Nezahat Bekleyiciler’learaştırmacı-yazarlık üzerine...
Yayınlanma:
Nezahat Bekleyiciler Kimdir?Yazar, 1966 yılında Konyada doğdu. Tarihe ve edebiyata olan ilgisi, küçük yaşlardan itibaren Onu, okumaya ve araştırmaya yöneltti.
Yıllarca Ege Bölgesi’nde yaşayan Nezahat Hanım’ın bu birikmişliği, çeşitli gazete ve dergilerde öykü ve makalelerinin yayınlanmasına sebep oldu. 2002 yılında Konya’ya kesin dönüş yapan yazar, bu tarihten itibaren yazı çalışmalarına hız vermiş ve ilk profesyonel makalelerim dediği köşe yazıları Anadolu Manşet Gazetesi’nde yayınlanmaya başlamıştır.
Anadolu’da çeşitli gazete ve dergilere konuk yazar olarak da katılan Bekleyiciler, bu çalışmalarının yanında çeşitli dernek ve kuruluşlara ait hayır işleri ile de uğraşmakta ve bu konuda aktif olarak çalışmaktadır.
Basım aşamasına gelmiş kitaplarıyla, çalışmalarına devam etmektedir.
Yazar, evli, üç kız çocuğu annesi ve bir torun sahibidir.
Yayınlanmış eserleri
• Yolu Konya’dan Geçen Ulu Hatunlar
• Ateşbâz-ı Velî
Geçtiğimiz hafta ağır bir gribal enfeksiyon geçirmem sebebiyle hazırlayamadığımız ropörtaj sayfamızda bu hafta araştırmacı-yazar bir hanımefendi konuğum.
Beni evinde ağırlama nezaketi gösteren Nezahat Hanım, beni evinin kapısında, ortanca kızı Yeliz ve küçük kızı Şeniz ile çok sıcak bir şekilde karşıladı ve evin salon bölümüne buyur etti. Koyu bir sohbete başladığımız sırada, Yeliz’in yaptığı nefis kısırımızı ve sıcacık çayımızı içerken ben sorularımı yönlettim, Nezahat Hanım da bütün içtenliğiyle cevapladı…
Küçükkoner: Yazı çalışmalarınıza nasıl başladınız; sizi yazmaya iten sebepler nelerdir?
Bekleyiciler: Öncelikle herhalde burcumun özelliklerini taşıyorum. Terazi burcuyum ve terazi burcunun hanımları ve erkekleri yazıya ve edebiyata meraklı oluyorlar. Ben çocukluğumdan beri çok okuyorum. Gerçekten okumaya meraklı bir çocuktum. Ama yazıya dökemiyordum. Belli bir yaştan ve belli bir yaşanmışlıklardan sonra da yazma ihtiyacı duydum. Hele hele gurbet insanı yazmaya daha çok itiyor. Altı sene gurbette, Ege bölgesinde yaşadım. İyi günlerimizde oldu; kötü, zor günlerimiz de oldu. O dönem yazma ihtiyacını daha çok hissettim.
Yıllarca okuduktan sonrada, insan belli tarzda okumaya başlıyor. Ben sürekli olarak en çok tarih olaylarını, tarihteki kahramanlık olaylarını, kahraman şahsiyetleri, özellikle kahraman kadınların hayatını, savaşçı kadınlarımızın hayatını, acı bir hayat yaşamış kadınların hayatını okumaya yöneldim. Benim ilgi alanım hep bunlardı. Edebi kitaplar da, romanlar da çok okudum ama illâki insan gönlüne hitap eden şeyleri okumayı seviyor ve seçiyor.
Geçmişte de içimde bir idealdi. Bu tarzda bir inceleme yapıp yazmak derlemek toparlamak… Bunu gerçekleştirebildiğim için mutluyum.
Küçükkoner: Özellikle araştırma yazıları yazdığınızı biliyorum. Belgeye dayanmayan bir şeye kitaplarınızda yer vermiyorsunuz. Araştırma yazısı yazarken kaynağın önemi nedir?
Bekleyiciler: O bilgiler bizim değil, hiç kimsenin değil aslında. O bilgiler toplumun. Biz sadece emanetçiyiz. O bilgileri alırız, kayıtlara geçiririz, bizden sonraki nesillere taşımakla görevliyiz sadece araştırmacı olarak. Bu konuda aslında bazı sitemlerimde var, bazı yazar arkadaşlara, büyüklerimize. O bilgileri öyle benimsemişler öyle kanıksamışlar ki paylaşmaktan imtina ediyorlar. Bizzat benim başvurduğum yazarlar vardı mesela yardımına ihtiyacım olduğu, desteğini istediğim ama sadece telefon görüşmesiyle bile kestirip atanlar oldu. Ama onlar bence büyük bir gaflette. Çünkü topluma ait bilgiler toplumundur. Kesinlikle benimsenemez. Doküman olarak elimizde saklayabiliriz. Ama bizden sonra gelecek nesillerden bu bilgileri kıskanmaya hakkımız yok. Bana göre bu bir ayıptır. Ben kesinlikle bu şekilde davranmayı düşünmüyorum. Benden de yardım isteyecek gençlerden de bende bu konuda imtina ederim. Yardım da isteyen oldu üniversitedeki gençlerimizden. Elimden geleni yapmaya çalıştım. Onların adına araştırmalar yaptım. Bundan sonrada böyle olacak inşallah.
Küçükkoner: “Kesinliğine emin olmadığım bir belgeye kitabımda yer vermek istemiyorum” demiştiniz bir konuşma esnasında. Belgelere ulaşmak bu anlamda kolay olmuyor mu yani?
Bekleyiciler: Hayır olmuyor. Çünkü ben yakın döneme ait yazılar yazmıyorum. Özellikle ilk kitabımda. İkinci kitabımda keza öyle. Çok eski dönemleri yazdığım için, yazdığım şeyden çok emin olmak istedim. O kadar çok kaynak var ki eski tarihe ait… Gerçekten doğru yazılanlarda var ama bunun yanında saptırılanlar da var, çelişkiye düşürenler de var. Araştırma yaparken hepsini okumak mecburiyetinde oluyorsunuz doğruyu bulmak için. Ben araştırma yazılarımda çoğunluk neyi gösteriyorsa onlardan yararlanmaya çalıştım hep. Okuyucuyu çelişkiye düşürsün istemedim hiçbir zaman. Orada öyle yazıyor, burada böyle yazıyor diye acaba hangisi doğru diye değil de, pek çok yazarın ortak noktada birleştiği fikirleri seçmeye özen gösterdim. Emin olduğum yazarlar vardır mesela Ahmet Eflakî, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, İbrahim Hakkı Konyalı vb. daha çok var aslında ama şu anda aklıma gelenler bunlar.
Küçükkoner: Kaynağı, herkes tarafından kabul görmüş kişilerden seçiyorsunuz ve ona göre hareket ediyorsunuz.
Bekleyiciler: Evet kesinlikle. Çünkü araştırma yaparken epey bir zaman kütüphane dönemim geçti benim. Bunu her zaman diyorum, “Bu konuda böyle olsun, bu konuya da değinmeyeyim ” demedim hiçbir zaman. Zor şartlarda mesai yaptım. Konu neyse, neyi gerektiriyorsa, orada ne yazılması gerekiyorsa onu kayıtlara geçirmeye çalıştım. Ve hiçbir zaman bu bilgileri ben buldum benimdir benimsemesi de yapmadım. Hem Allah katında hem de okuyucu nazarında da takdire şayan olmaya çalışıyorum. Elimden geleni yaptığıma inanıyorum.
Küçükkoner: Köşe yazılarınıza ne zaman ve nasıl başladınız?
Bekleyiciler: Ege bölgesinden sonra tekrar Konya’ya geldiğimiz yıl, yeni bir düzen kurmamız gerekiyordu. Hem benim hem eşimin…Her şey yavaş yavaş yoluna girmeye başlamıştı artık. Boşlukta olduğum bir dönemdi. Çocuklarımın hepsi okula gidiyordu. Ben evde yalnızdım. Yapacak bir şeyler arıyordum. Ve en çok sevdiğim şeye yazıya yöneldim Gurbet “ince bir sızı” oluyor gerçekten . Bundan sonra yazmaya da ciddi olarak başladım. Manşet Gazetesinde bir gün bir ilan gördüm “köşe yazacak yazarlar aranıyor” diye. İlk gördüğümde hiç ilgilenmedim ama aklımın bir köşesinde de çıkmamıştı. Ertesi gün gazeteyi aradım teflona rahmetli İbrahim Sur{sonradan O olduğunu öğrendim} çıktı. Allah rahmet eylesin. Telefonda “ben gazetenizde köşe yazmak istiyorum” dedim. O’da bana “Nezehat Hanım hazır birkaç yazınızla birlikte gazeteye gelin burada bir değerlendirme yapalım” dedi. Üç gün boyunca emek harcadım birkaç yazımla birlikte gazeteye gittim. İbrahim Bey yazılarımı çok beğendi, etkilendi. Nerelerde yazılar yazdığımı sordu. Halbuki ben çok tecrübeli bir yazar değildim. Bu işin gönüllüsüydüm sevdalısıydım o kadar. Derin tecrübelerim yoktu. İzmir’de bulunduğum süre içinde birkaç dergide 2-3 yazım çıkmıştı ama onları da saymıyorum acemi olduğum dönemlerdi. Hangi dergi olduğunu ile hatırlamıyorum. Ama gene de saklamak isterdim o yazılarımı. Bilememişim şimdilerde böyle yazı hayatına yöneleceğimi… Bu şekilde Manşet gazetesinde başladım köşe yazmaya… Bundan sonra da Mehmet Ali Uz hocamın teşvikiyle de kitap evleriyle tanıştım.
Manşet Gazetesi’nde aşağı yukarı dört-dört buçuk sene yazdım. İlk başlarda her gün yazıyordum ama benim konularım hep araştırma yazıları ve bir tarafı illaki İslâmi olduğu için ağır gelmeye başladı bir müddet sonra… Haftada ikiye düşürdüm yazı sayısını; bir müddette böyle devam etti.. Şimdilerde de kitaplara yöneldiğim için artık, her şeyi daha düzgün, daha seçkin yapabilmek için haftada bir yazıyorum
Küçükkoner: Araştırma yazıları yazmak zordur, külfetli bir iştir bildiğim kadarıyla. “ Yolu Konya’dan Geçen Ulu Hatunlar” alanında bir ilk olma özelliği de taşıyor. Kitaplarınızdan biraz bahseder misiniz? Nasıl oluştular? Ve yeni bir çalışmanız var mı?
Bekleyiciler: Bu kitapları yazmaya başlamadan önce beni engellemeye çalışanlar oldu. Başta annem. Meşakkatli bir iş, cesaret isteyen bir iş. Eşim-dostum, bu işi yapan yazar büyüklerimiz “emin olmadan çıkma kızım yola” dediler. Ama bu hakikaten bu bir sevda, tutku… İlla yapacağım illa yapacağım… Tam anlamıyla mutmain olmasam da kitaplarımda, elimden geleni yapmaya çalıştım. En güzelini yapmaya çalıştığıma inanıyorum.
“Yolu Konya’dan Geçen Ulu Hatunlar”a gelince, benim hayat felsefem, beni ben yapan daha önce tarihte geçen hanım yazarların erdemleri, faziletleri, kimine göre kerametleri, topluma sergiledikleri nicelikleri hep benim kişiliğime etki etmiştir. Hani sahnede yer alan kişilerin ışıltılı hayatları değil de onların topluma sergilediklerini örnek aldım diyebilirim. Ve bu kitaptaki hatunlarda da onu yansıtmaya çalıştım. Ve başkalarının da bunları bilmesini istedim. Mehmet Ali Uz hocama da hep derdim. Burada adı geçmişken söylemem gerek Konya’da marka olmuş bir şahsiyet. Değeri yaşarken bilinen değerli insanlardan... Onun için çok mutluyum. [-Seyit Küçükbezirci hocam bir markadır. Saim Sakaoğlu hakeza öyle…Daha ismini zikretmediğimiz pek çok değer var Konya’da-]
Ben bu projemden bahsettiğim zaman Mehmet Ali hoca çok memnun oldu “Çok zor ama başarırsan da mükemmel olur, yalnız çok araştırma ve zaman ister yapabilecek misin” dedi. O dönemde vaktim vardı ve inanır mısınız, akşamları kütüphane memurlarıyla çıkıyordum kütüphaneden. Kimi zaman üşüdüm mantolarla oturdum, kimi zaman yemeğe bir yere çıkıp vakit kaybetmemek için simitlerle geçirdim vaktimi… Bütün bunlara rağmen en ufak bir yüksünmeden, zevkle ve gururla yaptım bu işi. Ama içimde hep bir endişe de taşıdım. Düşünsenize bir kaynaktan bir hatunla ilgili bir bilgi buluyorsunuz, onun hayatını genişletiyorsunuz, hikâyeleştiriyorsunuz, belli bir oranda süslüyorsunuz edebi olarak. Bunu da aslına uygun olarak yapmak zorundasınız. Bunlar hem zor hem de çok zevkli işler. Çok tereddüde düştüğüm zamanlar oldu, bilgiye ya da kaynağa ulaşamadığım zamanlar oldu ama Allah hep yardım etti. Ve ciddi olarak hayırlı vesileler çıkmıştır karşıma bu kitabı yazarken. Özellikle kerameti olan hatunları yazarken çok enteresan şeyler yaşamışımdır. Bunları burada zikretmek istemiyorum.
Neyse zaman geldi ben on iki hatunla bu kitap çıksın dedim ama bir hatun daha karşıma çıkıyor muhteşem bir hayat almasam olmayacak, derken, sayısı otuz altıya çıktı. Biraz daha uğraşsam sayı daha da artacak. En son bu sayıyla yayınlanmasına karar verdik. Çünkü kitabı bekleyenler vardı, yayınevi bir an önce baskıya girmesini istiyordu.
Ama projelerim arasındadır. Bu kitabın 1-2-3 diye de devam etmesini çok isterim. Bu tür kahramanlar daha çok… Yazılabilecek çok hanımımız var. Evliyalarımız, velilerimiz, savaş meydanlarındaki adı çok bilinmeyen kahramanlarımız…
Sonradan gelen kitaplarım farklı olacak. Biri çeviri zaten Osmanlıcadan Türkçeye. Bazı yazar büyüklerimiz çeviri değil aktarma diye tabir ediyorlar ama ben kabul etmiyorum. Çünkü farklı bir dilden Türkçeye çevriliyor. Bir de içimde bir ukdeydi her zaman; sekiz yıldır köşe yazıyorum. İnceleme alanında yazdığım yazılarımı -velilerle ve kerametleriyle ilgili, yine kurtuluş savaşına destek vermiş çoğunluğu yine kadın olan kahramanları- kitaplaştırmayı düşünüyorum. Bunlar zaten şu anda hazır sayılırlar. Bir de kendi çevremden yaşadıklarımı, yaşananları hüzün ve mutluluk veren olayları öykü niteliğinde yayınlamayı düşünüyorum.
Küçükkoner: Bir Selçuklu ve Osmanlı Kültürü olan vakıf ve dernekler günümüze kadar ulaşan güzel alışkanlıklarımızdan. Sizin de yazı çalışmalarınızın dışında böyle güzel faaliyetlerde bulunduğunuzu biliyorum. Birazda bundan bahseder misiniz?
Bekleyiciler: Ben geçmişte şimdi isim vermeyim bir kurumda dört seneye yakın görev aldım. O zamanlar kurumdu, şimdi dernek oldular. Derneklerde çalışmak gerçekten çok zaman isteyen, fedakârlıklar isteyen işlerdi. Böyle bir zaman harcadım ve tıp fakültesinde okuyan sekiz tane kızımızı okuttuk. Bu benim hayatımda övünebileceğim en güzel işlerden biridir. Onun dışında, faaliyetlerine çok zaman ayıramasam da Tema’ya üyeyim. Namık Bey’e de selam olsun. Kimse Yok mu? derneğine üyeyim. Aktif olarak bazı işlerinde çalıştım. Ama geriden, gıyabında bir şeyler yapmaya çalışıyorum artık kendimce. Sürekli olarak takibim altında olan aileler vardı. Hem maddi hem manevi olarak ilgilendiğim. Yürüyemeyen bir kızımızı ameliyat ettirdik. Böyle çok insana mücadele verdim ve hepsi Allah’a şükür ki geri döndü. KİMSEV’den on altı yaşında bir erkek çocuk aldım belli bir süre evimize geldi gitti; -yaklaşık iki sene kadar- hafta sonları kaldı. Maksadım o çocuğa aile hayatını yaşatmaktı. Elimden geleni yaptın O’nun için. O’da emeklerimizi boşa çıkarmadı. Evimize gelen çocuk için de diyorum başka olaylar için de, kafamızda “acaba?” sorusu oluşmadı hiç. Niyet salih olduğu zaman neticeleri de salih oluyor gerçekten.
İyi niyeti kötüye kullanmak isteyenlerde oluyor zaman zaman. Sömürmek isteyenlerde çıkabiliyor elbette. Bu bakımdan şu aralar daha seçici davranmaya özen gösteriyorum.
Küçükkoner: Bütün bunların dışında siz bir annesiniz. Çocuklarınızın sizin yazarlık yönünüze yaklaşımları nasıl?
Bekleyiciler: Sitemim var o konuda açık söylemem gerekiyor: çok duyarsızlar.
Küçükkoner: Aslında Yeliz’e mi sormak gerekir bu soruyu?
Yeliz Bekleyiciler: Benim konuşmam lazım bu konuyu çok yaralıyız. Çünkü annem bizimle yeterince ilgilenemiyor. Kitap çalışmaları olduğu dönemde ciddi bir mesai harcıyor bilgisayarı başında. Sabah kahvaltıdan sonra akşam yemeğine kadar annemi görmek mümkün olmuyor. Sadece yemek yapmak için kalkıyor masasından. Hele ilk gazeteye başladığı dönemlerdeki yoğunluğunu anlatamam. Annemin varlığını bile unutmuştuk neredeyse. Şu aralar artık durgun.
Küçükkoner: Sizin hayatınızda büyük bir önem arz eden Ateşbâz-ı Velî hazretleriyle ilginizi anlatır mısınız?
Bekleyiciler: Ateşbâz-ı Velî hazretlerinin geliniyim demeyi çok isterdim. İnşaalah öyleyimdir.
Benim kayınvalidemlerin sülalesinden gelen(silsile yoluyla) bir türbedarlık vardı ve elli yıllık oranın türbedarıydı ben evlendiğimde. Tabi o zaman yaşımız gereği herhalde bu konulara yönlenmemiş olmamızın verdiği bir durumda vardı elbette. 1986yılında evlendiğimde bu görevi onlar yürütüyordu. Kayınvalidem muhteşem bir insandı. Rahmet olsun. Şimdiki türbedarlarla kayınvalidem arasında fark vardır. O gerçekten Ateşbâz-ı Velî dedesine gönülden hizmet eden bir kişiydi. Ve o vesile ile de çeşitli ahvaller yaşayan biriydi. Yeni evlendiğim dönmelerde ben bu farkındalıklarla yaşamadım o türbede. Haftada 1-2 gün gittiğim bir yerdi. Ancak ben bu yazı işlerine girince, Aşçı Dedem benim için bir vazgeçilmez oldu. O türbenin kokusu tiryakilik artık. Kayınvalidem vefat ettikten sonra ve benim kitabım çıktıktan sonra daha sık gitmeye başladık. Ve ben O kitabı yazarken, Aşçı Dedeyle ilgili yine böyle hayırlı vesileler de çok oldu. Çok değişik şeyler yaşadım. Tabiî ki bunları anlatmak doğru değil ama hep işlerim rast gitmiştir. Beklediğim dokümanlar, belgeler benim ayağıma gelmiştir. Şunu da itiraf etmem gerekir ki Ateşbâz-ı Velî hazretleri hakkında kaynaklar çok fazladır. Bu bakımdan bu kitabı yazmak zor olmadı benim için. Çok şükür ki böyle bir kitap çıkarmak nasip oldu. Gönül isterdi ki bu kitabı kayınvalidem de görebilseydi keşke… Çok cesur, çok amazon bir kadındı kayınvalidem. Elli yılını geceli gündüzlü O’na adamıştı. Ve O’nun sayesinde çok ahvaller yaşamıştır kitabımda da bahsettim. Bir hacca gitme konusu vardır. Kayınvalidem bunu bize ilk anlattığında hikâye gibi geldi. İnanamadık. Ama zaman geçtikçe inanmaktan çok emin oldum artık.
Gençlik yıllarında inandırıcılığı olmuyor gibi oluyor ama insan kendi de yaşadığı, gördüğü zaman bazı şeylerin farkına varıyor. Pişmanlıklar oluyor, keşkeler oluyor… Ama bugünüme de şükrediyorum.
Düşünebiliyor musunuz, kayınvalidemin yedi tane çocuğu vardı ve hiç birinde kalmadı. Ölünceye kadar, Aşçı dedem yalnız kalmasın diye her geceyi tek başına kendi evinde geçirdi. Ve o evde de vefat etti. Mekânı cennet olsun.
Bu kitabı yazdığım dönemde o türbenin kokusu burnumdan gitmemiştir. Türbenin içinde de satılıyor bu kitap ve Türkiye’nin pek çok yerine gidiyor. Ve çok güzel tepkiler alıyorum.
Küçükkoner: Konya’da kitabı olan ender hanım yazarlardansınız. Konya kültür hayatında hanımların yerini nasıl görüyorsunuz?
Bekleyiciler: Yeni yeni bir uyanış var. Hem de coşkulu bir uyanış bu. Bizim başladığımız dönemlerde parmakla sayılacak kadar azdı. Benimsenen de vardı benimsenmeyen de. Bu işin içinde gerçekten hakkını vererek yazan da olacak yazmayanda. Bencilce yazanlar da var. Kültüre ve İslâmiyet’e önem vererek, bunların yaşatılmasına yönelik yazanlarda var ki, ben onları takdirle karşılıyorum. Özellikle gençlerimiz arasında buna yönelik çabalamalar var.
Yalnız Konya’da yapılan kültürel faaliyetlerin yeterli olmadığını düşünüyorum. Ve bu konudaki duyuruların da yeterince yapılmadığı kanaatindeyim. Direk topluma yönelik olmadığını düşünüyorum bazı faaliyetlerin.
Toplumun bu kültür olaylarına ilgisinin arttırılması gerekir. Canlı kaynak olan kişilerin bu faaliyetlerde yerini alması gerektiğini düşünüyorum.
Küçükkoner: Unutamadığınız bir anınızı anlatır mısınız?
Bekleyiciler: İlk kitabımda İlker Küçüktunç’la (Selçuk Üniversitenin basın müşaviri) ki kendisiyle çok çalışmışımdır. İlk kitabımla ilgili çok diyalog içinde olmuşumdur. Çok desteğini gördüm çok teşekkür ederim buradan da kendisine. Kitabın içine isim araştırması yapıyorum. Evden çıktım minibüse bineceğim karşımdaki tabelada “Devlet Hatun Sokak” yazıyor. Konya’da bir sokağa ismi verildiğine göre böyle biri var yaşamış. Araştırıyorum araştırıyorum Devlet Hatun birden çok. Çünkü Osmanlıda bu bir makam aslında ya da kıdem olarak diyebiliriz. Padişah eşleri veya kızları olarak pek çok. İsimleri değerlendirerek o isimle ilgili kaynak bilgisine ulaşacağım ve hikâyeleştireceğim kitabı. Bir “devlet hatun” var. Ama hangisinin olduğunu bilmiyorum. Konya’da ismi verilen hangisi acaba. Aradan zaman geçti. Minibüsle rektörlüğe İlker Bey’in yanına gittim. Bana kapıdan girerken “size bir sürprizim var” dedi. “Öncelikle ben size bir şey sormak istiyorum İlker Bey” dedim. “Konya’da bir Devlet Hatun Sokak var kimdir O, hakkında bilgiye ulaşamıyorum” ... İlker Bey’in gözleri doldu ve “Ben de sana Devlet Hatun’un bilgisini hazırlamıştım” dedi.
O kadar şaşırmıştım ki ben oradaki evde üç senedir oturuyordum ve her minibüse bineceğimde aynı yerde dururdum ve bir günden bir güne başımı kaldırıp da o güne kadar o tabelayı okumamıştım. Bu benim unutamayacağım anılarımdan birisidir. Alelade bir olay gibi görünüyor olsa da benim araştırma yaptığım bir insanın hayatı, İlker Bey’in yanına gittiğimde bana bilgi olarak sunulması gerçekten ilgi çekicidir.
Küçükkoner: Yazmaya gönül vermiş ya da yazma hevesinde olan, bu işe yeni başlayacak kişilere ne tavsiyelerde bulunursunuz?
Bekleyiciler: Çok okusunlar. Bir iki kitapla olacak iş değildir çünkü yazarlık. Belli bir birikimin olması gerekiyor. Toplum içinde yaşasınlar. Çeşitli kültür ortamlarında bulunmaları gerekiyor. Faydalanmaları için. Sadece bilgisayar başından okumakla olmuyor çünkü. Benim bu konuda yönlendirdiğim kişiler oluyor. Kazançlı olduğunu düşünüyorum.
Küçükkoner: Vakit ayırdığınız ve sıcak sohbetiniz için çok teşekkür ederim.
Bekleyiciler: Bende size teşekkür ederim ve bana emek veren bütün hocalarıma, çalışmalarımda benimle birlikte mesai harcayan arkadaşlarıma da çok çok teşekkür ediyorum.
Anadolu’da çeşitli gazete ve dergilere konuk yazar olarak da katılan Bekleyiciler, bu çalışmalarının yanında çeşitli dernek ve kuruluşlara ait hayır işleri ile de uğraşmakta ve bu konuda aktif olarak çalışmaktadır.
Basım aşamasına gelmiş kitaplarıyla, çalışmalarına devam etmektedir.
Yazar, evli, üç kız çocuğu annesi ve bir torun sahibidir.
Yayınlanmış eserleri
• Yolu Konya’dan Geçen Ulu Hatunlar
• Ateşbâz-ı Velî
Geçtiğimiz hafta ağır bir gribal enfeksiyon geçirmem sebebiyle hazırlayamadığımız ropörtaj sayfamızda bu hafta araştırmacı-yazar bir hanımefendi konuğum.
Beni evinde ağırlama nezaketi gösteren Nezahat Hanım, beni evinin kapısında, ortanca kızı Yeliz ve küçük kızı Şeniz ile çok sıcak bir şekilde karşıladı ve evin salon bölümüne buyur etti. Koyu bir sohbete başladığımız sırada, Yeliz’in yaptığı nefis kısırımızı ve sıcacık çayımızı içerken ben sorularımı yönlettim, Nezahat Hanım da bütün içtenliğiyle cevapladı…
Küçükkoner: Yazı çalışmalarınıza nasıl başladınız; sizi yazmaya iten sebepler nelerdir?
Bekleyiciler: Öncelikle herhalde burcumun özelliklerini taşıyorum. Terazi burcuyum ve terazi burcunun hanımları ve erkekleri yazıya ve edebiyata meraklı oluyorlar. Ben çocukluğumdan beri çok okuyorum. Gerçekten okumaya meraklı bir çocuktum. Ama yazıya dökemiyordum. Belli bir yaştan ve belli bir yaşanmışlıklardan sonra da yazma ihtiyacı duydum. Hele hele gurbet insanı yazmaya daha çok itiyor. Altı sene gurbette, Ege bölgesinde yaşadım. İyi günlerimizde oldu; kötü, zor günlerimiz de oldu. O dönem yazma ihtiyacını daha çok hissettim.
Yıllarca okuduktan sonrada, insan belli tarzda okumaya başlıyor. Ben sürekli olarak en çok tarih olaylarını, tarihteki kahramanlık olaylarını, kahraman şahsiyetleri, özellikle kahraman kadınların hayatını, savaşçı kadınlarımızın hayatını, acı bir hayat yaşamış kadınların hayatını okumaya yöneldim. Benim ilgi alanım hep bunlardı. Edebi kitaplar da, romanlar da çok okudum ama illâki insan gönlüne hitap eden şeyleri okumayı seviyor ve seçiyor.
Geçmişte de içimde bir idealdi. Bu tarzda bir inceleme yapıp yazmak derlemek toparlamak… Bunu gerçekleştirebildiğim için mutluyum.
Küçükkoner: Özellikle araştırma yazıları yazdığınızı biliyorum. Belgeye dayanmayan bir şeye kitaplarınızda yer vermiyorsunuz. Araştırma yazısı yazarken kaynağın önemi nedir?
Bekleyiciler: O bilgiler bizim değil, hiç kimsenin değil aslında. O bilgiler toplumun. Biz sadece emanetçiyiz. O bilgileri alırız, kayıtlara geçiririz, bizden sonraki nesillere taşımakla görevliyiz sadece araştırmacı olarak. Bu konuda aslında bazı sitemlerimde var, bazı yazar arkadaşlara, büyüklerimize. O bilgileri öyle benimsemişler öyle kanıksamışlar ki paylaşmaktan imtina ediyorlar. Bizzat benim başvurduğum yazarlar vardı mesela yardımına ihtiyacım olduğu, desteğini istediğim ama sadece telefon görüşmesiyle bile kestirip atanlar oldu. Ama onlar bence büyük bir gaflette. Çünkü topluma ait bilgiler toplumundur. Kesinlikle benimsenemez. Doküman olarak elimizde saklayabiliriz. Ama bizden sonra gelecek nesillerden bu bilgileri kıskanmaya hakkımız yok. Bana göre bu bir ayıptır. Ben kesinlikle bu şekilde davranmayı düşünmüyorum. Benden de yardım isteyecek gençlerden de bende bu konuda imtina ederim. Yardım da isteyen oldu üniversitedeki gençlerimizden. Elimden geleni yapmaya çalıştım. Onların adına araştırmalar yaptım. Bundan sonrada böyle olacak inşallah.
Küçükkoner: “Kesinliğine emin olmadığım bir belgeye kitabımda yer vermek istemiyorum” demiştiniz bir konuşma esnasında. Belgelere ulaşmak bu anlamda kolay olmuyor mu yani?
Bekleyiciler: Hayır olmuyor. Çünkü ben yakın döneme ait yazılar yazmıyorum. Özellikle ilk kitabımda. İkinci kitabımda keza öyle. Çok eski dönemleri yazdığım için, yazdığım şeyden çok emin olmak istedim. O kadar çok kaynak var ki eski tarihe ait… Gerçekten doğru yazılanlarda var ama bunun yanında saptırılanlar da var, çelişkiye düşürenler de var. Araştırma yaparken hepsini okumak mecburiyetinde oluyorsunuz doğruyu bulmak için. Ben araştırma yazılarımda çoğunluk neyi gösteriyorsa onlardan yararlanmaya çalıştım hep. Okuyucuyu çelişkiye düşürsün istemedim hiçbir zaman. Orada öyle yazıyor, burada böyle yazıyor diye acaba hangisi doğru diye değil de, pek çok yazarın ortak noktada birleştiği fikirleri seçmeye özen gösterdim. Emin olduğum yazarlar vardır mesela Ahmet Eflakî, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, İbrahim Hakkı Konyalı vb. daha çok var aslında ama şu anda aklıma gelenler bunlar.
Küçükkoner: Kaynağı, herkes tarafından kabul görmüş kişilerden seçiyorsunuz ve ona göre hareket ediyorsunuz.
Bekleyiciler: Evet kesinlikle. Çünkü araştırma yaparken epey bir zaman kütüphane dönemim geçti benim. Bunu her zaman diyorum, “Bu konuda böyle olsun, bu konuya da değinmeyeyim ” demedim hiçbir zaman. Zor şartlarda mesai yaptım. Konu neyse, neyi gerektiriyorsa, orada ne yazılması gerekiyorsa onu kayıtlara geçirmeye çalıştım. Ve hiçbir zaman bu bilgileri ben buldum benimdir benimsemesi de yapmadım. Hem Allah katında hem de okuyucu nazarında da takdire şayan olmaya çalışıyorum. Elimden geleni yaptığıma inanıyorum.
Küçükkoner: Köşe yazılarınıza ne zaman ve nasıl başladınız?
Bekleyiciler: Ege bölgesinden sonra tekrar Konya’ya geldiğimiz yıl, yeni bir düzen kurmamız gerekiyordu. Hem benim hem eşimin…Her şey yavaş yavaş yoluna girmeye başlamıştı artık. Boşlukta olduğum bir dönemdi. Çocuklarımın hepsi okula gidiyordu. Ben evde yalnızdım. Yapacak bir şeyler arıyordum. Ve en çok sevdiğim şeye yazıya yöneldim Gurbet “ince bir sızı” oluyor gerçekten . Bundan sonra yazmaya da ciddi olarak başladım. Manşet Gazetesinde bir gün bir ilan gördüm “köşe yazacak yazarlar aranıyor” diye. İlk gördüğümde hiç ilgilenmedim ama aklımın bir köşesinde de çıkmamıştı. Ertesi gün gazeteyi aradım teflona rahmetli İbrahim Sur{sonradan O olduğunu öğrendim} çıktı. Allah rahmet eylesin. Telefonda “ben gazetenizde köşe yazmak istiyorum” dedim. O’da bana “Nezehat Hanım hazır birkaç yazınızla birlikte gazeteye gelin burada bir değerlendirme yapalım” dedi. Üç gün boyunca emek harcadım birkaç yazımla birlikte gazeteye gittim. İbrahim Bey yazılarımı çok beğendi, etkilendi. Nerelerde yazılar yazdığımı sordu. Halbuki ben çok tecrübeli bir yazar değildim. Bu işin gönüllüsüydüm sevdalısıydım o kadar. Derin tecrübelerim yoktu. İzmir’de bulunduğum süre içinde birkaç dergide 2-3 yazım çıkmıştı ama onları da saymıyorum acemi olduğum dönemlerdi. Hangi dergi olduğunu ile hatırlamıyorum. Ama gene de saklamak isterdim o yazılarımı. Bilememişim şimdilerde böyle yazı hayatına yöneleceğimi… Bu şekilde Manşet gazetesinde başladım köşe yazmaya… Bundan sonra da Mehmet Ali Uz hocamın teşvikiyle de kitap evleriyle tanıştım.
Manşet Gazetesi’nde aşağı yukarı dört-dört buçuk sene yazdım. İlk başlarda her gün yazıyordum ama benim konularım hep araştırma yazıları ve bir tarafı illaki İslâmi olduğu için ağır gelmeye başladı bir müddet sonra… Haftada ikiye düşürdüm yazı sayısını; bir müddette böyle devam etti.. Şimdilerde de kitaplara yöneldiğim için artık, her şeyi daha düzgün, daha seçkin yapabilmek için haftada bir yazıyorum
Küçükkoner: Araştırma yazıları yazmak zordur, külfetli bir iştir bildiğim kadarıyla. “ Yolu Konya’dan Geçen Ulu Hatunlar” alanında bir ilk olma özelliği de taşıyor. Kitaplarınızdan biraz bahseder misiniz? Nasıl oluştular? Ve yeni bir çalışmanız var mı?
Bekleyiciler: Bu kitapları yazmaya başlamadan önce beni engellemeye çalışanlar oldu. Başta annem. Meşakkatli bir iş, cesaret isteyen bir iş. Eşim-dostum, bu işi yapan yazar büyüklerimiz “emin olmadan çıkma kızım yola” dediler. Ama bu hakikaten bu bir sevda, tutku… İlla yapacağım illa yapacağım… Tam anlamıyla mutmain olmasam da kitaplarımda, elimden geleni yapmaya çalıştım. En güzelini yapmaya çalıştığıma inanıyorum.
“Yolu Konya’dan Geçen Ulu Hatunlar”a gelince, benim hayat felsefem, beni ben yapan daha önce tarihte geçen hanım yazarların erdemleri, faziletleri, kimine göre kerametleri, topluma sergiledikleri nicelikleri hep benim kişiliğime etki etmiştir. Hani sahnede yer alan kişilerin ışıltılı hayatları değil de onların topluma sergilediklerini örnek aldım diyebilirim. Ve bu kitaptaki hatunlarda da onu yansıtmaya çalıştım. Ve başkalarının da bunları bilmesini istedim. Mehmet Ali Uz hocama da hep derdim. Burada adı geçmişken söylemem gerek Konya’da marka olmuş bir şahsiyet. Değeri yaşarken bilinen değerli insanlardan... Onun için çok mutluyum. [-Seyit Küçükbezirci hocam bir markadır. Saim Sakaoğlu hakeza öyle…Daha ismini zikretmediğimiz pek çok değer var Konya’da-]
Ben bu projemden bahsettiğim zaman Mehmet Ali hoca çok memnun oldu “Çok zor ama başarırsan da mükemmel olur, yalnız çok araştırma ve zaman ister yapabilecek misin” dedi. O dönemde vaktim vardı ve inanır mısınız, akşamları kütüphane memurlarıyla çıkıyordum kütüphaneden. Kimi zaman üşüdüm mantolarla oturdum, kimi zaman yemeğe bir yere çıkıp vakit kaybetmemek için simitlerle geçirdim vaktimi… Bütün bunlara rağmen en ufak bir yüksünmeden, zevkle ve gururla yaptım bu işi. Ama içimde hep bir endişe de taşıdım. Düşünsenize bir kaynaktan bir hatunla ilgili bir bilgi buluyorsunuz, onun hayatını genişletiyorsunuz, hikâyeleştiriyorsunuz, belli bir oranda süslüyorsunuz edebi olarak. Bunu da aslına uygun olarak yapmak zorundasınız. Bunlar hem zor hem de çok zevkli işler. Çok tereddüde düştüğüm zamanlar oldu, bilgiye ya da kaynağa ulaşamadığım zamanlar oldu ama Allah hep yardım etti. Ve ciddi olarak hayırlı vesileler çıkmıştır karşıma bu kitabı yazarken. Özellikle kerameti olan hatunları yazarken çok enteresan şeyler yaşamışımdır. Bunları burada zikretmek istemiyorum.
Neyse zaman geldi ben on iki hatunla bu kitap çıksın dedim ama bir hatun daha karşıma çıkıyor muhteşem bir hayat almasam olmayacak, derken, sayısı otuz altıya çıktı. Biraz daha uğraşsam sayı daha da artacak. En son bu sayıyla yayınlanmasına karar verdik. Çünkü kitabı bekleyenler vardı, yayınevi bir an önce baskıya girmesini istiyordu.
Ama projelerim arasındadır. Bu kitabın 1-2-3 diye de devam etmesini çok isterim. Bu tür kahramanlar daha çok… Yazılabilecek çok hanımımız var. Evliyalarımız, velilerimiz, savaş meydanlarındaki adı çok bilinmeyen kahramanlarımız…
Sonradan gelen kitaplarım farklı olacak. Biri çeviri zaten Osmanlıcadan Türkçeye. Bazı yazar büyüklerimiz çeviri değil aktarma diye tabir ediyorlar ama ben kabul etmiyorum. Çünkü farklı bir dilden Türkçeye çevriliyor. Bir de içimde bir ukdeydi her zaman; sekiz yıldır köşe yazıyorum. İnceleme alanında yazdığım yazılarımı -velilerle ve kerametleriyle ilgili, yine kurtuluş savaşına destek vermiş çoğunluğu yine kadın olan kahramanları- kitaplaştırmayı düşünüyorum. Bunlar zaten şu anda hazır sayılırlar. Bir de kendi çevremden yaşadıklarımı, yaşananları hüzün ve mutluluk veren olayları öykü niteliğinde yayınlamayı düşünüyorum.
Küçükkoner: Bir Selçuklu ve Osmanlı Kültürü olan vakıf ve dernekler günümüze kadar ulaşan güzel alışkanlıklarımızdan. Sizin de yazı çalışmalarınızın dışında böyle güzel faaliyetlerde bulunduğunuzu biliyorum. Birazda bundan bahseder misiniz?
Bekleyiciler: Ben geçmişte şimdi isim vermeyim bir kurumda dört seneye yakın görev aldım. O zamanlar kurumdu, şimdi dernek oldular. Derneklerde çalışmak gerçekten çok zaman isteyen, fedakârlıklar isteyen işlerdi. Böyle bir zaman harcadım ve tıp fakültesinde okuyan sekiz tane kızımızı okuttuk. Bu benim hayatımda övünebileceğim en güzel işlerden biridir. Onun dışında, faaliyetlerine çok zaman ayıramasam da Tema’ya üyeyim. Namık Bey’e de selam olsun. Kimse Yok mu? derneğine üyeyim. Aktif olarak bazı işlerinde çalıştım. Ama geriden, gıyabında bir şeyler yapmaya çalışıyorum artık kendimce. Sürekli olarak takibim altında olan aileler vardı. Hem maddi hem manevi olarak ilgilendiğim. Yürüyemeyen bir kızımızı ameliyat ettirdik. Böyle çok insana mücadele verdim ve hepsi Allah’a şükür ki geri döndü. KİMSEV’den on altı yaşında bir erkek çocuk aldım belli bir süre evimize geldi gitti; -yaklaşık iki sene kadar- hafta sonları kaldı. Maksadım o çocuğa aile hayatını yaşatmaktı. Elimden geleni yaptın O’nun için. O’da emeklerimizi boşa çıkarmadı. Evimize gelen çocuk için de diyorum başka olaylar için de, kafamızda “acaba?” sorusu oluşmadı hiç. Niyet salih olduğu zaman neticeleri de salih oluyor gerçekten.
İyi niyeti kötüye kullanmak isteyenlerde oluyor zaman zaman. Sömürmek isteyenlerde çıkabiliyor elbette. Bu bakımdan şu aralar daha seçici davranmaya özen gösteriyorum.
Küçükkoner: Bütün bunların dışında siz bir annesiniz. Çocuklarınızın sizin yazarlık yönünüze yaklaşımları nasıl?
Bekleyiciler: Sitemim var o konuda açık söylemem gerekiyor: çok duyarsızlar.
Küçükkoner: Aslında Yeliz’e mi sormak gerekir bu soruyu?
Yeliz Bekleyiciler: Benim konuşmam lazım bu konuyu çok yaralıyız. Çünkü annem bizimle yeterince ilgilenemiyor. Kitap çalışmaları olduğu dönemde ciddi bir mesai harcıyor bilgisayarı başında. Sabah kahvaltıdan sonra akşam yemeğine kadar annemi görmek mümkün olmuyor. Sadece yemek yapmak için kalkıyor masasından. Hele ilk gazeteye başladığı dönemlerdeki yoğunluğunu anlatamam. Annemin varlığını bile unutmuştuk neredeyse. Şu aralar artık durgun.
Küçükkoner: Sizin hayatınızda büyük bir önem arz eden Ateşbâz-ı Velî hazretleriyle ilginizi anlatır mısınız?
Bekleyiciler: Ateşbâz-ı Velî hazretlerinin geliniyim demeyi çok isterdim. İnşaalah öyleyimdir.
Benim kayınvalidemlerin sülalesinden gelen(silsile yoluyla) bir türbedarlık vardı ve elli yıllık oranın türbedarıydı ben evlendiğimde. Tabi o zaman yaşımız gereği herhalde bu konulara yönlenmemiş olmamızın verdiği bir durumda vardı elbette. 1986yılında evlendiğimde bu görevi onlar yürütüyordu. Kayınvalidem muhteşem bir insandı. Rahmet olsun. Şimdiki türbedarlarla kayınvalidem arasında fark vardır. O gerçekten Ateşbâz-ı Velî dedesine gönülden hizmet eden bir kişiydi. Ve o vesile ile de çeşitli ahvaller yaşayan biriydi. Yeni evlendiğim dönmelerde ben bu farkındalıklarla yaşamadım o türbede. Haftada 1-2 gün gittiğim bir yerdi. Ancak ben bu yazı işlerine girince, Aşçı Dedem benim için bir vazgeçilmez oldu. O türbenin kokusu tiryakilik artık. Kayınvalidem vefat ettikten sonra ve benim kitabım çıktıktan sonra daha sık gitmeye başladık. Ve ben O kitabı yazarken, Aşçı Dedeyle ilgili yine böyle hayırlı vesileler de çok oldu. Çok değişik şeyler yaşadım. Tabiî ki bunları anlatmak doğru değil ama hep işlerim rast gitmiştir. Beklediğim dokümanlar, belgeler benim ayağıma gelmiştir. Şunu da itiraf etmem gerekir ki Ateşbâz-ı Velî hazretleri hakkında kaynaklar çok fazladır. Bu bakımdan bu kitabı yazmak zor olmadı benim için. Çok şükür ki böyle bir kitap çıkarmak nasip oldu. Gönül isterdi ki bu kitabı kayınvalidem de görebilseydi keşke… Çok cesur, çok amazon bir kadındı kayınvalidem. Elli yılını geceli gündüzlü O’na adamıştı. Ve O’nun sayesinde çok ahvaller yaşamıştır kitabımda da bahsettim. Bir hacca gitme konusu vardır. Kayınvalidem bunu bize ilk anlattığında hikâye gibi geldi. İnanamadık. Ama zaman geçtikçe inanmaktan çok emin oldum artık.
Gençlik yıllarında inandırıcılığı olmuyor gibi oluyor ama insan kendi de yaşadığı, gördüğü zaman bazı şeylerin farkına varıyor. Pişmanlıklar oluyor, keşkeler oluyor… Ama bugünüme de şükrediyorum.
Düşünebiliyor musunuz, kayınvalidemin yedi tane çocuğu vardı ve hiç birinde kalmadı. Ölünceye kadar, Aşçı dedem yalnız kalmasın diye her geceyi tek başına kendi evinde geçirdi. Ve o evde de vefat etti. Mekânı cennet olsun.
Bu kitabı yazdığım dönemde o türbenin kokusu burnumdan gitmemiştir. Türbenin içinde de satılıyor bu kitap ve Türkiye’nin pek çok yerine gidiyor. Ve çok güzel tepkiler alıyorum.
Küçükkoner: Konya’da kitabı olan ender hanım yazarlardansınız. Konya kültür hayatında hanımların yerini nasıl görüyorsunuz?
Bekleyiciler: Yeni yeni bir uyanış var. Hem de coşkulu bir uyanış bu. Bizim başladığımız dönemlerde parmakla sayılacak kadar azdı. Benimsenen de vardı benimsenmeyen de. Bu işin içinde gerçekten hakkını vererek yazan da olacak yazmayanda. Bencilce yazanlar da var. Kültüre ve İslâmiyet’e önem vererek, bunların yaşatılmasına yönelik yazanlarda var ki, ben onları takdirle karşılıyorum. Özellikle gençlerimiz arasında buna yönelik çabalamalar var.
Yalnız Konya’da yapılan kültürel faaliyetlerin yeterli olmadığını düşünüyorum. Ve bu konudaki duyuruların da yeterince yapılmadığı kanaatindeyim. Direk topluma yönelik olmadığını düşünüyorum bazı faaliyetlerin.
Toplumun bu kültür olaylarına ilgisinin arttırılması gerekir. Canlı kaynak olan kişilerin bu faaliyetlerde yerini alması gerektiğini düşünüyorum.
Küçükkoner: Unutamadığınız bir anınızı anlatır mısınız?
Bekleyiciler: İlk kitabımda İlker Küçüktunç’la (Selçuk Üniversitenin basın müşaviri) ki kendisiyle çok çalışmışımdır. İlk kitabımla ilgili çok diyalog içinde olmuşumdur. Çok desteğini gördüm çok teşekkür ederim buradan da kendisine. Kitabın içine isim araştırması yapıyorum. Evden çıktım minibüse bineceğim karşımdaki tabelada “Devlet Hatun Sokak” yazıyor. Konya’da bir sokağa ismi verildiğine göre böyle biri var yaşamış. Araştırıyorum araştırıyorum Devlet Hatun birden çok. Çünkü Osmanlıda bu bir makam aslında ya da kıdem olarak diyebiliriz. Padişah eşleri veya kızları olarak pek çok. İsimleri değerlendirerek o isimle ilgili kaynak bilgisine ulaşacağım ve hikâyeleştireceğim kitabı. Bir “devlet hatun” var. Ama hangisinin olduğunu bilmiyorum. Konya’da ismi verilen hangisi acaba. Aradan zaman geçti. Minibüsle rektörlüğe İlker Bey’in yanına gittim. Bana kapıdan girerken “size bir sürprizim var” dedi. “Öncelikle ben size bir şey sormak istiyorum İlker Bey” dedim. “Konya’da bir Devlet Hatun Sokak var kimdir O, hakkında bilgiye ulaşamıyorum” ... İlker Bey’in gözleri doldu ve “Ben de sana Devlet Hatun’un bilgisini hazırlamıştım” dedi.
O kadar şaşırmıştım ki ben oradaki evde üç senedir oturuyordum ve her minibüse bineceğimde aynı yerde dururdum ve bir günden bir güne başımı kaldırıp da o güne kadar o tabelayı okumamıştım. Bu benim unutamayacağım anılarımdan birisidir. Alelade bir olay gibi görünüyor olsa da benim araştırma yaptığım bir insanın hayatı, İlker Bey’in yanına gittiğimde bana bilgi olarak sunulması gerçekten ilgi çekicidir.
Küçükkoner: Yazmaya gönül vermiş ya da yazma hevesinde olan, bu işe yeni başlayacak kişilere ne tavsiyelerde bulunursunuz?
Bekleyiciler: Çok okusunlar. Bir iki kitapla olacak iş değildir çünkü yazarlık. Belli bir birikimin olması gerekiyor. Toplum içinde yaşasınlar. Çeşitli kültür ortamlarında bulunmaları gerekiyor. Faydalanmaları için. Sadece bilgisayar başından okumakla olmuyor çünkü. Benim bu konuda yönlendirdiğim kişiler oluyor. Kazançlı olduğunu düşünüyorum.
Küçükkoner: Vakit ayırdığınız ve sıcak sohbetiniz için çok teşekkür ederim.
Bekleyiciler: Bende size teşekkür ederim ve bana emek veren bütün hocalarıma, çalışmalarımda benimle birlikte mesai harcayan arkadaşlarıma da çok çok teşekkür ediyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.