Herkes biraz topçu bu ülkede!
Halı sahaların en önemli yönlerinden biri de özellikle büyük kurumlarda çalışanları kaynaştırma vazifesidir. İyi top oynayanlar her zaman el üstünde tutulur ve haftada en azından bir saat gerçekten işe yaradıklarına inanılır. Ayrıca, bir haftalık muhabbet malzemesi de fazlasıyla elde edilir. Bir de tabii amirinize atacağınız bacak arasının ya da suratına çarptıracağınız topun herhangi bir ceza-i müeyyidesi yoktur! Üniversitede okuyup da halı saha maçı yapmamış ya da halı sahada oynayan arkadaşlarını seyretmemiş erkek öğrenci sayısı oldukça azdır. Hele Anadolu'daki üniversitelerden birindeyseniz bu ihtimal yok gibidir. Gerçi bazıları ipin ucunu kaçırabilirler... Mesela, her fakültede kesin olarak en az bir şahsiyet vardır ki, bütün halı saha organizasyonları ondan sorulur. Bir maçtan çıkıp diğerine koşar. Öyle ki derslerde devamsızlık sınırına dayanır ama halı sahayı asla ihmal etmez. Cebinde parası yoksa bile ya borç alır ya da kendini arada kaynattırır. Hatta oynadığı bütün maçlar, umumiyetle gece 12 den sonra başlar ve haftada iki-üç maç yapar. Hani, maç trafiği neredeyse profesyonel futbolcular gibidir. Sıklıkla kullandığı cümlelerden biri de şudur: Babama söyledim, benim harçlığı gönderirken yarısını da halı sahadaki görevliye yollayacak. Nasılsa yarısını ona veriyorum; para dolaşmamış olur böylece. Halı saha görevlileriyle muhabbeti bayağı ilerletir. Asla kaparo vermez, bir telefonla maçı bağlar, çevrenize iyi bakın; mutlaka göreceksiniz böyle birilerini. Bilmiyorum, dikkat etiniz mi, halı saha maçına çıkmadan evvel bazılarının yüzünde sanki dünya kupası finaline çıkıyormuş gibi bir ifade vardır. Maçtan evvel ısınırlar, taktik konuşurlar. Tabii taktikten kastımız, kimin nerede oynayacağı, pardon duracağıdır! Ayakkabılar, eşofmanlar ve bilhassa da formalar o biçimdir. Ronaldo’mu istersiniz, Messi’mi ? İsterseniz İbrahimoviç ya da Tores’de verebiliriz... Yerli çeşitlerimiz de mevcuttur. Dinç olan bedenler mütemadiyen koşmaya, pres yapmaya, kaleye bomba tesirli şutlar göndermeye, ara pasları atmaya hazırdır. Ancak müsabakanın ilerleyen dakikalarında adına kondisyon denen melun şeyin yokluğu yakalara yapışınca ayaklardaki kuvvet yavaş yavaş çekilir. Maçın başında tazı gibi sağa sola koşanlar, artık vücutlarının kendi yaptığı ağırlığı fazlasıyla hissetmeye başlar. Kafalarda taktik, plan ve düşünceler canlılıklarını halen muhafaza etse de vücut, beynin arzularını reddeder. Zaten yorulanlar da kimsenin teklifini beklemeden kaleye geçip teneffüs molası verirler... Genelde, bu böyledir... Ne zaman halı sahada futbol oynayan birilerini görürseniz onları anlamaya çalışın... Çoğunun yüreğinin bir köşesinde olmak istedikleri bir futbolcunun izi vardır. Çalımlar atılırken, şutlar çekilirken, kendi aralarında konuşurlarken, sevinirken, üzülürken, ısınırken, paslaşırken, koşarken hep kafalarda bir hayal vardır. Halı saha, bastırılmış, dışa vurulamamış hislerin yoğunlaşma alanıdır. İnsanların serbestçe (ama belli etmediğini düşünerek) hayal kurabildiği yegane mekanlardan biridir. Kim bilir, şartlar elverseydi ya da o ileri görüşü olmayan babalar müsaade etseydi onlar da Türkiye de, İtalya da, İspanya da, İngiltere de ve emeklilikleri yaklaşınca da Katar’da top oynayabilirlerdi. Hem de Arda’dan, Volkan’dan, Emre’den, Selçuk’tan, Tolga’dan, Onur’dan, Olcay’dan daha başarılı olurlar, onların kaçırdıklarını kaçırmaz, yediklerini yemezlerdi! Herkes biraz topçu bu ülkede! Çünkü, halı sahalarımız var...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.