Türkiye'de Ekonomi Politikaları -7-
ANAP ve 24 OCAK POLİTİKASI
“24 Ocak Kararları”nın mimarı Turgut Özal’ın kurduğu Anavatan Partisi’nin 6 Kasım 1983’de elde ettiği iktidar ile “24 Ocak Ekonomi Politikası” tam ve en az beş yıl gibi bir zaman boyunca uygulama fırsatına sahip olmuştu.
Turgut Özal, 24 Ocak Politikası’nın başarı şansının müsteşarlığı döneminden itibaren devamlı olarak, sürekli, uzun vadeli ve sabır gerektiren acı bir reçete olduğunu savunuyordu. Böylece Milton Friedman yolundan gittiğini açık, seçik olarak ortaya koymuştu. Friedman, bu politikanın başarı şansını şöyle açıklamaktadır: “Daha önemlisi, “yapışkan” enflasyonu ortadan kaldırmak için hazırlanan stratejinin tatbikinin, zahmetine değmesine rağmen, yalnızca güç olmakla kalmayıp, tıpkı toplumların yapısal dönüşümlerini sağlamak için hazırlanan sosyal ve ekonomik kalkınma stratejilerinde olduğu gibi, oldukça uzun sürede oluşması ve değişme esnekliğine sahip olması gerektiği de anlaşılacaktır. Gerçekten de eğer “yapışkan” enflasyonu yok etmek çabası başarıya ulaşırsa, arzulanan yapısal dönüşümü sağlamakta karşılanan darboğazların çoğu da kırılmış olacaktır.” (29) Turgut Özal, devalüasyon ve yüksek faiz uygulamaları ile Friedman Modeli’nin Türkiye’de en büyük takipçisi olmuştur.
12 Eylül 1980 sonrası ilk siyasi parti hükümetini kuran ve Başbakan olarak koltuğa oturan Turgut Özal, süratle çeşitli ekonomik kararlar almaya başladı. Bunların başında 19 Aralık 1983’de alınan faizlerin yükseltilmesi ve 29 Aralık 1983’de alınan ithalatın serbest bırakılması ile Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu’nun değiştirilmesi idi. Alınan faiz kararları ile enflasyon yükselirken, işletmeler de yine iflasa sürüklendi. İthalat serbestisi ile de Türkiye, Batı’nın bir açık pazarı haline geliyordu. Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu’nda yapılan değişiklikle ise, döviz cinsinden yabancı paralara özenti alabildiğine artmaktaydı.
1983 Genel Seçimlerinin hemen ardından 25 Mart 1984 günü Mahalli Seçimlerinin yapılması öngörüldü. Mahalli Seçimler sonunda iktidar partisi olan Anavatan Partisi yine çoğunluğu sağlayarak, takip edilen Friedmancı ekonomi politikasının uygulama şansı tam beş yıl garanti ediliyor ve kesinlik kazanıyordu. Ancak uygulanan ekonomi politikası, devamlı bunalım getiriyor ve ülkeyi çıkmazlara sürüklüyordu. Fakat başarı sağlanması için halka “sabır ve fedakârlık” tavsiye ediliyordu. Takip edilen politika gereği, 31 Aralık 1983’de Türk Lirası, ABD doları karşısında 280 TL olurken, 25 Mart 1984 günü 318,65 TL olmuştu. Kur ayarlamaları sürmekteydi. Emtia fiyatlarına ise zamlar kısa aralıklarla yapılmaktaydı. Mahalli Seçimlerin ardından bile 26 Mart 1984 günü bazı firmalar zamları açıklamışlardı (Ülker Bisküvi vs.). 29 Mart 1984 günü petrole % 7 ve şekere % 30 zam yapıldı. 31 Mart 1984 günü de çaya % 34-54 ve ay çiçek yağına da % 40 zam yapıldı. Yabancı bankacı, yatırımcı ve pazarlamacılar ise ülkemizde ticari avantajlar sağlama görüşmelerine başlamışlardı.
ANAP iktidarı, öncelikle altyapı, turizm ve mesken meselesi gibi alanlara yöneldi. Bu dönemde İstanbul’da İkinci Boğaz Köprüsü (Fatih Sultan Mehmed Köprüsü) yapılarak, satışa çıkarıldı. Köprü ve Baraj hisseleri Kamu Ortaklığı adı altında halka satıldı. 1984-1987 döneminde altyapı ve inşaat piyasasında bir gelişme kaydedilmiştir. Ancak bu gelişmenin istikrar sağlayıcı ve ileriye dönük olmadığı daha sonra görülmüştür.
1987 Genel Seçimleri öncesinde Seçim Kanunu değiştirilerek, partiler için % 10 barajı kondu. Gerek seçim kanunun avantajlarını, gerekse iktidar avantajlarını kullanan ANAP, bir yıl öne alınan 1987 Erken Genel Seçimini aldığı % 36 oy oranına rağmen, büyük bir çoğunlukla yine kazandı. Genel Seçimlerden sonra ekonomide suni teneffüs veren tedbirlerin uygulanmasına devam edilerek, zamlar da yapılmaktaydı. Hatta Genel Seçimlerin hemen ardından yıldırım gibi zamlar geldi. Fakat ekonomide bütün alanlarda, bilhassa inşaat piyasasında bir duraklama dönemine girildi. Daha sonra ANAP İktidarı, Mart 1989’da yapılması öngörülen, Mahalli Seçimler için seçim ekonomisi uygulamasına yöneldi.
26 Mart 1989’da yapılan Mahalli Seçimler de İktidar Partisi ANAP’ın oyu % 21,75’e düşerken, 67 ilden sadece iki İl Belediye Başkanlığını (Malatya ve Hakkari) alabildi. Diğer Belediye Başkanlıkları, muhalefet partilerince paylaşıldı.
Mahalli Seçimler sonucunda ANAP’a karşı gösterilen güvensizlik, halkın tepkisinin doruk noktaya çıktığını açık ve seçik olarak ortaya koyuyordu. Böylece “24 Ocak Ekonomi Politikası”nın başarıya ulaşması için, sürekli olarak tavsiye edilen “sabır ve fedakârlık”, “ANAP’a hayır” denilerek, bir son bulma noktasına gelmişti.
Uygulanan ekonomi politikasına karşı gösterilen tepkilerin yoğunlaşması üzerine memur maaşlarına % 140’a varan zamlar yapıldı. İşçi ücretleri çeşitli iş kollarına göre değişik oranlarda yükseltildi. Siyasi kargaşa sürerken, gündeme Cumhurbaşkanlığı seçimi geldi. 9 Kasım 1989 tarihinde Turgut Özal Cumhurbaşkanı seçildi. Başbakan olarak Yıldırım Akbulut’un atanmasıyla da, ekonomi değişik bir yönlendirmeye girdi.
IMF REÇETELERİ ve 24 OCAK POLİTİKASI
IMF’nin sunduğu reçeteler ve istikrar programları uygulandığı ülkeler de, hiçbir zaman halkın desteğini bulamamış olup, bütün zorlamalara rağmen, belirli dönem sonunda da olsa, muhakkak tepki görmüştür. Aslında IMF programları var olan istikrarı dahi bozmaya yöneliktir.
IMF programlarını uygulayan hükümetlerin iktidardan nasıl düştüğünü belirten yazar Cheryle Payer, bakın bu konuda neler söylüyor: “IMF programlarının halk tarafından benimsenmemelerinin somut nedeni, yerli üretimin ve gerçek gelirlerin düşmesine yol açmasıdır. IMF’ye verilen Niyet Mektubu’ndaki şartları uygulamaya çalışan bir hükümet, bu nedenle seçimler de görevden uzaklaştırılır. Şatları yerine getirmeyen ya da anlaşma yapmaya yanaşmayan bir hükümet ise, dış alım kredilerinin kesilmesi ve ülke içinde dışalım ürünlerinin bulunmaması nedeniyle kamuoyunun tepkisini bu kez de başka bir yönden toplayarak büyük bir ihtimalle darbe ile görevini yitirir.” (30) Demek ki IMF reçetelerini uygulamaya yönelen iktidarlar, belirli dönem sonunda muhakkak iktidardan düşüp, varlıklarını kaybederler.
IMF programlarının en kötü sonucu enflasyona karşı uygulamaya konan politikalar da ortaya çıkmaktadır. Güya enflasyonun önlenmesi amacıyla, faizlerin yükseltilmesi, üreticilerin dondurulması, kamu kuruluşlarının ürettiği malların fiyatlarının yükseltilmesi (zamlar), tüketici, üretici ve ticaret erbabını felce uğrattığı gibi daha büyük bir ekonomik istikrarsızlık getirmektedir. Yabancı sermayeye ise geniş ayrıcalıklar ve imkânlar sağlandığı için, millî sanayi yatırımları geriler. Hatta bu sebepten dolayı bazı yerli sanayi kuruluşlarının iflas ettiği görülür. Bütün bunlara rağmen, IMF, gelişmekte olan ülkelerde uygulamasını istediği ve “Stand-By Anlaşmalar” ile teminat altına aldığı politikaları karşılığında sadece dış yardım adı altında “faizli borç para” vermektedir. Ama bu borç parayı verirken, daha sonra hem verdiği parayı geri almakta, hem de o ülkenin maddi ve manevi her şeyini alıp götürmektedir. IMF, çoğu zaman borç para vermeden bile çok şey almaktadır. Arkada kalan (borç alan ülkede), istikrarsız bir ekonomi, sosyal bir bunalım ve milyarlarca dolar dış borç yüküdür.
Türkiye, IMF’den borç alan ülkelerden biridir. Türkiye’nin dış borcu 1980 yılında 15,1 milyar dolar iken, 1987 sonunda 38,3 milyar doları bulmuştur.
IMF, Türkiye ekonomisine etki ederek, 1985 yılında ANAP Hükümeti’nden şu isteklerde bulunmuştur:
1) Kredilerden destek kaldırılacak
2) Kur ayarlamaları hızlanacak
3) KİT’lere hazine yardımı kalkacak
4) Yatırım ve ücretler düşük tutulacak
5) Yeni vergi düzenlemesi yapılacak
6) Kaynak-harcama dengesi sağlanacak
Uygulanan bu politikalarla Türkiye ekonomisi; enflasyon, hayat pahalılığı, işsizlik, yüksek faiz yükü, küçük esnafa kaldıramayacağı vergiler, gelir getirmeyen ama milli serveti yutan, beton yığını turistik tesislerle büyük boyutta iç ve dış borca boğulmuştur. Bütün bunlarında ötesinde daha vahimi Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısında değer kaybı olmuştur.
------------------
29) Irving, S. Friedman, Enflasyon, İktisadi Yayınları, İstanbul, 1981, sh: 299
30) Payer, Cheryl, Borç Tuzağı (IMF ve Üçüncü Dünya), Yalçın Yayınları, İstanbul, 1981, sh: 55
Devam Edecek
“24 Ocak Kararları”nın mimarı Turgut Özal’ın kurduğu Anavatan Partisi’nin 6 Kasım 1983’de elde ettiği iktidar ile “24 Ocak Ekonomi Politikası” tam ve en az beş yıl gibi bir zaman boyunca uygulama fırsatına sahip olmuştu.
Turgut Özal, 24 Ocak Politikası’nın başarı şansının müsteşarlığı döneminden itibaren devamlı olarak, sürekli, uzun vadeli ve sabır gerektiren acı bir reçete olduğunu savunuyordu. Böylece Milton Friedman yolundan gittiğini açık, seçik olarak ortaya koymuştu. Friedman, bu politikanın başarı şansını şöyle açıklamaktadır: “Daha önemlisi, “yapışkan” enflasyonu ortadan kaldırmak için hazırlanan stratejinin tatbikinin, zahmetine değmesine rağmen, yalnızca güç olmakla kalmayıp, tıpkı toplumların yapısal dönüşümlerini sağlamak için hazırlanan sosyal ve ekonomik kalkınma stratejilerinde olduğu gibi, oldukça uzun sürede oluşması ve değişme esnekliğine sahip olması gerektiği de anlaşılacaktır. Gerçekten de eğer “yapışkan” enflasyonu yok etmek çabası başarıya ulaşırsa, arzulanan yapısal dönüşümü sağlamakta karşılanan darboğazların çoğu da kırılmış olacaktır.” (29) Turgut Özal, devalüasyon ve yüksek faiz uygulamaları ile Friedman Modeli’nin Türkiye’de en büyük takipçisi olmuştur.
12 Eylül 1980 sonrası ilk siyasi parti hükümetini kuran ve Başbakan olarak koltuğa oturan Turgut Özal, süratle çeşitli ekonomik kararlar almaya başladı. Bunların başında 19 Aralık 1983’de alınan faizlerin yükseltilmesi ve 29 Aralık 1983’de alınan ithalatın serbest bırakılması ile Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu’nun değiştirilmesi idi. Alınan faiz kararları ile enflasyon yükselirken, işletmeler de yine iflasa sürüklendi. İthalat serbestisi ile de Türkiye, Batı’nın bir açık pazarı haline geliyordu. Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu’nda yapılan değişiklikle ise, döviz cinsinden yabancı paralara özenti alabildiğine artmaktaydı.
1983 Genel Seçimlerinin hemen ardından 25 Mart 1984 günü Mahalli Seçimlerinin yapılması öngörüldü. Mahalli Seçimler sonunda iktidar partisi olan Anavatan Partisi yine çoğunluğu sağlayarak, takip edilen Friedmancı ekonomi politikasının uygulama şansı tam beş yıl garanti ediliyor ve kesinlik kazanıyordu. Ancak uygulanan ekonomi politikası, devamlı bunalım getiriyor ve ülkeyi çıkmazlara sürüklüyordu. Fakat başarı sağlanması için halka “sabır ve fedakârlık” tavsiye ediliyordu. Takip edilen politika gereği, 31 Aralık 1983’de Türk Lirası, ABD doları karşısında 280 TL olurken, 25 Mart 1984 günü 318,65 TL olmuştu. Kur ayarlamaları sürmekteydi. Emtia fiyatlarına ise zamlar kısa aralıklarla yapılmaktaydı. Mahalli Seçimlerin ardından bile 26 Mart 1984 günü bazı firmalar zamları açıklamışlardı (Ülker Bisküvi vs.). 29 Mart 1984 günü petrole % 7 ve şekere % 30 zam yapıldı. 31 Mart 1984 günü de çaya % 34-54 ve ay çiçek yağına da % 40 zam yapıldı. Yabancı bankacı, yatırımcı ve pazarlamacılar ise ülkemizde ticari avantajlar sağlama görüşmelerine başlamışlardı.
ANAP iktidarı, öncelikle altyapı, turizm ve mesken meselesi gibi alanlara yöneldi. Bu dönemde İstanbul’da İkinci Boğaz Köprüsü (Fatih Sultan Mehmed Köprüsü) yapılarak, satışa çıkarıldı. Köprü ve Baraj hisseleri Kamu Ortaklığı adı altında halka satıldı. 1984-1987 döneminde altyapı ve inşaat piyasasında bir gelişme kaydedilmiştir. Ancak bu gelişmenin istikrar sağlayıcı ve ileriye dönük olmadığı daha sonra görülmüştür.
1987 Genel Seçimleri öncesinde Seçim Kanunu değiştirilerek, partiler için % 10 barajı kondu. Gerek seçim kanunun avantajlarını, gerekse iktidar avantajlarını kullanan ANAP, bir yıl öne alınan 1987 Erken Genel Seçimini aldığı % 36 oy oranına rağmen, büyük bir çoğunlukla yine kazandı. Genel Seçimlerden sonra ekonomide suni teneffüs veren tedbirlerin uygulanmasına devam edilerek, zamlar da yapılmaktaydı. Hatta Genel Seçimlerin hemen ardından yıldırım gibi zamlar geldi. Fakat ekonomide bütün alanlarda, bilhassa inşaat piyasasında bir duraklama dönemine girildi. Daha sonra ANAP İktidarı, Mart 1989’da yapılması öngörülen, Mahalli Seçimler için seçim ekonomisi uygulamasına yöneldi.
26 Mart 1989’da yapılan Mahalli Seçimler de İktidar Partisi ANAP’ın oyu % 21,75’e düşerken, 67 ilden sadece iki İl Belediye Başkanlığını (Malatya ve Hakkari) alabildi. Diğer Belediye Başkanlıkları, muhalefet partilerince paylaşıldı.
Mahalli Seçimler sonucunda ANAP’a karşı gösterilen güvensizlik, halkın tepkisinin doruk noktaya çıktığını açık ve seçik olarak ortaya koyuyordu. Böylece “24 Ocak Ekonomi Politikası”nın başarıya ulaşması için, sürekli olarak tavsiye edilen “sabır ve fedakârlık”, “ANAP’a hayır” denilerek, bir son bulma noktasına gelmişti.
Uygulanan ekonomi politikasına karşı gösterilen tepkilerin yoğunlaşması üzerine memur maaşlarına % 140’a varan zamlar yapıldı. İşçi ücretleri çeşitli iş kollarına göre değişik oranlarda yükseltildi. Siyasi kargaşa sürerken, gündeme Cumhurbaşkanlığı seçimi geldi. 9 Kasım 1989 tarihinde Turgut Özal Cumhurbaşkanı seçildi. Başbakan olarak Yıldırım Akbulut’un atanmasıyla da, ekonomi değişik bir yönlendirmeye girdi.
IMF REÇETELERİ ve 24 OCAK POLİTİKASI
IMF’nin sunduğu reçeteler ve istikrar programları uygulandığı ülkeler de, hiçbir zaman halkın desteğini bulamamış olup, bütün zorlamalara rağmen, belirli dönem sonunda da olsa, muhakkak tepki görmüştür. Aslında IMF programları var olan istikrarı dahi bozmaya yöneliktir.
IMF programlarını uygulayan hükümetlerin iktidardan nasıl düştüğünü belirten yazar Cheryle Payer, bakın bu konuda neler söylüyor: “IMF programlarının halk tarafından benimsenmemelerinin somut nedeni, yerli üretimin ve gerçek gelirlerin düşmesine yol açmasıdır. IMF’ye verilen Niyet Mektubu’ndaki şartları uygulamaya çalışan bir hükümet, bu nedenle seçimler de görevden uzaklaştırılır. Şatları yerine getirmeyen ya da anlaşma yapmaya yanaşmayan bir hükümet ise, dış alım kredilerinin kesilmesi ve ülke içinde dışalım ürünlerinin bulunmaması nedeniyle kamuoyunun tepkisini bu kez de başka bir yönden toplayarak büyük bir ihtimalle darbe ile görevini yitirir.” (30) Demek ki IMF reçetelerini uygulamaya yönelen iktidarlar, belirli dönem sonunda muhakkak iktidardan düşüp, varlıklarını kaybederler.
IMF programlarının en kötü sonucu enflasyona karşı uygulamaya konan politikalar da ortaya çıkmaktadır. Güya enflasyonun önlenmesi amacıyla, faizlerin yükseltilmesi, üreticilerin dondurulması, kamu kuruluşlarının ürettiği malların fiyatlarının yükseltilmesi (zamlar), tüketici, üretici ve ticaret erbabını felce uğrattığı gibi daha büyük bir ekonomik istikrarsızlık getirmektedir. Yabancı sermayeye ise geniş ayrıcalıklar ve imkânlar sağlandığı için, millî sanayi yatırımları geriler. Hatta bu sebepten dolayı bazı yerli sanayi kuruluşlarının iflas ettiği görülür. Bütün bunlara rağmen, IMF, gelişmekte olan ülkelerde uygulamasını istediği ve “Stand-By Anlaşmalar” ile teminat altına aldığı politikaları karşılığında sadece dış yardım adı altında “faizli borç para” vermektedir. Ama bu borç parayı verirken, daha sonra hem verdiği parayı geri almakta, hem de o ülkenin maddi ve manevi her şeyini alıp götürmektedir. IMF, çoğu zaman borç para vermeden bile çok şey almaktadır. Arkada kalan (borç alan ülkede), istikrarsız bir ekonomi, sosyal bir bunalım ve milyarlarca dolar dış borç yüküdür.
Türkiye, IMF’den borç alan ülkelerden biridir. Türkiye’nin dış borcu 1980 yılında 15,1 milyar dolar iken, 1987 sonunda 38,3 milyar doları bulmuştur.
IMF, Türkiye ekonomisine etki ederek, 1985 yılında ANAP Hükümeti’nden şu isteklerde bulunmuştur:
1) Kredilerden destek kaldırılacak
2) Kur ayarlamaları hızlanacak
3) KİT’lere hazine yardımı kalkacak
4) Yatırım ve ücretler düşük tutulacak
5) Yeni vergi düzenlemesi yapılacak
6) Kaynak-harcama dengesi sağlanacak
Uygulanan bu politikalarla Türkiye ekonomisi; enflasyon, hayat pahalılığı, işsizlik, yüksek faiz yükü, küçük esnafa kaldıramayacağı vergiler, gelir getirmeyen ama milli serveti yutan, beton yığını turistik tesislerle büyük boyutta iç ve dış borca boğulmuştur. Bütün bunlarında ötesinde daha vahimi Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısında değer kaybı olmuştur.
------------------
29) Irving, S. Friedman, Enflasyon, İktisadi Yayınları, İstanbul, 1981, sh: 299
30) Payer, Cheryl, Borç Tuzağı (IMF ve Üçüncü Dünya), Yalçın Yayınları, İstanbul, 1981, sh: 55
Devam Edecek
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.