nankörlenir ve “benim” der. Acınası yaratık! Ağrısa bir yanı, nasıl da yalvarır inkâr ettiği Rabbine.
Bakmaz mısın senden önce gidenlere! Şimdi leşleri toprakta. Hani saltanat ve varlıkları? Güçleri yetseydi ölmeyeceklerdi. O saltanatları hiç bitmeyecekti. Hem onlar o güç ve saltanatlarıyla “ilahlık” davasında bulunuyorlardı. Ama gittiler ve gelmediler. Gelemezler de. Çünkü toprak ve nice mahlûk yedi onları. Hem de işkencelerle. Son anda bu gerçeği görünce “iman ettim” deseler de kurtulamadılar. Çünkü o an iman geçersizdi.
Âh sen! İnsansın öyle mi? İstedin mi de böyle yaratıldın. Yo, öyle ya, sen yaratılmayı kabul etmiyordun değil mi? “Kendiliğinden olmuştun (!) ya! Kendiliğinden de öleceksin, sonra ne olacaksın? Dirilmeyecek misin? “Olamaz” mı diyorsun! Önce nasıl olmuştun ya! Var mıydı bir örneğin? Hiç mi düşünmezsin? Öyleyse bir dinle! Bak sana neler deniliyor:
“Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa Yaratıcı Biz miyiz?” (Vakıa Suresi, 57-59)
“Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik. Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak'ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir.” (Müminun Suresi, 12-14)
O öyle bir yaratıcı ki;
“Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar. Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O'dur; bu, O'na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misal O'nundur. O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Rum Suresi, 26-27)
Evet, “yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O'dur; bu O'na göre pek kolaydır.”
İşte yine insan ve konumu:
“Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan bir süre gelip-geçti. Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör. Doğrusu Biz kâfirlere zincirler, demir halkalar (tomruklar) ve çılgınca yanan bir ateş hazırladık. (İnsan suresi 1-4)
“Bilin ki size vadolunan şey gerçekleşecek! Yıldızların ışığı söndürüldüğü zaman, gökkubbe yarıldığı zaman, dağlar ufalanıp savrulduğu zaman, Peygamberlerin (ümmetleri hakkında şahitlik) vakti tayin edildiği zaman (artık kıyamet kopmuştur). (Bu alâmetler) hangi vakte ertelenmiştir? Ayırım gününe. (Resûlüm!) Ayırım gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin! O gün (Peygamber'i ve ahireti) yalan sayanların vay haline! Biz, (bunlar gibi inkârcı olan) öncekileri helâk etmedik mi? Sonra arkadakileri de onların ardına takacağız. İşte biz suçlulara böyle yaparız! O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline! (Mürselât suresi 7-19)
Ey insan! Haydi say bakalım kâinattaki yaratıkları ve nimetleri. Bu düzen kendiliğinden mi kurulmuş? Hem de en ince ayrıntısına varıncaya kadar…
Evet, insan Allah’ın fazlından verdiği nimetleri saymalı ve düşünmeli. Gerçi asla sayamaz ya!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.