Tarih yazmada tuzaklar…

Tarih yazmada tuzaklar…
Tarihi yazma sürecinde tarihçileri birçok yanıltıcı tuzağın bulunduğunu söyleyen Tarihçi Yazar Mustafa Armağan, tarihçileri birbirinden ayıran faktörün de, tarihçilerin burada uyguladığı yöntem olduğunu söyledi.Hazırlayan: UĞUR ELMAS

Bugüne kadar toplumumuza kazandırdığı 20 telif edilmiş, 4 çeviri ve 9 derleme eseriyle özellikle yakın tarihimize ışık tutan Mustafa Armağan, farklı bakış açısı ve üslubuyla çalışmalarına tüm hızıyla devam ediyor. Toplumumuzda klişeleri kıran Armağan, bugüne kadar yanlış öğretilmiş tarihimizi bize tekrar öğretti. Ortaya koyduğu belgelerle yakın tarihimizi yeniden yazan Tarihçi Mustafa Armağan, gerçeği yazmaktan hiçbir zaman çekinmemiştir. Armağan, şimdiye kadar resmi tarihimizin aksine, belgeler ortaya koyarak tarihi farklı yazan birçok tarihçiden kendisini farklı kılan şeyin üslubu olduğunu dile getiriyor. Doğru tarihçilik denince ilk akla gelen Mustafa Armağan ile tarihçi yönünü ve üslubunu konuştuk.



Mustafa Armağan Kimdir?
Urfalı bir anne-babanın çocuğu olarak 24 Şubat 1961 tarihinde Cizre’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Bursa’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olduktan sonra çeşitli yayınevlerinde editör olarak çalıştı. 1995-1996 arasında İzlenim dergisinin, 2000-2002 yılları arasında da Da (Diyalog Avrasya) dergisinin yayın yönetmenliklerini yürüttü. Halen serbest yazar olarak çalışmakta, Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yayımlanmaktadır.
Sosyal Bilimler Ansiklopedisi (Risale Yayınları, 4 cilt, İstanbul 1988) ve Osmanlı Ansiklopedisi (Ağaç Yayıncılık, 7 cilt, İstanbul 1993) adlı çok ciltli çalışmaların yayın koordinatörlüklerinde bulundu. M. M. Şerif'in 4 ciltlik A History of Islamic Philosophy adlı edisyonunu, İslâm Düşüncesi Tarihi adıyla (İnsan Yayınları, İstanbul 1990-91) yayına hazırladı.
Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 3 defa ödüle layık görüldü: Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası (Fritjof Capra'dan, Tercüme dalında, 1989); Şehir, ey Şehir (Deneme dalında, 1997); Osmanlı: İnsanlığın Son Adası (Fikir dalında, 2003).

Yazdığınız kitap ve köşe yazılarında hep bilindik tarihi, belgeleri ortaya koyarak farklı şekilde yazıyorsunuz. Siz tarihi neye göre yazıyorsunuz?

Tarih değişir mi? Tarihin değişmemesi tuhaf olur, çünkü tarih insan yapısı bir şeydir. İnsanlar oturuyorlar, geçmişte ne olmuş onu tespit etmeye çalışıyorlar ve bunu okunabilir bir formatta yazıyorlar, aktarıyorlar. Bu süreçte birkaç türlü tuzak var. Birincisi, bilgi toplarken neye göre, hangi bakış açısıyla toplanacak. İkincisi, toplanan bütün bilgileri kullanamayacağımıza göre seçme yapmak zorundayız, neye göre seçeceğiz. Diyelim ki Ermeni Meselesinde 500 bin belge var, bunların hepsini kullanma olanağımız yoktur. Bunu anlaşılır, okunabilir bir formatta ifade etmemiz gerekiyor. Topladığımız bilgilerin bir kısmını dışarıda bırakmak zorundayız, neye göre dışarıda bırakacağız. O zaman bilgilerin içinden önemli bir şeyi dışarıda bırakmış olabiliriz. Tarih her zaman seçmeler üzerine kuruludur. Bize anlamlı gelen bilgileri seçerek onun üzerinde çalışırız. Bilgi bir yığındır, onu anlaşılır bir hale getirmek için bir yapı kurmak lazım. Üçüncüsü, diyelim ki bunları doğru seçtin, doğru bilgilere ulaştın, ama bu defa da yazarken emin olduğun, ilgilendiğin boyutları öne çıkararak yazarsın, bütün boyutlarıyla yazamazsın. Hepsini yazma imkanımız yok. Bundan dolayı biraz daha daraltmamız gerekiyor. Dördüncüsü, araya giren zamanın tarihçiye oynadığı bir oyun var. Aradaki zaman farkından dolayı biz geçmişi bugün gibi anlamaya çalışıyoruz ama geçmişin bu gün gibi olmadığını unutuyoruz. Geçmişin anahtarları her zaman bizim elimizde değil. O zaman aynı malzeme üzerinde çalışan farklı bilgileri ve belgeleri seçen, farklı belgeleri öne çıkaran başka bir tarihçinin yazdığı ile benim yazdıklarım arasındaki fark buradan kaynaklanıyor. Kati olarak çarpıtmışsa, orda belgeye ulaşarak, onun çarpıttığını, gerçeğin ne olduğunu söylemek lazım tabi.

Sizin yazdıklarınızla, sizinle aynı yöntemleri kullanarak tarihi yazanlar arasındaki fark nedir?

Sebil yayınlarından çıkan çok sayıda eserde, bizim resmi tarihimizden farklı söylenmiş çok sayıda eser var. Ancak söylemeden söylemeye fark var. Bir hapishanede müebbet yemiş mahkumlar yıllarca aynı koğuşta birlikte kalıyorlar. Zaman geçirebilmek için herkes bildiği fıkraları anlatıyor. Bir zaman sonra fıkralar bitmiş, artık sıkılmışlar. Ne yapalım, demişler ve fıkralara numara vermeye karar vermişler. Bir gün oraya yeni bir mahkum gelmiş. Hoş geldin, Allah kurtarsın, muhabbetinden sonra oradan biri 8 demiş, millet yerden yere yatmış gülmekten. Başka biri 23 demiş, millet ranzadan düşüyor gülmekten. Yeni mahkum bunların rakamlara güldüğünü zannediyor ve ben de bir şey söylemiş olayım diyerek, 3 diyor. Ama kimse gülmüyor. Yeni mahkum bozuntuya vermeden samimi olduğu birine soruyor, anlattığım fıkra komik değil miydi, diye. Eski mahkum da, yok komikti ama sen anlatamadın, anlatmadan anlatmaya fark var’ diyor. Demek ki bir üç demenin de bir şekli varmış. Başka bir şekilde anlatıyorsun, insanlar okumak istemiyor ya da okuyunca aynı lezzeti almıyorlar. Belki benim farklı yazıyor gibi görünmemin nedeni, farklı anlatış tarzımdır.

Bu farklı üslup ve tarzınız, okuyucu kitleniz üzerinde nasıl bir etki bırakıyor?

Benim okuyucularımın büyük bir bölümü sayısalcı. Sayısalcılar arasında çok okunduğumu söylüyorlar. Şöyle bir şey var; şimdi edebiyatla ilgilenen insanlar daha masum, doğanın güzelliği gibi konularla ilgileniyor. Sayısal zekâda olan insanlar olayın röntgenini çekmeye çalışıyor, yani teferruat değil, işin merkezine ulaşıp oradan görmek istiyorlar. Hep ilginç bir bulmacayı çözmek gibi… Benim yazım da bir bulmaca gibi, karışır karışır ve sonlara doğru bir noktada çözülür. Çözüldükten sonra da ben okuyucumun kafasına yeni bir bulmaca ekerim, işte biz bunu çözdük ama bir de şöyle bir mesele var, onu yazıyorum. Böylece okuyucunun kafasında yazı bitmiyor. Amacım da zaten bu. Okuyucunun hiçbir zaman okuduğu zamanla kalmasını istemiyorum, ondan sonra da devam etsin istiyorum. Başka bize neler yanlış anlatılmış, sorusu oluşuyor kafada. Okuyucularımı etkileyen de bu üslubum, sanırım. 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.