Neyi Kaybettiğini Hatırla: Mahremiyet

Neyi Kaybettiğini Hatırla: Mahremiyet

İçinde yaşadığımız şehirler, gerek bizlere hissettirdiği gerekse yaşattığı her şeyle benliğimizi şekillendirir.

Muhammed Selahattin Oruç / Şehir Plancısı

Neyi Kaybettiğini Hatırla

- Mahremiyet -

İçinde yaşadığımız şehirler, gerek bizlere hissettirdiği gerekse yaşattığı her şeyle benliğimizi şekillendirir. Zamanında bizim oluşturduğumuz fakat aslında bize ait olmayan şehirlerimiz söz konusu olduğunda daha çok mekân tasarımında, şehrin işleyişinde, estetiğinde karşımıza çıkan ögelerin, benliğimizin şekillenmesinde hatta zamanla değişmesinde rolü büyüktür. Bu yazıda, bu ögeler içerisinde önemli bir yer tutan “MAHREMİYET” olgusu üzerine konuşacağım.

Mahremiyet, mahrem kelimesinden türemiştir. Arapça’da haram kelime kökeninden gelen mahrem, “gizli, mahrum etmek, el sürmemek” gibi anlamları taşımaktadır. Verilen anlamlardan hareketle mahremiyeti kısaca “mahrem olma hali” olarak tanımlamak mümkündür. Mahremiyet, yüzyıllardır yalnızca İslam’ın değil bütün hak dinlerin üzerinde durduğu ve muhafazasına önem verdiği değerlerden biridir.

Semih Akşeker, Mutlu Ev kitabında, insanların erkek/kadın farketmeksizin başka kişiler tarafından görülmesi uygun olmayan avret bölgeleri ve ziynet yerleri olması ve bu yerlerin örtülmesi, korunması gerektiği gibi evlerimiz söz konusu olduğunda da başkalarının duymamasını gerektiren sesler, kokular ve farklı ev hali durumlarının olabileceğini belirtir ve bu tarz unsurların da örtülmesi/korunması gerektiğine dikkat çeker. Bu yazıda mahremiyeti şehirde ve evlerdeki farklı yansımalarıyla ele alacak ve mahrem alan derken neyi kastettiğimizi temellendirmeye çalışacağız.

Mahremiyetin mekâna indirgenmesi mahrem alanı oluşturmaktadır. Geçmişten bu yana toplumlar mahrem alanlarını temsil edecek şekilde mimari bir üslup ortaya koymuşlardır. Örnek olarak Türk/İslam ev planlarında karşımıza çıkan harem ve selamlık bölümlerini bu üslup içerisinde mahremiyetin korunmasına yönelik tedbirler olarak gösterebiliriz.

Mahrem alan, insana dünyadan bağımsız bir ortam sağlar. Kamusal alanda ortaya çıkan bir mahremlik kavramı yoktur. Mahrem alanı evde ararız. Nahl suresinin 80.ayetinde “Allah, evlerinizi sizin için bir huzur ve sükûn yeri yaptı” buyrulmaktadır. Mahrem alan bizim için evimizdir. Buna uygun şekilde mimarimiz şekillenir. Evlerimizde huzur ve sükûneti sağlayabilmemiz için korumamız gereken birinci değer mahremiyettir.

İslami ortamda mahremiyetin mekan oluşumuna nasıl yansıdığını idrak edebilmek için her konuda başlıca örneğimiz olan peygamber efendimiz (s.a.v) dönemindeki yapılanmayı incelememiz gerekir. Peygamber efendimiz (s.a.v) 622 yılı hicret sonrasında herkesin namaz kılabileceği, toplantıların yapılabileceği, ihtiyaç sahiplerinin konaklayabileceği kapsamlı bir mescit yapmaya karar vermiştir. Söz konusu mescit planında peygamber efendimizin eşlerine odalar, fakirler ve kimsesizlerin konaklayabileceği mekânlar, ilim odaları, namaz kılınabilecek yer ve toplantıların yapılabileceği alanlar bulunmaktadır. Farklı amaçlara hizmet eden birçok alanın aynı yapı içerisine yerleştirilmesi, mahremiyetin muhafazasını gerekli kılmış ve peygamber efendimiz oluşturduğu bu alanı buna en uygun şekilde tasarlamıştır. Bu yapılanma anlayışı bizim için en önemli örnektir.

adsiz-006.jpg

Mimari ve yerleşimler, Peygamber efendimizin de ortaya koyduğu mekan anlayışındaki gibi mahremiyet gözetilerek oluşturulmalıdır.

Yapılar arasında mahremi koruyacak şekilde bir uzaklık bulunması gerekmektedir. Geleneksel dokularda oluşan mimaride bu yapılaşma mevcuttur. Birbiriyle komşuluk bağı haricinde hiçbir ilişkisi bulunmayan ama gerektiğinde, ihtiyaç halinde irtibatın kolaylıkla sağlanabildiği mekânlar bizim için önemli örneklerdir. Bu örnekleri Safranbolu, Amasya, Mardin gibi yerleşimlerde görebiliriz.

 

Turgut Cansever, “İslam mimarisi, İslam’da insanın Allah hakkındaki şuurunun, varlığın kutsal karakterinin çatısını oluşturur.” diyerek müslümanın mekânla olan ilişkisinin ne kadar büyük bir anlam ifade ettiğini ortaya koyar. Nitekim mimari, Allah şuurunun yapılaşmış şeklidir. Bu şuuru mekânın, yapının her alanında yansıtmaya çalışmak, evvela müslüman olarak temel görevimizdir.

Kuşkusuz bizim inancımızın bilgisi ve bakış açısı şehri şekillendirmekte; bu bağlamda şekillenen şehirler, geleceğimize miras kalmaktadır. Yazımızın başında mahremiyetin, yalnızca islam toplumuna has bir kavram olmadığını söylemiştik. Bununla beraber bugün üzerinde durmamız gereken üzücü bir gerçek vardır: Maalesef İslam-Şehir mantığı müslüman yerleşimlerden göç etmeye başlamış, bu yerlerde mahremiyet daha çok “bireysel hayat” ve “özgürlük” olarak algılanmaya başlamıştır. Bununla beraber avrupa şehirlerinde ise mahremiyetin, bireylerin rahatlığı ve güvenliğinin önem kazandığını görüyoruz.

Son yıllarda yapılan şehir planları, bu iki olguyu güçlendirmekte ve getirilen kurallar ile de “suni” çıkmaz sokaklar meydana getirilmektedir. İslam şehirlerinde öngörülmüş ve yüzyıllar önce gerçekleştirilmiş; evi ve ailenin mahremiyetini ön plana alan uygulamaların, bugün islam şehirlerinde dışlanıp batının modern şehirlerinde artan bir şekilde talep edildiğini ve uygulandığını görüyoruz ve hayretten hayrete düşüyoruz.

Şehirlerimizde mahremiyete önem verilen zamanlardan kalma çıkmaz sokaklara bir bakalım. Çıkmaz sokak, ana caddeler ile yapıların arasında yarı mahrem bir alan oluşturmaktadır. Bu alanlar bölge sakininin güvenli bölgesi konumundadır. Çıkmaz sokakların şehrin merkezinde değil, şehrin konut bölgelerinde tercih edilmiş olması da mahremiyete verilen önemi ortaya koymaktadır.

Mahremiyetin muhafaza edildiği bir şehir yapısı kurulduğunda, ödül olarak tabiat ile barışık, insana huzur veren bir yol ağı ve şehir elde edilmiş olur. Turgut Cansever, bu gerçeği Osmanlı şehirlerini modern şehirler ile karşılaştırarak ifade etmiştir:

Modern şehirde, insan hayatını sürekli birbirine benzer duvarlar arasına hapseden, dünyaya sırtını dönen, ona karşı duyarsız olan, hatta duyarsız olması da önemsiz sayılan bir insan telakkisi görüyoruz. Buna karşılık Osmanlı şehri sakin, hareketli yol şeması üzerinde, yol boyunca yeri, biçimi, şahsiyeti, değişen evlerin arasında büyük abidelerin bulunduğu yerleri, büyük abidevi ağaçların bulunduğu meydanları, alçak duvarlardan sarkan çiçekleri yahut meyve ağaçlarının sarkan dallarını görerek ve parlak, farklı renklere sahip evlerin arasından geçerek, her an yeni bir güzellikle karşılaşarak yaşayan bir insan için vücuda getirilmiş bulunuyor. Burada önemli bir mesele var; birçok insan bu muntazam olmayan yol şebekesini kargaşa olarak görüyor. Oysa Osmanlı şehrinde, bir taraftan sürekli değişmeyi yaşarken, bir taraftan da değişmeden hiçbir rahatsızlık duymadan, onu tadı alınan bir güzellik olarak görebiliyorsunuz.”

Günümüzde oluşturduğumuz konutlarda ise adeta komşularla içli-dışlı yaşamaktayız. Yapıların bitişikliği ve ses sistemlerinin etkisizliği ile ev içerisinde yaşadığımız iyi/kötü ailevi olaylar komşulara da gitmektedir. Bu eksikliği tamamlarsak yani daha iyi bir sistem sağlayarak bu gürültüyü engellersek olur diyebiliriz ama bu da yeterli olamayacaktır. İnsan kendi yapısından rahatça çıkmak isteyecek, alıştığı “rahat” şartları arayacaktır.

Günümüzde yapı malzemelerinde ortaya çıkan çok çeşitlilik ve modern seçenekler bile mahremiyetin yok edilmesine hizmet eder hale gelmiştir. Örneğin “modern” yapı malzemesi olarak değerlendirilen cam malzemeyle ilgili Turgut Cansever şunları söylemiştir: “İnsanların evlerinin her tarafı cam oldu, mahrem dünya kalmadı”.

Bugün en basitinden evlerimizdeki dip dibe balkonlar bile mahremiyetimizi engelleyen yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeni yapı anlayışımızda sorunlar olduğu aşikârdır. Bu sıkıntılarla ilgili olarak kendi ürettiğimiz çözümler de maalesef yeterli olmamaktadır. Örneğin müstakil bir yapısı olan bir kişinin evinin yanına yapılan 4-5 katlı (ki daha fazlası olmakta) bir yapı, müstakil bir evde bahçesinde rahatça oturmak, ev ve aile mahremiyetini muhafaza etmek isteyen birinin bütün çabasını yetersiz kılmaktadır.

Kısacası toplum olarak, hep beraber efendimizden ve ecdadımızdan bizlere miras kalan üslûp ve inancı ortaya koyacak yapılar inşa etmek zorundayız. Bugün mahalle ve evlerimiz, yaşadığımız teknolojik çağı da düşündüğümüzde mahremiyetini yitirmiştir. Evlerimizin sesi artık sosyal medyadan bile duyulur hale gelmiştir. Aileler çekirdek aileye dönüşmüş ama mahremiyetin yitirilmesiyle herkes evlerimize, özelimizde dahil olabilir hale gelmiştir. Bu durum bilhassa büyük şehirlerde marazi durumlar oluşturmuştur. Bilincin önemli olması gereken bu dönemde, en azından kendi üstümüze düşeni yapmalı, her koşulda hayatımızın mahrem sınırlarını korumaya çalışmalıyız.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.