Kardeşlik diyarı Bosna

Kardeşlik diyarı Bosna

Tarih, kültür, medeniyet, ibret ve kardeşlik ülkesi Bosna-Hersek...

Buram buram tarih kokusu, sıcak kanlı ve muhabbeti güzel insanlar, doğa harikası manzaralar, Medeniyet köprüsü Mostar, İslamiyetin yayılmasına vesile olan Sarısaltuk Türbesi ve dahası...

Meram Belediyesi tarafından Bosna Hersek'in başkenti Saraybosna'nın Hadzici (Haciçi) ilçesine yapılan bir sağlık merkezi ile bir park yerinin açılışını yapmak üzere Konya'dan yaklaşık 150 kişilik bir ekiple Bosna Hersek'e gittik.
Meram'ın kardeş şehir ilan ettiği Hadzici'ye gitmek için sabahleyin saat 04.00'te Meram Belediyesi önünde buluştuk. Özel bir uçakla Konya'dan Saraybosna'ya uçacağız. Aramızda organizasyonu düzenleyen Meram Belediye Başkanı Serdar Kalaycı, Konya Milletvekilleri Ayşe Türkmenoğlu, İlhan Yerlikaya, Cem Zorlu, eski vekiller Ali Öztürk, Hüsnü Tuna, İl Genel Meclisi Başkanı Ali Selvi, İl Emniyet Müdürü Hüseyin Namal, İl Sağlık Müdürü Hasan Küçükkendirci, Konya Numune Hastanesi Başhekimi Halil İbrahim Topatan ile Meram Belediye Meclisi Üyeleri ve gazeteci meslektaşlarım var.
Aslında bu güzel etkinliği yazarken yaşanan olumsuzlukları da görmezden gelmek gerekiyor. Ama Konya Havaalanı'nda biletlerin check-in'i için iki saat bekletilmek de hiç hoş olmadı. Bu kadarını söyleyim.
Saat 06.30 sıralarında uçağımızdaki yerimizi aldık. İstikamet Bosna-Hersek...
Uçakta şen şakrak ilerliyoruz, yaklaşık 2 saat sonra Saraybosna Havaalanı'na indik. Bosna-Hersek bize bu kadar yakın mıymış demek?
Apar topar uçaktan inip kardeşlerimizin bulunduğu, Osmanlı yadigarı topraklara ayaklarımızı bastık.
Bosna Hersek'in namını daha önce çok duymuştum. Gidip gezmek, görmek istediğim yerlerden biriydi. İlk yurtdışı seyahatimi de buraya yapmış olmak beni çok sevindirdi.
KARDEŞLER KUCAKLAŞIYOR
Bizi, Hadzici Belediye Başkanı Hamdo Eyuboviç ve beraberindeki heyet karşıladı. Sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi bağrına bastı, 'hoşgeldiniz'...
Meram Belediye Başkanı Serdar Kalaycı ile hele bir sarılışları vardı ki, görmeniz gerekir. Hani bizde vatani görevini bitiren teskeresini alır gelir de ailesi tarafından hasretle kucaklanır ya, inanın öyle bir sarılmaydı bu.
Serdar Başkan da aynı yakınlıkla cevap verdi Hamdo Eyuboviç'e, Hamido Başkan diyor. Ekip toparlandıktan sonra bizim için ayrılan otobüslere bindik. İlk günün programı tamamen gezi. Sabahtan akşama kadar gezecek, tabiri caizse Bosna Hersek'in altını üstüne getirecektik.
Rehberimiz, ilk olarak bir Osmanlı köyü olan Bocitely'e gideceğimizi söyledi. Bize bu köyü anlattıkça heyecanımız artıyor, bir an önce bu köye ulaşmak istiyorduk. Ama bu arada sabah kahvaltısı yapmamış, sıcak çayı içmemiş olan midelerimiz de 'acıktık' sinyalleri vermeye başlamıştı. Hatta TRT Konya temsilcisi olan arkadaşım Ramazan, ne zaman kahvaltı yapacağız, aç aç nasıl gezeceğiz diye söylenmeye başlamıştı.
Tam o sırada rehberimiz, yolumuzun üzerinde, dağların arasında güzel bir mekanda sabah kahvaltısı yapacağımızı söyledi.
'Hah, işte bu' dedi Ramazan... Kahvaltımızı yapalım, çaylarımızı içelim sonra nereye gideceksek gidelim.
Neyse ki sonunda bahsedilen mekana ulaştık. Burası Jablonica'ymış. Hadi gözün aydın Ramazan...
İçerisi gayet hoş, arkasından bir nehir akıyor. Neretva'nın kollarından bir tanesiymiş. Kahvaltı açık büfe, anlaşılan acıkan sadece Ramazan değilmiş. Bir anda tabaklar boşalıverdi. Ama bir eksik var, çay yok...
Çaysız da kahvaltı olur mu? Neyse su isteyelim dedik en azından. Suya da voda diyorlar, ama hafif gazlı biraz tatlı acayip bir içecek. Su deseniz su değil, gazoz veya soda deseniz o da değil. Ne çay verdiler ne de su...
YAĞMUR GEZİMİZE ENGEL OLAMADI
Neretva'nın kollarından biri olan nehirin kıyısında başkanlarla hatıra fotoğrafları çektirdikten sonra yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ettik. Otobüslerimiz birkaç kilometre ilerledikten sonra aniden yağmur bastırdı. Ama ne yağmur... Ben böyle bir yağmur yağışı daha önce hiç görmedim sevgili okurlar. Bizde bardaktan boşalırcasına diye bir tabir var ya, aynen öyle. Otobüsün silecek yetiştirmesi felan ne mümkün...
Yağmur biraz dinsin diye yol üzerinde bir alışveriş merkezinde mola verdik. Bosna-Hersek'in para birimi olan KM'lerden bizde olmadığı için alışveriş yapamıyoruz. Ama yine de gezelim alışveriş merkezini ne varmış dedik, girdik içeri. Standların dizaynı felan aynı bizim marketler gibi. Gözlerimiz tanıdık, bildik markalar arıyor. Çikolata ve bisküvi reyonuna girdiğimizde aradığımız markaları bulduk. Saray ve Ülker... Tamam şimdi oldu.
Yağmur biraz dindikten sonra yolculuğumuza devam ettik. Şu merak ettiğimiz Osmanlı köyü Boçitely'e gidiyoruz sanıyorduk ki, yağmur yine bastırdı. Rehberimiz istikametin değiştiğini, bu yağmur altında Boçitely'e girmenin mümkün olamayacağını ve Mostar Köprüsü'ne gideceğimizi söyledi. Sonrasında bir değişiklik haberi daha, Sarısaltuk Türbesi'ne diğer adıyla Alperenler Tekkesi'ne gidiyormuşuz. Yolculuk uzadıkça sıkılmalar, söylenmeler de başlıyor. Artık nereye gideceksek gidelim diyoruz...
YEŞİL İÇERİSİNDE TARİHE YOLCULUK
Neretva Nehri'nin yanından yol boyu ilerlemeye devam ediyoruz. Her taraf yemyeşil. Başka bir renk görmek mümkün değil. Doğa harikası bir yer. Yolculuktaki o görsel şölen bile herşeye değer. Biz Neretva Nehri'yle paralel olarak ilerlerken, yol üzerindeki manzaralara hayran hayran bakarken rehberimiz de bize bulunduğumuz yerlerle ilgili bilgiler veriyor. Neretva Nehri Bosna Hersek'in 3'te 2'sini dolaştıktan sonra Adriyatik Denizi'ne dökülüyormuş. Bosna Hersek, elektriğinin yüzde 72'sini bu nehir üzerine kurduğu barajlardan sağlıyormuş. Nehir kıyısında Akdeniz ikliminin etkileri görülüyor. Bitki örtüsü ve tarımsal üretim de buna göre şekilleniyor.
Yolumuzun üzerinde gördüğümüz yerleşim yerlerinden Jablonica, kuzu çevirmesiyle sadece Bosna-Hersek'te değil, dünyanın dört bir yanında meşhurmuş. Kuzulara özel olarak kekik yediriyorlarmış, türüm türüm koksun diye. Tatmak nasip olmadı ama bir daha gidersem ki bulduğum ilk fırsatta tekrar gitmeyi düşünüyorum, işte o zaman kuzu çevirmeyi de yerim.
Uzun, yorucu ve yağmurla birlikte süren yolculuğumuzun sonuna yaklaştık. Mostar'ı uzaktan bir gördük önce. Mostar da üzüm üretimiyle dünyaca ünlü bir şehirmiş. Tarımla uğraşanların en büyük gelir kaynağı üzüm yetiştiriciliğiymiş. Nasıl ki bizde hububat ambarı olarak Konya biliniyor, orada da üzüm yetiştiriciliğinde Mostar ön plana çıkıyor. Zaten yolumuzun üzerindeki geniş tarlalarda gördüğümüz ucu bucağı görülmeyen üzüm bağları da bunu kanıtlıyor.
GÖNÜLLERİN FETHEDİLDİĞİ YER: BUNA
Mostar'a şöyle bir bakıp yolumuzu Buna'ya çevirdik. Buna kasabası ismini Buna suyundan alıyor. Ve nihayet Buna nehrinin doğduğu nokta olan Alperenler Tekkesi'ne ulaşmış bulunuyoruz.
Buna Nehri, Avrupa'nın en büyük karstik kaynaklarından bir tanesiymiş. Aynı zamanda saniyede 43 bin metreküp su çıkıyormuş bu nehirden. Aynı zamanda Blagay Tekkesi yani Alperenler Tekkesi – Sarısaltuk Türbesi de burada bulunuyor.
Osmanlı'dan önce buraya Sarısaltuklar ve evliyalar geliyor. Buraya Alperenler Tekkesi'ni kuruyorlar. Sonrasında burada islami faaliyetler ve gönül fethi başlıyor. Bu gönül fethiyle beraber Bosna ve Hersek fethediliyor. Yani Osmanlı burayı fethetmeden önce evliyalar gelip bir ön fetih hareketinde bulunmuşlar, insanlara Osmanlı'nın nasıl bir devlet olduğunu ve İslamiyet'i anlatarak cihat faaliyetinde bulunmuşlar.
Boşnak edebiyatında bir söz varmış, bölgenin susuzluğu Buna Nehri'yle, imani eksikliği de Blagay Tekkesi ile karşılanıyormuş. Bu tekkede Sarısaltuk ile Akif Paşa'nın kabrinin bulunduğu rivayet ediliyor. Sarısaltuk'un kabrinin Romanya'da olduğuyla ilgili rivayetler var. Burası günümüzde Halveti Tekkesi olarak da anılıyor.
Bu tekke Türkler için de çok önemli bir yer. Tarihimizde ilk fetihlerden önce evliyalar tarafından yapılması, gönüllerin fethedilmesi ve sonrasında tek kurşun sıkılmadan şehrin teslim alınması için vesile olan yer burası. Evliyaların burada yaptığı cihat faaliyetleri neticesinde Bosna savaş vermeden, mücadele edilmeden Osmanlı hakimiyetini kabul ediliyor. Yani bu tekke, zihinlerde Osmanlı'nın fethini sağlıyor. Blagay Tekkesi öncülüğünde buradaki tekke ve fetih çalışmaları devam ediyor. Saraybosna'daki türbeler ve tekkelerlede bu kültürü görmek mümkün. Osmanlı'nın kültürü burada devam ediyor. Her yıl Mayıs ayının son haftasında Balkanlardaki bütün tekke dervişleri toplanıp burada islam üzerine programlar ve muhabbetler yapıyorlarmış.
Bosna Hersek'te okuyan Uluslararası Saraybosna Üniversitesi öğrencisi Türkler, burayla ilgili bir akademik çalışma yapıyorlarmış. Şayet destek sağlanırsa kitap haline getireceklermiş. Öğrenci girişimi olduğu için mali olarak sıkıntılılarmış. Bizim gözümüzden Bosna'nın bir rehberini hazırlamayı çalışıyorlar. Gerçek tarihi anlatan bir rehber çalışması olması planlanıyor. İnşallah başarılı olurlar.
BİZİ GÖREN BOŞNAKLAR MUTLU OLUYOR
Blagay (Alperenler) Tekkesi'ne uzun süre vakit geçirdik. Suyun doğduğu noktaya ecdat tekkeyi yapmış. Helal olsun, buradan da İslamiyeti yayıyorlar. Elhamdülillah burada namaz kılmak bizlere de nasip oldu. Öğlen namazını Alperenler Tekkesi'nin üst kısmında bulunan tekkede kıldık. Sabah saatlerinde yaptığımız çaysız kahvaltı tutmadı galiba, yeniden acıkmaya başladık. Saat de epey geç oldu. Türkiye saatinden bir saat geride Bosna Hersek'in yerel saati. Bu nedenle ara sıra saat konusunda karışıklık yaşar olduk.
Tekkenin hemen az ilerisinde bulunan balık restoranta yürüyerek gidiyoruz. Ekip kalabalık ama bizim grup da 4 kişiyiz. Şu sürekli acıkan Ramazan Alkan, Sabah Gazetesi Konya Bölgesi çalışanlarından Emrullah Nergiz, Meram Belediyesi Basın Bürosu çalışanlarından Mustafa Titrek ve ben birlikte hareket etmeye gayret gösteriyoruz. Yol üzerinde eski taşlarla döşenmiş, aşağı doğru sarkıp giden bir sokak gördük. Merak edip birkaç adım ilerledikten sonra ortamın büyüsüne kapılıp kendimizi yolun sonunda buluverdik. Çıkmaz bir sokakmış, yolun sonunda bir Boşnak kardeşimiz gürültümüzü duyup kapıya çıktı. Çat pat Türkçe konuşuyor, tabi biz Boşnakça'yı hiç bilmiyoruz. Türk olduğumuz öğrenince insanların tavrı bir anda değişiyor. Adeta bizi bağırlarına basıyorlar. Memnun kalıyorlar orada bizi görmekten. Mutlu oluyorlar. Sahipsiz kalmıyoruz çok şükür diyorlar. Biz Müslümanız, biz kardeşiz diye haykırıyorlar. Biz de diyoruz kardeşimizsiniz, elbette ki kardeşiz. Bizim mirasımız var burada, siz bizden bir parçasınız...

<<<   FOTO GALERİ İÇİN TIKLAYINIZ   >>>


ETLİEKMEĞİ VE ÇAYI ARAR OLDUM
Tarihi ve çıkmaz sokakta çekindiğimiz hatıra fotoğraflarının ardından yavaş yavaş yemek yiyeceğimiz restoranta doğru ilerliyoruz. Yerleşim yerlerinin merkezinde çok sayıda mezarlığın bulunması, mezarlıkların da beyaz ve siyah olarak iki renkten ibaret olması dikkatimizi çekiyor. Beyaz olanlar Müslüman Boşnakların, siyah olanlar ise Sırp ve Hırvatların mezarlığıymış. Dikkatimizi çeken bir diğer konu ise cami ve kiliselerin iç içe olması. Bütün merkezlerde camiler kadar kiliseler de var. Ancak, hıristiyanların yoğun olarak bulunduğu bölgelerdeki kiliselerin yapısı biraz daha farklı. Bizim semaya yükselen minarelerimiz var ya, onlarda böyle bir şey yok. Ama yoğun olarak bulundukları bölgelerde kilisenin çanlarını oldukça yükseğe çıkarıyorlar.
Ramazan yine isyanlarda... Hadi gidelim şu yemeği yiyelim artık diyor.
Gittik restoranttaki yerimizi aldık. Önce bir balık çorbası geldi. Hadi buyrun, afiyet olsun ama yiyebilene aşk olsun. Bize yabancı, şahsen ben daha önce hiç balık çorbası yemedim. Hiçbirimiz almadık ama Ramazan açlığın da verdiği etkiyle aldı, çorbayı içmeye başladı. Birkaç lokmadan sonra o da yiyemedi.
O kadar kişiye balık pişirmek kolay değil. Uzun süre balıkların gelmesini bekledik. Bu arada fotoğrafta da görüldüğü üzere ben de dahil olmak üzere Konya heyeti hem çayı, hem de etliekmeği çok özledi. Dayanamadım peçetenin üzerine etliekmek yemek istediğimi yazdım.
Allah kimseyi açlıkla imtihan etmesin. Sonunda dayanamadım, gazeteciliğin de vermiş olduğu dürtüyle fotoğraf makinemi kaptığım gibi yemekhaneyi boyladım. Balıkların piştiği ızgaranın başına geldim. Balıkları kızartan aşçı bayana selamımı verdim. Onun az Türkçesi, benim az İngilizcem derken biraz muhabbeti kurduk. Bu arada balıklar pişiyor ama nereye gidiyor bilmiyorum. Aşçı hanıma dedim ki, 'bizim balıkları ne zaman vereceksin çok acıktık. Hemen tabakları hazırladı ve masamdaki şanslı diğer 5 kişi ile birlikte diğerlerinden bir adım öne geçerek güzel bir balık ziyafeti çektik. Buna Nehri'nde yetişiyormuş balıklar. Özel olarak tuz katıyorlarmış yemin içine. Daha lezzetli oluyormuş, yedik test ettik gerçekten de lezzetliydi balık.
Abdalın karnı doyunca gözü yola bakarmış. Yemeğimizi yedikten sonra gözlerimiz otobüsleri arar oldu. Üzerimize de hafiften bir ağırlık çöktü. Sabahın köründen beri geziyoruz, yorulduk haliyle. Otobüse kendisini atan, hemen uykuya dalıyordu.
ECDAD YADİGARI MOSTAR BİZİ SELAMLIYOR
Bu arada yağmur da tamamen durmuştu. Artık Mostar Köprüsü'ne gidebilirdik. Aklımızda Osmanlı köyü olan Boçitely olsa da Mostar'ı görmenin heyecanı vardı içimizde. Yaklaşık bir saat süren yolculuğun ardından nihayet Mostar'a ulaştık ve Mostar Köprüsü bütün ihtişamı ile bizi karşıladı.
Mostar Köprüsü'nü seyredebileceğiniz en güzel yerlerden biri, Koski Mehmet Paşa Camii. Cami, Osmanlı Vezir-i Azamlarından Sokullu Mehmet Paşa'nın Ruznamecisi ve timar defterdarlarından Koski Mehmet Paşa tarafından 1618 tarihinde yaptırılmış. Diyanet İşleri Başkanlığı ve Tokyo Camii Vakfı işbirliğiyle caminin 1992-1994 savaşında yıkılan minaresi yeniden yaptırılmış, caminin içi ve dışı tamamen restore edilmiş. Cami, ibadete 31 Ağustos 2001 tarihinde açılmış. İkindi namazları da burada eda ettikten sonra Mostar Köprüsü'nün muhteşem görünümü altında bir Mostar turu yaptık. Mostardaki tarihi çarşı da Başçarşı'yı aratmayıyor diyebiliriz. Mostar'da akşamı ettik. Ama şimdilik burada neler yaptığımızı anlatmayalım. Yazının yarın yayınlanacak olan devam kısmında Mostar'dan başlayarak, gezimizin ikinci gününden bahsedelim.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.