Ayşe Boztaş

Ayşe Boztaş

Suya dokunun sanat

Suya dokunun sanat

Sanat, bütün güzellikleri taşıyabilir ancak bir tekne su bir sanatı bütünüyle taşıyabilir mi? Bu soru Türk sanatı olarak da bilinen bir tekneyi çiçeklerle süsleyen ebru sanatı için sorulmuştu ve sorunun cevabını öğrenmek için denizkadayıfı yahut kıvam artırıcı ile itinayla hazırlanmış bir tekne dolusu suya bakmak yeterliydi. Zira insan ancak o zaman görecekti bir tekne suyun bir sanatı bütünüyle taşıyabildiğini.

Bir kelimeyle de bin kelimeyle de ifade edilebiliyor olması sanatın mühim bir özelliğidir. İşte bende sanatın bu özelliğine dayanarak birden fazla binden az kelimeyle sizlere Ebru Sanatından bahsedeceğim. Biraz bilgi, fazlaca sanat içeren bu yazıya öncelikle su üzerinde ki sanata “Ebru” adının nasıl verildiğine dair öne sürülen birkaç bilgiyle başlamak istiyorum.

Su üzerinde açan sanatın adının ebru olması çok uzun zamanlara dayanıyor. Kimileri Ebru adının bulutumsu anlamını taşıyan Farsça kökenli ebr kelimesinden geldiğini söylerken kimi kaynaklarda ebru kelimesinin Çağatayca’da hare gibi anlamını taşıyan ebre kelimesinden geldiğini ifade ediyor ve yalnızca bunlar değil ebru kelimesinin etimolojisine bakıldığında bu kelimelere benzeyen birkaç kelimenin daha ebru kelimesinin atası olabileceği anlaşılıyor. Bu da bizlere bu sanatın adının neden “Ebru olduğu hakkında birkaç ipucu veriyor. Bir tekne suda boğulmadan tarih sayfalarında kaybolmadan günümüze kadar gelebilmiş olan Ebru sanatının Tarih sahnesine ilk çıkışı ne yazık ki adı kadar açık değil çünkü bu sanatla ilk kim ya da kimlerin uğraştığı net olarak bilinmemektedir. Ancak bu sanatla ilgili edinebildiğimiz en manidar bilgilerden biri bu sanata en çok eğilen millet Türkler olduğu için ve Türk topraklarında vücut bulduğu için Türk sanatı olarak ifade edildiğidir.

Bir tek nergis çiçeği yetişir sanıyor insanoğlu suyun üzerinde oysa ne sümbüller ne laleler yeşertmişti bir tekne su. Peki, bu nasıl mı oldu dersiniz?

Gül dalının bir ucuna sarılmış at kılıyla oluşmuş fırça suya dokundu, bu dokunuşla bulandı zannedilen su şekillenip duruldu. Üzerinde öbek öbek atılmış birkaç renkle ve üstüne serpilen neftle bir çiçeğin açılabilmesi için gerekli olan zemin hazırlandı. Sonrasında biz adı verilen ince uçlu metal aletlerle önce boyalara suya dokundu ardından su üzerinde açan boyalara bizlerle şekil verildi, bu şekil bazen bir lale bazen bir sümbül oluverirdi. Son olarak su üzerine serilen bir kâğıtla ebru benliğini buldu.

Adından, tarihinden, suya nasıl dokunduğundan bahsettiğimiz Ebru aslında anlatılanlardan fazlasıdır. Ebru, suyun çiçeğe duyduğu muhabbet, çiçeğinde suya duyduğu minnettir. Bu sanat biz ile çekilmiş bir çiçek dalı kadar zariftir. Bu zariflikten gelirdi zaten öd ‘ün burunları kıran kokusu. O yalnızca bir çiçeğin hem de su üzerinde nergis bile olmadan açmış bir çiçeğin yanında güzel kokmaktan çekinirdi. Çekinirdi ancak nereye kadar zira Ebru, öd kokusunun gül kokusu kadar özlendiği sanatın adı değil miydi?

Dilim döndüğünce, kalemim yettiğince yazdığım bu yazıyı bana ebru sanatını öğreten, sevdiren, emek veren kıymetli bir Ebruzen olan Fatma hocama ithaf ediyorum. Sanat bazen bir kâğıda, bazen bir duvara bazen de bir tekne dolusu suya yapılır. Sevgiyle kalın

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ayşe Boztaş Arşivi